Kırşehir serin bir Mayıs ayını geride bıraktı. Kırşehir’in öz bir evladı olarak, beni onur ve haysiyette büyütün bu topraklara karşı elbette söylem sorumluluğum vardır.

Kırşehir serin bir Mayıs ayını geride bıraktı.
Kırşehir’in öz bir evladı olarak, beni onur ve haysiyette büyütün bu topraklara karşı elbette söylem sorumluluğum vardır.
Değerli “Kırşehir Çiğdem” okurlarım her zaman olduğu gibi, bu kez de yazdıklarımdan çıkaracakları dersler olacağını düşünüyorum.
Düzen, sizi zaman zaman kişiliğinizi yitirmeye zorlayabilir. Bor zorlamaya yenilenlerin sayısı az değil. Yaşamın her alanında bu kişilik zafiyetinin gelişimiyle; sosyal yaşamdan siyasal yaşama, siyasal yaşamdan iş hayatına, iş hayatından ikili ilişkilere kadar çok örnek verilebilir.
Vekil olmuş mesela, bir avukat, ne bileyim bir doktor, vs...
Bir siyasi kurumun başkanı, kaymakam olmuş, vali olmuş, müdür olmuş, memur olmuş, şu olmuş bu olmuş, v.s... Lakin adam olamamış. Adamlıktan nasibini almamış. O saklandıkları lacivert takımlarını, salt kendilerine yarayan o sözde güçlerini, o derin buğu kokan mavi boncuklarını elinizin tersiyle bir kenara taşısanız, gördüklerinize, göreceklerinize inanamazsınız ; keza dünyaları günah, dünyaları gasp, dünyaları karanlık, dünyaları insan kalmanın gerçeğinden uzak bir hiçlik dolu.
Satılmış gazetecisi, denklemsiz öğretmeni, malzemeden çalan müteahhidi, çalışanın emeğini çalan iş vereni, kurumları zarara uğratan özel kuruluşlar (eğitim gibi, hastane gibi), devlet makamlarını hiçe uğratan idareciler, torpilciler, genelgeciler, siyasi parti kaynaklarını hem para, hem güç ile hamutuyla götüren liderler, işçiyi soğuğun sıcağın alnında acımasızca çalıştırıp hiç bir sosyal güvenlik ve kazanç hakkını ödemeden, ihale bedelini alıp, esnafa kadar dolandıran iz olan ihale şirketleri, bu şirketleri denetimsizlikle başı boş bırakan göbeği iri yüreği pislik içinde kurul takımları. Elbette alayı değil, lakin çoğunluğa bu sistemin içinde. Kimi imamcı, kimi Atatürkçü Ürgüp, Avanos, Nevşehir meyhanelerini mesken tutan, Ankara pavyonlarında dansöz oynatan berduş takımları ile bu ülkeyi müreffeh, demokratik, kalkınan, üreten, devletin çıkarlarını gözeten bir sistemi kurmak ne mümkün ?
Bakmayın ''adamım'' diye gezdiklerine..
Devleti soyan soyana, edindiği kurum makamlarını kötüye kullanan kullanana.
“Ben AKP'liyim” diye Recep Tayyip Erdoğan'ın gücünü kötüye kullanan kullananlara.
“Ben CHP'liyim” diye Atatürk'ü sömüren sömürene.
Halka kafa tutan tutana.
Kurum kasalarını yutan yutana.
Kurum dosyalarını sümen altına atan atana.
Bırakıp halkının, vatanının, itibarının güzelliğini, onursuzluğun altına yatan yatana.
Kişisel ve yazımsal gelişimimde bana çokça destekleri olan ağabeylerimden bir tanesi hep şöyle der:
''Doğru ol, varsın doğrularınla yaksınlar seni, ama sen doğrularınla giderken, ipe ardından şerefsizleri de götür. Nitekim, Allah yanına bırakmıyor, doğruluğa bıçak çekenin.”
FETÖ ile ilişkilerini keskinleştirip, FETÖ referanssız hiç bir kurumsal işlerin çözülmediğini hatırlıyoruz. Şimdi ise durum daha farklı.
FETÖ'den kaçan kaçana…
Önceleri FETÖ'den yediklerini kusan kusana.
Ona buna iftira atan atana, efendilerinin eteğinden çıkan çıkana.
Bu ülkede şehitler geliyor, ekonomi can çekişiyor, kıyımlar yapılıyor, tecavüzler yoğunlaşıyor, kültür yozlaşıyor, şeytanın borazanlığını yapan imamlar hortluyor, saygı ve sevgi yerini çatışmaya bırakıyor…
Emek gasp ediliyor, alın teri sömürülüyor, yolsuzluklar ayyuka çıkıyor.. Niye? Çünkü vicdansızlığınızdan.
Hatta, AKP'nin iktidarı ile devlet ve millet olmayı kabul edemiyor.
CHP'nin muhalefetiyle geçinmeyi bilmiyor iseniz yine sizden, yine fesatlığınızdan, fırsatçılığınızdandır.
Halkın ve ülkenin başına ne geliyorsa, ortalıklarda gezinen neidüğü belirsiz bu böcek sürülerinden geliyor. Bu adamları beş paraya sayanlardan geliyor.
Ve insan kalmanın omurgası orta yerinden, büyük bir travmayla kırılıyor.