Önceki gün bir dostum yanıma gelerek geçtiğimiz günlerdeki köşe yazımdan çok etkilendiğini ve yaşadığı vefasızlıkları anlattı.

Bu dostum öyle vefasızlıklar yaşamış ki, dertli mi dertli, öfkeli mi öfkeliydi…

Kırşehir’de yaşadıkları vefasızlıkları üzüntüyle anlatan hemşehrim bakın neler söylüyor:

“Çocukluğumdan bu yana kimseyi kırmadım. Kim kapımı çaldıysa elimden gelen yardım ve desteği sağladım. Atımla, arabamla, eşimle, çocuklarımla onların iyi gününde, kötü gününde yanında oldum. Çok şükür muhannete muhtaç değilim. Gelirimle, giderimi rahatlıkla karşılıyorum. Nice akrabalarımın, dostlarımın sorununa yardımcı oldum. Tabi bunları karşılıksız yaptım. Bir süre önce arabamı sattım, yenisini de alamadım. Kafama uyan istediğim model ve aracı araştırıyorum. Bir yere gitmem gerekti, yıllarca benim arabamı kullanan bir yakınımı arayarak arabasını istedim. Keşke istemeseydim. Kırk dereden kırk su getirerek arabasını vermek istemedi. Bu durum karşısında beynimden vurulmuşa döndüm. Birkaç saat sonra ne olduysa arabasını verebileceğini söyledi, üzüldüm almadım. Bu benim için büyük bir ders oldu. Yine kredi kartım için bir miktar param eksikti, yıllarca her istediğinde yardım ettiğim, para verdiğim arkadaşımdan 300 lira gibi bir destek istedim, o da aynı şekilde evirdi, çevirdi, kıvırdı, yardım etmedi. Artık dersimi aldım, bundan sonra iyilik mi, yardım mı? Tövbe…”

Ah hemşehrim ah, yeni mi anladın insanların vefasız ve ekmeksiz olduğunu?

Dün her şeyiyle yanında olduğun insanların bugün sana sırt çevireceğini bilseydin böyle yapar mıydın?

İnsanlarda vicdan denen bir şey var, her türlü hatalarına ve yanlışlarına rağmen yardım ve destekte bulunuyorsun, sonra köstek görüyorsun olacak iş mi bu?

Bu durum elbette insanların karakteri ve mayasıyla ilgili olsa gerek.

Benim bildiğim vefalı insan, dostluklarını çıkar amaç üzerine kurmayan, bir lafı yanlış anlayıp ta pire için yorgan yakmayan, başında beraberken sonunu getirebilen, sıkıntısını çok rahatlıkla anlatabilen, yapılan hatanın yanlış olduğunu söyleyebilendir.

Vefalı veya vefasız insanı anlamak hem kolay, hem zordur.

Kolay tarafı bazı insanlar vardır. İlk bakışta ilk konuşmada kendini bulursun, için kaynar sanki bir hayat boyu onu tanıyorsun o da seni tanıyor arkadaş olur, dost oluverirsin. Hele sen bir düşte gör! O zaman anlarsın vefalı olup olmadığını…

Acaba vefa nedir bilen ve anlayan, bunun gereklerini yerine getiren var mı? 

Vefa her zaman kendini düşünmek değil, kendi çıkarına ters düşse de koşulsuz dostuna destek vermektir.

Ama günümüzde ne yazık ki vefalı insan bulmak çok zor. Çünkü bir hayat boyu ancak vefalı diyeceğin topu topu 3-5 kişidir. Sanma ki 15-25. İnanma yalandır,

Hoşgörülü olmak, mütevazi olmak kimde ne derece var ilk önce onu anlamak lâzım.

Dön bir bak etrafına, çevrene vefalı kim var? Eğer bulabilirsen muhakkak ki nefsini yenmiş insanlardır. Çoğunluğu iyi gün dostu!

Her şeyiyle kefil olduğun, güvendiğin, sırtını dayadığın öyle güveneceğin kaç dostun var ki şu Kırşehir’de?

Elbette herkes kendini güvende hissetmek ister. İnsanın ihtiyacı ve huzuru güvendir. Vefasızlık gördüğümüzde de sinirlerimizin zıplamasının sebebi, başkaları üzerine kurduğumuz güven duvarlarının yıkılmasıyla kendimizi açıkta hissetmemizdir. Verdiğimiz emeğin heba oluşunu düşünmemizdir.

Şöyle bir etrafımıza baktığımızda vefakâr insan yok denecek kadar azdır.

Vefasız insanların özelliği “benmerkezci!” olmalarıdır. Kendinden başka hiçbir şeyi ve kimseyi düşünmezler. Düşünüyormuş gibi yaparlar. O da rahatları bozulmasın diye.

Yaptıkları her şeyin sonu kendi menfaatlerini sürdürecek ya da kapı açacak bir neden doğrultusunda yapılır. Böyle insanlarda ne merhameti, ne de sevgiyi göremezsiniz. Bir süre sonra midenizi bulandırır bu tutum ve davranışlar. Zaman geçtikçe anlarsınız ki insanı insan yapan vefasıdır.

Vefasız insan bu şekilde yaşamayı normal görür. Kendini akıllı ve zeki, karşısındaki geri zekâlı gören bu tipler, menfaatine ters düşen durumlarda her türlü riyakârlığı, ahlâksızlığı ve saygısızlığı ortaya koyarlar ki zeytinyağı gibi bir de üste çıkarlar!

O kadar hadsiz, o kadar kendini bilmezdirler ki neresinden başlasam laf anlatmaya dersiniz de vazgeçersiniz. Dünyayı da ayağının altına serseniz o işine gelmeyen tek bir durumda sanki hiçbiri yokmuş gibi saldırır. Duruşuyla, bakışıyla, sözüyle, davranışıyla saldırır. Bazen de yapacağınız şeyleri engellemeye çalışarak, fitneyle… Çünkü onun istediği olmadıysa hiç kimsenin istediği olmamalı, huzuru olmamalı, zaman durmalı…

İşte böyle nankör insanlar yapılan her şeyi kendisine hak görür. Yani siz ona bir iyilik etmiyorsunuz. Bunun kıymetini bilmek zorunda ya da size teşekkür etmek zorunda değildir. Buna da kendince sebepler, hikâyeler uydurur. Böylece kendisine bir iyilik yapıldığını kabul etmez. Bu olması gerekendi zaten diye düşünür.

Kendisine yapılanın iyilik olduğunu kabul etse dahi canını sıkan bir şey olduğunda hiç yokmuş gibi sayabilir, “Yaptıysa yaptı ne yapayım!” şeklinde de düşünebilir.

Bu tarz insanlar insanlığını kaybetmiş, her şeyi menfaat üstüne kurmuş kurnaz ve kendini akıllı sanan zavallılardır bence.

Hani güzel bir söz vardır “Vefasızlık münafığın hasleti, vicdansızın, bencilin, nankör ve kadir bilmezin ahlâkıdır…”

Yani gâvura yedirseniz, içirseniz, sırtınızda taşısanız, yaranamayacağınız gibi tam tersi size olan düşmanlığını artırmaktan başka hiçbir şey yapmış olamazsınız…

Oysa nasıl bir anlayıştır ki yedirseniz, içirseniz dahi daha fazla düşman olabiliyor insanoğlu?

Ya da yıllardır yaptığınız yardımları, destekleri bir kalemde unutup ta yaptığı bir hatayı görmemezlikten geldiğinizde ya da bir ayıbını örttüğünüzde daha da arsızlaşabiliyor?

Vefasızlığın, bencilliğin, hasetliğin, çekememezliğin günden güne arttığı bir süreçten geçerken, vefalı insanların suçu ne acaba ki?

Hep vefalı insanlar etrafındaki bir sürü insanın kahrını eziyetini çekmek zorunda mı kalacak?

Kırşehir’de hep birlikte yaşıyor ve görüyoruz. ”Köprüyü geçene kadar ayıya dayı, köprüyü geçtikten sonra sen sağ ben selamet!” diyenler…

İnsanlar o kadar vahşileşmiş durumdadır ki bir tane vefalı insan görseler sömürmeye, iftira atmaya, tüm hınçlarını bu insanın insaniyetinden çıkarmaya çalışırlar. Bu da bize vefalı insanların kendi kıymet ve değerlerini bilmesi gerektiğini, ne olursa olsun ölçülü olup kendini insanlara ezdirmemesi gerektiğini gösteriyor.

Allah insanlara güzel ahlakı sömürülsünler diye değil, kendisine yakınlaşma vesilesi olsun diye, örnek alınsın diye, ilişkilerimiz sağlıklı olsun diye verdi.

Peki, kaçımız buna uyuyoruz? Aklımıza bile gelmiyor. Öyle bir gaflet içindeyiz ki ya sıkıntıda olduğumuzda ya da bir isteğimiz olduğunda hatırlamaktan ileriye geçemiyoruz.

Dünya nimetlerine kendini kaptıran, vefasızlığı kendimize şiar edinmiş bir topluluk oluveriyoruz maalesef…

Fazla edebiyat parçalamaya gerek yok. Vefasızlığın kol gezdiği, arkadaşlıkların, dostlukların, akrabalıkların menfaat üzerine kurulduğu bir süreçten geçerken, vefa aramak sanki hayal gibi geliyor bana…

Kırşehir’de 40 yıldır gazetecilik yapan birisi olarak bu vefasızlıkları çok yaşadım, hangi birini anlatayım ki…

Adamı yazar çizer, destekler, her türlü haberine yer verirsin, bir yanlışlığını eleştirince senden kötüsü olmuyor maalesef…

Bir süre önce yazdığım bir yazıdan sonra bir muhterem “Ben böyle demedim!” diyerek kendini kurtarmaya çalıştı. Oysa ben bu vefasız için ne haberler, ne yorumlar yapmıştım.

Şimdi ben ne yapayım, dizlerimi mi döveyim, vefasızlığına mı yanayım?

Yazımı Mevlana’nın şu veciz sözü ile noktalayayım:

“Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimseden vefa arama! Bu dünyanın vefası bile vefasızdır.”

Ben de buna uyuyor, kimsede vefa aramıyorum.

Ne diyeyim o zaman yolunuz ve bahtınız açık olsun vefasızlar!...

Yine de Allah’ım herkese gerçek vefalı dostlar nasip etsin…

Yoksa bu kadar zor olan insanlar arasında mücadele çok zor, hem de çok zor!...

 

***

 

Biraz da güllelim!

 

Antepli ve Papağan

 

İstanbul’a iş için gelen Gaziantepli bir ağa acıkan karnını doyurmak için bir lokantadan girmiş.

Lokantanın kapısında duran papağan:

“Hoş geldin Antepli, hoş geldin Antepli” diyerek karşılamış ağayı.

Bu durum ağanın çok hoşuna gitmiş.

Lokantanın sahibini çağırmış yanına:

“Bu kuş benim Antepli olduğumu nerden anladı?” diye sormuş.

Lokantanın sahibi:

“O çok zeki bir hayvandır, içeri girenin nereli olduğunu hemen anlar” demiş.

Ağa papağanı ona satması için adama baskı yapmış ve büyük paralar teklif etmiş.

Papağanı satmak istemeyen ama teklif edilen para karşısında da kayıtsız kalamayan lokanta sahibi:

“Bu papağan bizim işletmemizin simgesi, satamayız. Ancak siz isterseniz bunun yumurtalarından satarım size, bunun yavruları da aynı bunun gibi zeki olur” demiş.

Hayli yüksek bir fiyata yumurtaları almayı kabul etmiş Antepli ağa.

Lokantacı söz vermiş ama ortada yumurta yok!

Girmiş kilere, eline bir sepet almış önüne ne yumurtası gelirse doldurmuş; tavuk yumurtası, hindi yumurtası, bıldırcın yumurtası…

Ağaya sepeti vermiş. Ağa heyecanla Antep’e dönmüş. Aşireti toplamış ve “Antep’i meşhur edicez. Bu yumurtaların anası adamı görür görmez nereli olduğunu anlıyor. Ondan doğanlar da onun kadar zeki olur, hemen bir kuluçka makinesi bulun, yavruları bir an önce alalım” der.

Kuluçka makinesi bulunur, yumurtalar özenle kuluçkaya yatırılır ve aşiret beklemeye başlar. Bir süre sonra civcivler çıkmaya başlar. Ama ortada bi gariplik vardır, yumurtalardan çıkan yavrular tavuk, hindi, bıldırcın yavrularıdır.

Ağa beyninden vurulmuşa döner ve hemen İstanbul’un yolunu tutar, yumurtaları aldığı lokantaya gelir.

Papağan yine kapı girişindedir, ağayı görünce başlar:

“Hoş geldin keriz Antepli, hoş geldin keriz Antepli…”

Ağa papağanın kulağına eğilir:

“Benim keriz olduğumu bir tek sen biliyorsun ama senin kimlerle yattığını bütün Antepli biliyor” der…

 

***

 

Sevdiğim bir söz

“İnsan düşmekten değil, düşerse hadi kalk diyebilecek bir dost sesi duyamamaktan korkar.” Aldous Huxley