Hep söylüyorum ya “Türkiye’de kafayı yememek için, kafayı yemiş olmak lazım” diye. Aynen o durumdayız. Beynimizi yanmaktan korumak için amansız bir mücadele içindeyiz.
Konuya girmeden önce şunu açık, net ve peşin olarak belirteyim ki; En kötü barış, en iyi savaştan iyidir. Tüm olumsuzlukların, kederlerin, zulümlerin, adaletsizliklerin kaynağı kesinlikle savaştır. O nedenle söyleyeceklerim asla başka yönlere çekilmemeli. Barış için gösterilen her çaba, her emek, çok kıymetlidir, huzur ve mutluluk duvarına örülmüş bir tuğladır.
Türkiye’de 10 günde yaşanan gelişmeler, herhangi bir Avrupa ülkesinde 10 yılda yaşanmaz. Gündemi takip etmek, olacakları tahmin etmek mümkün değil.
Ülke gündeminde beynimizi yakan olağanüstü çok gelişmeler oluyor her geçen gün. Ama hepsini ne değerlendirebilmek, ne de toparlayabilmek imkânsız. Onun için ben bugün gündemin en can alıcı konusuna değinmeye çalışacağım: Barış süreci.
Kim derdi ki, 47 yıldır 50 binden fazla insanın ölümüne, binlerce insanın evinden, köyünden göçmesine, milyarlarca dolarlık bütçeye, büyük acılara yol açan terör ortamından kurtulmak için ‘’Barış sürecinin kurucu önderliği’’ görevini Devlet Bahçeli’nin üstleneceği kimin aklına gelirdi? Elbette devletin çeşitli organlarının uzun süredir yaptığı görüşmeler, PKK’ya 47 yıldır silah, ilaç, elbise, araç, gıda gibi ihtiyaçları hibe ederek veya satarak karşılayan, başta ABD, İsrail, Rusya, Almanya, İngiltere olmak üzere ilgili tüm ülkelerin de devreye girmesiyle, bu noktaya kadar gelindi ve startı da Bahçeli verdi. Ama yıllardır 1991’den bu yana kurulan DEM Parti çizgisindeki tüm partilere en sert muhalefeti yapan en ağır sözleri sarfeden Bahçeli’nin bu tavrı ve sembolik silah bırakma töreninden sonra, ‘’PKK’nın kurucu önderi’’ olarak hitap ettiği Öcalan’a, HDP eski genel başkanı Selahattin Demirtaş’a, DEM’li Pervin Buldan’a ayrı ayrı teşekkür etmesi, her kesimde beyinleri yakarcasına büyük şaşkınlık yarattı.
Ama sonuçta barış için çok önemli bir adım atılması, Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Hayatın hiçbir alanında tek kurşunun atılmaması, çatışmaların kökten sona ermesi ve acılı günlerin geride kalması herkesin ortak dileğidir. Bundan sonraki süreç ve atılacak adımlar da çok önemlidir. Barışın sağlanması kadar, korunması ve kurumsal hale gelmesi de olmazsa olmazdır. Bunun için de terörsüz Türkiye yetmez, terörsüz ve demokratik bir Türkiye hedefi esas olmalıdır.
* * *
Bu süreçteki en önemli tehlike, barışın sağlanmasıyla rantları kesilecek, egemenlikleri sona erecek, çıkarları zarar görecek bazı kesimlerin, provokasyonlarla, dedikodularla, kumpaslarla yeniden çatışma ortamı yaratmaya çalışabilecek olmalarıdır. Son derece dikkatli olunması ve oyunlara gelinmemesi için herkesin açık, şeffaf ve samimi biçimde sürece katkı vermesi gerekir. Bunun için en büyük görev de siyasilere ve mülki ve yerel yöneticilere düşmektedir. Herkes bulunduğu ilde, ilçede sürekli bir iletişim halinde olmalı. Örneğin Meclis’te kurulacak bir komisyon gibi Kırşehir’de de Valilik, Belediye, tüm siyasi partiler ve hatta sivil toplum kuruluşlarının da içinde olacağı bir komisyon kurularak Meclis Komisyonu’nun alacağı kararları yerel bazda hayata geçirmeli, bozgunculara karşı halk sürekli uyarılmalıdır.