Sevgili Benjamin:

Sana bir hikâye anlatacağım. Sakın anlatacaklarımı biliyorum ukalalığı ile karşılık vermeye kalkışma. Beni dinlemeni istediğimden bu hikâyeyi anlatıyorum.

Benim torunum olarak bu kadar kötülüğü yapacağını, etrafına topladığın fanatiklerle, uzaklardan seni destekleyen ahmaklarla bu gözü dönmüşlüğe başvuracağınızı, acıma duygunuzu, insan olma erdeminizi yitireceğinizi bilseydik, hiç birimiz o ölüm kamplarından kurtulmak için direnmezdik, haykırmazdık. O kadar kötülüğe asla katlanmazdık. Ve bu hikâyeyi anlatacak kimselerde kalmazdı. Bize utancı yaşatanlardan daha utanç verici halinizi görmezdik. Aynı Tanrı’nın çocuklarının birbirlerine vahşet, dehşet uygulamasının acılarına katlanmak zorunda oluşumuzun utancını yaşamazdık. Bizlere kötülük yaşatanları asla lanetlemezdik.

Kampın; ücra, soğuk, ürpertici, karanlık bir köşesindeyiz. Yanımda zamanından önce yaşlanmış, avurtları çökmüş, bakışları ölgünleşmiş, umudunu yitirmiş, sıska bedeniyle, ağarmış saçlarıyla, uzamış sakallarıyla, açlıktan nefesini içinden alan, çıplak ıslak betonda oturtan deden İzak’la, uzaklara, geçmişin uzaklarına dalıyor Meir ninen…

Yanı başımızda; sıra sıra canlı olup olmadıkları anlaşılamayan, gözlerinin kapağı zoraki açılan, mecali tükenmiş, nefesi tükenmiş, hırıltılara karışan nefesleriyle, çaresizce bitkin, yorgun annelerinin kurumuş memelerinden bir damla süt alabilmek için çırpınan sefil bebekler. Sıra sıra birbirinden habersiz, birbirine yabancı, birbirinden uzak binlerce çaresiz, yaşamları azgınların, fanatiklerin, insanlığını yitirmişlerin insafına bırakılan dirençsiz, umutsuz kalabalık. Tıpkı senin bugün bombalar yağdırmaktan keyif aldığın, sokaklarında çaresizce koşuşturan, sığınaklar arayanlar gibiydik… Kimsesiz ve yapayalnız…

Her şey çabucak gelişmiş ve aniden mi gelişmiş miydi veya bize mi öyle gelmişti, bilemiyorum. Gösterişten uzak, kendi halinde yaşamını sürdürmeye çalışan sıradan bir aileydik. 1.büyük paylaşım savaşında ağır bir yara almış, ruhuyla birlikte onuru da elinden alınmış hissiyatına sürüklenmiş bir ülkenin sıradan bireyleriydik.

Onurumuzu teslim eden muktedirlerin yerini hamaset nutuklarıyla ruhları okşayan ve ayaklandırmaya çalışan yeni muktedirler almaya başlamıştı. Bütün mesele; nefreti çoğaltmak, intikam duygusunu yüreklere kazıyıp ruhları ele geçirmekten geçiyordu. Senin şimdi yaptıklarının benzeri…Adım adım geliyordu, gelmekte olan…

Ölüm bizi kamplarına çağırdığında sürüklendik oraya, her şeyi geride bırakarak. Aynı Tanrı’nın çocuklarının birbirini Tanrı adına cezalandırmasının utancıyla. İnsan seliydik. Önü, arkası olmayan, sayılara sığmayan; çocuk, kadın, yaşlı, genç hepimizdik. Veya hiçbirimiz. Gestapo’nun kılıcı etrafımızda dolaşırken, Nazi’nin fırınları yakılmamız, yok edilmemiz için ateşlenmişti. Tıpkı senin bugün bomba yağdırdığın, ölüm kustuğun çaresizler gibiydik. Birbirimize tutunmaya çalışıyor, tutunacak, gizlenecek yer bulamıyorduk.

SS’lerin, SA’ların ölüm sandıklarında sadece değersiz birer sayıydık. Sayılmaya bile değer görülmeyen toplu mezarlarda üzerine toprak örtülen cesetlerdik. Toprağın altından bakıyorum ve bizlere acıları yaşatanların desteğiyle senin uyguladıklarını gördükçe kahır oluyorum. Lanetlenmiştik ve lanetli olduğumuzdan eziyeti ve ölümü hak ediyorduk. Bir avuç iyi yürekli, vicdanlı Alman’ın dışında acılarımızı anlayan da, dillendiren de, karşı çıkan da olmamıştı veya kalmamıştı. O bir avuç iyi yürekli insana da tahammül edemediler. Onlar bedenlerini verirken kötülüğün bitmesi uğruna direndiler, onurlarını korudular, onurlarımızı korumaya çalıştılar. Korkunun esir aldığı çoğunluk sessizce izledi vesuça ortak olmanın utancını yaşadı mı bilemiyorum. Tıpkı bugün senin zulmüne, vahşetine, dehşetine, ölüm kusan makinelerine, bombalarına sessiz kalan çoğunluğun suç ortaklığı gibi…

Öldürdüğün insanlığın çaresiz bakışları altında yaşamaya çalışan, sığınaklar arayan kimsesizlerin, güçsüzlerin yakarmaları, yalvarışları seni uykunda huzursuz etmiyorsa yitirmişsin bütün insani meziyetlerini. Sana söyleyecek çok sözüm olmakla birlikte, sözün bittiği yerdeyiz. Vicdanını ele geçiren; öfkeni, kinini, nefretini yok etmediğin sürece çocuklarının, torunlarının huzur bulacağını düşünüyorsan, büyük bir yanılgı içerisindesin.

Sevgili Benjamin;

Sana halen sevgiyle hitap etmemin altındaki gerçek; ölümün kıyısında, karanlığında, yalnızlığında hayatta kalmaya çalıştığımız o ölüm kamplarında bugünlerinizi aydınlatma umudumuzu taşımak isteğimiz, yalnızlıktan kurtulma arzumuz bizim tutunmamızı sağladı. Ve sizlerin bu kadar kötülük üreteceğiniz, bulaştıracağınız ve uygulayacağınız düşüncesine asla sahip olmayışımızdandır.

Sevgili Benjamin;

Muktedirliğin acımasız ve utanç yüzünü sergilemenden, çaresizleri bitkin, yorgun, aç, sefil, korumasız bırakarak açık zindanlarda yaşamaya mecbur bırakmandan utanç duymakta yetmiyor. Sana ve avenene kırgınım, kızgınım, öfkeliyim. Çivisi çıkmış dünyanın kalan çivilerini de çıkarma ahlaksızlığına sürüklenmiş olmanın utancını yaşattın ya, bana ve dedene mezarımızdaki huzurumuzu da elimizden aldın. Sen yaşattığın bu acılardan sonra huzur bulacağını, toplumunun güvende olacağını düşünüyorsan yanılıyorsun. Onların torunları bir gün hayatta kalan dedelerinden, ninelerinden dinledikleri acıların intikamını almak için nefreti büyütecekler içlerinde… Senin torunların rahat yüzü görmeyecek, huzur asla yaşamayacaklar.

Sevgili Benjamin;

Bugün sana omuz veren, sırtını sıvazlayan batının “medeniyetin” muktedirlerine fazla güvenip, bel bağlama… Onlar, bizi Nazilerin ölüm kamplarına toplayanları sessizce izlediler, haykırışlarımız onlara inilti gibi ulaştı, milyonlarımızın ölümü onları ilgilendirmiyordu. Ne zamanki çıkarları tehlikeye girdi, canavarlaştılar. Onların vicdanlarını ele geçiren veba virüsü bulaşıcıdır. Uzak dur desem, beni dinler misin bilmiyorum.

Sevgili Benjamin;

Bu, huzurumu yitirdiğim mezarımdan sana son çağrımdır. Uyup uymamak senin bileceğin bir şeydir. Ancak sözüme kulak vermesen; huzur ne sana, ne çocuklarına, ne de torunlarına asla uğramayacak bilesin. Siyasal dilini; kir ve kan üzerine inşa edersen çıkmaz sokağa sürüklenir, bataklıkta çırpınırsın. Çırpındıkça acıları haklılaştırmak için yeni yalanlara sarılır, kan ve kiri çoğaltmaktan başka bir sonuç alamazsın. Unutma ki bize soykırım uygulayarak acılara sürükleyen Nazi’lerde aynı dili kullandılar. Bütün muktedirler aynı yalan dili kullanırlar. “Siyasal dil; yalanları doğru, cinayetleri saygın göstermek ve içi tamamen boş sözlere doluymuş görüntüsü vermek amacıyla tasarlanmıştır. Belli farklılıklarla muhafazakârlardan anarşistlere tüm siyasi taraflar için doğrudur bu.” Bu dili kullanarak kötülüklerinin üstünü örtemezsin. Sonucu bir felaket, asırlar sarkacak bir acı ve intikam duygusunun yerleşmesidir. Çocuklarına, torunlarına temiz bir geleceği emanet olarak bırakmak istiyorsan şiddet ve dilini yaşam biçiminden çıkar. Benim tavsiyelerime uyup uymaman senin lanetlenmişliğinle erdemin arasındaki ince çizgide saklıdır.