Sevgili Benjamin;
Bu sana seksen yıl sonra on altı ay içerisinde yazmak zorunda olduğum ikinci mektup. Hayal kırıklığı ve gönül kırıklığı içerisinde olduğumu baştan belirtmeliyim.
Birinci mektubumun cevapsız kalmasının ve düşüncelerimin dikkate alınmamasının ıstırabını ikinci dünyamda derinden yaşadığımı belirtmeme bilmem gerek var mı?
Büyük annen Meir ve deden İshak’ın yaklaşık yüz yıl önce Nazi despotlarının çizmeleri altında yaşadıklarından ve yaşatılanlardan hiç ders almadığının hüznü ile mezarımda ikinci cehennemi yaşadığımı sana nasıl anlatmalı ki!
Tarih tekerrür etmez oğul… Tarih ders alınması içindir. Sen asırlardır atalarının yaşadıklarından, insanlığın acılarından ders almamışsın. Acıların sadece yeni sonu gelmez acıların kapılarını aralayacağını, acı yaşatanların bir gün muhakkak bunun bedelini ödeyeceğini de anlamamışsın. Sen, çocuklarının, torunlarının geleceği için bu kadar zulmü, kıyımı, kanı, ölümü gerçekleştirdiğini söyleyeceksen ki, kabul edilmesi mümkün değildir.
Nazi despotlarının postalları altında bizler zulmü yaşarken, sığınacak bir kuytuluk, kaçacak bir delik, nefes alacak hava ararken zamanının muktedirlerinin sessizliği ve umursamaz bakışları üzerimizdeydi. Vebalıydık. Kaçıyordu bizlerden, çoğunluk. Ruhları satın alınan çoğunluk bizi lanetlemişti. Tıpkı bugün molozlar, yıkıntılar altında hayatta kalmak isteyen, gökyüzünün sızıntısı ışığına hasret, senin yok etmek istediğin insanlar gibiydik.
İyi insanların tükenmediği ve hep var olacağına inandığım küçük bir grubun çığlıkları ve yardım elleri güç verdi, hayata bağladı. Tıpkı bugün Tel Aviv sokaklarında ölüme, kıyıma, kine, öfkeye, ihtirasa karşı çıkan soydaşlarımdan bir azınlığın var olmasının umudunu korumamı sağladığı gibi…
Sevgili Benjamin;
Sana sevgiyle hitap etmenin tuhaflığını biliyorum. Ancak; ölüm ve yıkım arasında da olsa nezaketimi, inceliğimi yitirmek istemiyorum. Belki de bu hitapla çelikleşmiş, karalar bağlamış kalbin yumuşar, seni umutlu düşüncelere sürükler.
Bak oğul;
Doksan yıl önce Nazi canavarlarının dipçik darbeleriyle evlerimizden edildiğimizde, toplama kamplarına nefes alan birer ceset olarak tıkıldığımızda, gaz odalarında toplu imha edildiğimizde, hayvan gibi ölüm trenlerinde istiflendiğimizde; dünyanın muktedirleri ne yapıyordu dersin; uzaktan sadece seyrediyorlardı. Tıpkı bugün senin yaptıklarını seyrettikleri gibi… Arada timsah gözyaşları dökmenin inceliğini göstermekten de uzak durmuyorlardı. Kınama mesajlarının etkileyiciliğini de unutmuyorum. Gücü elinde tutan o muktedirler konuşuyorlardı; ölçüsüz davranmayın… Sanki elimizde direnecek gücümüz, silahımız varmış gibi… Utanmaz o muktedirler. Bugün senin sırtını sıvazlayan muktedirler gibi… Ancak geleceğini ve geleceklerinizi yok ettiğini, asla ve asla huzurlu bir geleceği çocuklarının ve torunlarının yaşamayacağını da bilmelisin.
Toplu kıyımlarla, toplu ölümlerle bizler yok edilemediğimize göre, sen de yok edemezsin. Sadece lanetle anılırsın. Tıpkı Hitler ve şürekâsının lanetlenmesi gibi… Ve geride derin acılar, derin yaralar bırakırsın miras olarak. O kötü miras tükenmez düşmanlıklar üretmekten ve sürdürmekten başka bir işe yaramaz ki!
Geleceğini, geleceğinizi ihtiraslarına kurban etme!
Aynı Tanrı’nın çocuklarına duyduğun; bu kin, bu öfke, bu nefret niye ki!
Aynı Tanrı’ya inanan Musa’nın çocuklarının, İsa’nın çocuklarının, Muhammed’in çocuklarının birbirilerini katletmelerini de anlamış değilim. Zavallı insanlık…
Sevgili Benjamin;
Benim ve dedenin Tanrı’nın evinde, ebedi yuvamızda huzur bulmasını istiyorsan ellerini ölüm makinelerinden çek, uzak tut. Bütün enerjini halkının refahına, huzuruna ada ki! Asırlara sarkan ismin iyilikle anılsın. Unutma ki mazlumların çığlıkları zalimlerin sefaletinin ve acılı sonlarının habercisidir.
Sevgili oğul; Kutsal topraklarını Dante’nin cehennem vadisine dönüştürdüğünü göremeyecek kadar güç zehirlenmesi yaşıyorsun. O toprakların torunların için kıyım vadisine dönüşeceğini unutma… Senin yokluğunda ölüm onları toplu yakalayacak ve seni lanetleyecekler. Halkının iyi yürekli insanlarına bu kötülüğü yapma… Yarattığın enkazın kendi enkazın olduğunu da unutma… “Vaat edilmiş kutsal topraklar” masalını bir tarafa bırak. Hayatın gerçeklerine dön ki; soydaşların kâbus, korku yüklü uykularından kurtulup, huzurla uyusunlar. Öncülün Şatilla kasabı Şaron’un ıstıraplı ölümü de seni uyandırmıyorsa sözün bittiği yerdesin. Lanetim üzerinde olacak unutma….