“Yüce yaratan insan ve tüm canlıları yaratmadan önce onların yaşamlarını devam ettirmeleri için toprak ve suyun yanında karınlarını doyuracakları bitki, sebze, meyve tahıl gibi gereksinmeleri yaratmış” diye laf eder eskinin insanları.

             Bu yiyeceklerin biriside tadına doyamadığımız üzümdür. İnsan zekası zamanla kendisini geliştirerek ürettiği bir takım aletlerle ve çeşitli denemelerle önce bağı sonra bağcılığı öğrenerek burada yetişen çeşitli üzüm türlerinden başta pekmez olmak üzere çeşitli yiyecek ve içecekler yapmayı öğrenerek bu günlere gelebilmişlerdir.

             Son zamanlarda bağ ve bağcılığa verilen önem azalsa da yine de ülkemiz bağ üretim alanlarının çokluğu ile dünyada ilk beş, üzüm yetiştiriciliği sırasında altıncı durumdadır.

             Ülkemizin iklim şartlarına ve bağcılığa elverişli toprak yapısına göre Denizli, Manisa, İzmir, Tekirdağ, Edremit, Çanakkale Nevşehir, Diyarbakır, Elazığ, Bursa, Ankara, Malatya, Antalya, Konya, Tokat, Yozgat, Kırşehir, Sivas Çankırı gibi illerimiz üzüm yetiştiriciliğinde akla ilk gelenlerdir.

             Üzümlerin tadı tatlıdır, siyah, pembe, boz, beyaz renklerde olup yuvarlak ve parmak başı şeklinde çekirdekli çekirdeksiz diye ikiye ayrılırken dünyada ve yurdumuzda çeşitli isimlerle anılan türleri bulunmaktadır.

             Bağcılık çok zahmet ve bakım ister. Bellenmesi, bellenirken su toplaması için düzenli karık alınması, vaktinde ve dikkatlice budanması, ilaçlamanın, gübrelemenin esirgenmemesi, küflenmenin ve çeşitli hastalıkların önüne geçilmesi, soğuk havalarda korunması dikkat isteyen konulardır.

             Fersiz Ahmet babasından evini ayırdıktan sora el kapısında kazma kürek çalışıp günlük yevmiye ile evini geçindiremiyeceğinin farkındadır.  Durumu hanımı Gülşen’e duyurduğunda “buyur yiğidim niye sefil olalım” diye düğünlerinde biriken birkaç altını kocasının avucuna sayar.

             Ahmet’i günlerdir geceleri yatağında düşünmekten uykusuz koyan yapmaya heveslendiği köylülerinin bu işten para kazandığı adına ‘çelikçilik’ denen canlı hayvan alış veriş mesleğini acaba bende yapabilir miyim korkusuydu. Köylü çocuğu olmasından dolayı ineğin, dananın, tosunun, öküzün içinde yetişse de önünde babası olduğundan bu hayvanların şimdiye kadar hiç alış verişini yapmadığı için bu mesleği nasıl yapacağını, nasıl para kazanacağını pek hesap edemiyordu. Günün birinde bütün cesaretini toplayarak çelikçilik yapan çocukluk arkadaşı Onluk Osman’a durumu açıp kendisine akıl vermesini adeta utanarak talep eder

             Yıllar farkında olmadan ne çabukta geçmişti.  Hani Allah adama “yürü ya kulum” derse misali kulun önünde engeller dümdüz olmaz mı? Fersiz Ahmet anlamadığı işin Onluk Osman’la birkaç yıl ortakçılık yaparak hem parasını kazanmış hem de inceliklerini öğrenmişti. Bunun yanında ala vere yaptığı köy, ilçe ve kasabalarda, şehirdeki hayvan pazarında bayağı arkadaş edinmişti.  Bir gün ortakçısı Onluk Osman’a teşekkür ederek mesleği yalnız yapmaya karar verir.

             Fersiz Ahmet aradan geçen yıllar içerisinde mesleğinde bayağı bir isim sahibi olmuş aynı işi yapan köylüleri alış verişlerinde borçlu kaldığı kişilere onun selamıyla iş bitirmiş oluyorlardı.

             Ahmet ilk önceleri alış verişe köyünden diğer köylü meslektaşları gibi kamyonu olmadığından eşekle gidiyor, yerine göre beş altı gün evine gelemiyor, uğradığı köylerde misafir kalıp ağırlanıyordu. Misafir alan kişilerde onun köyüne yolu düştüklerinde akşamları misafir kalmak için evine geliyorlar izzeti ikram görüyorlardı. Sonradan aldığı kamyon devreye girse de bu sadece beş altı günü bulan gidiş gelişleri günü birliğe çeviriyor fakat misafir ağırlama devam ediyordu.

              Ahmet’in sofrasında mevsimi geldiğinde misafirlerine yemeğin yanında pekmez eksik olmasa da alış veriş için gidip misafir kaldığı iki üç aşiret köyleri hariç diğer köylerde sofraya pekmez konurdu.

             Ahmet’in köyünde ta dedelerinden kalma yıllardır üzümünden faydalandıkları çeşitli adlarla anılan bağ yerlerinin yanında köyde isim yapmış meşhur bağlarda bulunmaktaydı. Bu bağlarda eskiyen omcalar gedir yatırılarak gençleştirilir bu vesileyle üzüm çeşidinde eksilme hiç olmazdı. Budama zamanı iş bilir kişilerce budanan bağlar tavı gelince de köyün gençleri tarafından imece usulü bellenir, koruk zamanı pür dikkat yazma ile omcalar kükürtlenir, bağ bozumundan önce de kızlar tarafından beklenir, nişanlı olan gençler orada birbirine ayna tutup buluşurlardı.

             Ahmet babadan kalma bağı hiçbir masraftan kaçınmayarak bakımını eksiksiz yerine getirmiş bağ da “bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur” atasözüne istinaden bundan dolayı bağ olmuştu. Ahmet çıkan üzümlerin birazını şaraphaneye verirken birazını da serin mi serin samanlıktaki samanlığın üzerine “kışın yeriz “diye seriyor bir kısmını da hanımıyla pekmez kaynatıyordu.

             Pekmez kaynatmak zorlu bir işlemden geçerdi. Bağını bozan Ahmet pekmezlik diye ayırdığı üzümleri pekmez çiğneme haftına yerleştirdikten sonra oluşması için kullanılan beyaz toprağı ölçülü bir şekilde üzerine döküp ayağına giydiği temiz bir çizmeyle çiğnerken hanımı Gülşen’de oluktan akan şırayı kaplarda biriktiriyordu. Çiğneme işi bittikten sonra üzerine leğen koydukları ocağı ateşleyip şırayı leğene boşalttılar. Aradan bir buçuk saat geçtikten sonra kaynayan leğendeki köpürtme dedikleri şırayı kaplara aktardıktan sonra boşalan leğene diğer kaplardaki şıraları boşaltıp kaynatmaya bıraktılar. İkinci leğenin kaynadığında vakit akşamı çoktan geçmişti. Karınlarını doyurup uyuyakaldılar.

             Ertesi günü erkenden kalkan karı koca ağızlarına iki lokma atıştırmadan yaktıkları ocakta pekmezi kaynatmaya başladılar. Fersiz Ahmet ocağın altına odunları atarken hanımı Gülşen de köpürmesin diye pekmezi karıştırıyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra kaynayan pekmezin kokusu etrafa burcu burcu dağılırken Ahmet eline geçirdiği yufka ekmeği hanımının kızmasına aldırmadan köpüğe bandırıyor bir yandan da elindeki elmaları leğenin içine atmayı ihmal etmiyordu. Hanımı çıkan dumandan rahatsız olurken Ahmet satacağı pekmezden kazanacağı parayı düşünüyordu.

             Komşu aşiret köyden başta Şıko olmak üzere dört arkadaşı canlı hayvan almak için bindikleri kamyonla köy köy gezmelerine rağmen doğru dürüst pahada anlaşıp alış veriş yapamamışlardı. Vakit ikindi geçkin Ahmet’in köyüne yolları düştü. Hazır buraya gelmişken Ahmet’e uğramadan olmazdı. Hoş beşten sonra Ahmet hanımı Gülşen’e sofra hazırla işaretinde bulunduktan sonra misafirleriyle sohbete tutuştular.

             Gülşen bulgur pilavının yanında içinde pekmez ve turşu bulunan mükemmel bir sofra sinisini ortaya koyduktan sonra misafirleri buyur edip odada bulunan ocakta çay demlemeye koyuldu.

             Kendi köylerinde oldum olası bağ bilmeyen, bu yüzden onun nimetlerinden yararlanamayan Şıko ve arkadaşları her yıl olduğu gibi bu yıl da sofrada Ahmet’in pekmezine iştahla kaşık salladılar.

Yemekten sonra Gülşen’in doldurduğu çaylar içilirken misafirlerden birisi “Ahmet gardaş bekmez bek hoşumuza gitti ben satın almak isderim, sennen fiyadda annaşırık, bu bekmeze para mohüm daal” Az sonra diğerleri de “biz de isderik” deyince o anda boşalan bir bardağa çay dolduran Gülşen birden odayı terk etti. Bundan şüphelenen uyanık Şıko Kürtçe “arkadaşlar bu işte bir hile var aman dikkatli olun, gözünüzü dört açın” dedi.

              Fersiz Ahmet misafirleriyle fiyatta anlaştıktan sonra beşer kilo pekmez hazırlamasını tembih için müsaade aldıktan beş dakika sonra odaya tekrar döndü. Gözleri ışıl ışıldı. Misafirler az sonra müsaade alıp odadan dışarı çıktılar. Avlunun içinde naylon petlere doldurduğu pekmezlerle Gülşen onları bekliyordu.

             Ahmet misafirlerinin cüzdan çıkarmasını beklerken Şıko “Gardaş aklına bişey gelmesin şu pekmezlerin dadına bi daha bakalım, bana bakmada arkadaşlar öyle isdiyo da”.

             Beklemediği bir durumla karşılaşan Ahmet önce buna şaşırsa da sonradan kendisini toparlayıp “az evel sufrada çala gaşşık yidiniz ya” diyerek petin kapağını açarken hanımından bir kaşık istedi.

             Pettreki pekmezi kaşığa dolduran içlerinden birisi “Ahmet ağa sufrada yidiğimiz bekmez bunun gibi cıvık daalidi, sufradağanın aynısı varsa alalım, yosam arkadaşların bunu almıya bek göönü yok”.

             Adamların pekmez alacağını anlayan Gülşen kadın pekmeze kilerde hilesini yapmıştı yapmasına da foyası meydana çıkınca utanmayı bir tarafa bırakıp “almıyacağınızı bilseydim bekmeze su gatarmıydım” diyerek misafirlerini kovmaktan beter ederken telef olan pekmezine içi yanıyordu.