Eskiden kullandığımız ve herkesin aradığı bir kriter vardı “adam olmak!”… Evet bu söz de pek çok deyimlerimiz gibi, ya da aradığımız kıstaslardan çıktı dersek “yapma ya!” demeyin sakın! Dedim ya eskiden adam olmak çok önemliydi. Adam olmak ayrı, insan olmak ayrıydı.
Eskiden kullandığımız ve herkesin aradığı bir kriter vardı “adam olmak!”…Evet bu söz de pek çok deyimlerimiz gibi, ya da aradığımız kıstaslardan çıktı dersek “yapma ya!” demeyin sakın!
Dedim ya eskiden adam olmak çok önemliydi.
Adam olmak ayrı, insan olmak ayrıydı.
Bilen bilir, bilmem bu hikâyeyi bilmeyen var mıdır?
Adam oğluna “hep sen adam olamazsın” dermiş. Oğlu da “İleride göreceksin nasıl bir adam olduğu mu” diye cevap verirmiş.
Aradan yıllar geçer, delikanlı okur ve bir ile Vali olur ve Vali olduğu gün yardımcısına babasının ismini vererek; “Git falan köyde bir adam var, onu alın getirin!” der.
Emir demiri keser misali Valinin yardımcısı Valinin babasının yanına gider ve “Amca seni vali bey çağırıyor, seni götürmeye geldik!” der.
Tarlada çalışan adam “Ben yaşlı bir adamım, vali beyle ne işim var?” diyerek gitmez.
Valinin yanına giden yardımcısı, adamın gelmediğini söyleyince, Vali birden hiddetlenerek “Gidin alın, getirin!” diye talimat verir.
Bunun üzerine apar topar adımı köyden alıp getirirler, Valinin odasına çıkarırlar. Babasının içeri girmesiyle, Vali “Baba beni tanıdın mı? Bak sen bana adam olamazsın diyordun, bak ben okudum, yazdım Vali oldum” der.
“Oğlum ben sana Vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Adam olsaydın babanı böyle ayağına getirmezdin” der, oğluna…
İşte okumuş, yazmış olmak ayrı, adam olmak ayrı şey…
Bu hikâyeyi çok severim sıradan bir hikâye gibi olsa da; oldukça anlamlıdır.
Kırşehir’de okumuş, yazmış, ya da iktidarın eteklerine yapışarak makam ve mevkii sahibi olan o kadar çok adam olmayanlar var ki…
Çünkü dün cebinde çay parası olmayan, okula yırtık, pırtık elbise ile gidip gelen, beş-on kişinin yaşadığı gecekonduda büyüyüp, aç susuz kalanlar bugün onu bunu tanımıyor, geldikleri yeri unutup makamlarını da kullanarak insanlara zulmetmekten keyif alıyor!
Makam ve mevkilerinin, şan ve şöhret sarhoşluğuna kapılıp kibirli davrananların, eline üç beş kuruş geçince şişen sonradan görmelerin bu sözü aklından çıkartmamaları gerekir diye düşünüyorum.
Kırşehir’de hasbelkader iktidar partisine üye olan babasının, anasının, amcasının sayesinde bir resmi kurumda işe giren (o da özel temizlik ya da güvenlik görevlisi, aldıkları 1200-1300 lira) bu kişilerin çalıştıkları kurumda görev ve sorumluluklarını yerine getirmediklerini, bunu gören yetkililere “Benim arkamda milletvekili var, belediye başkanı, il başkanı var, ayağını denk alın!” dediklerini sıkça duymaya başladım bugünlerde…
Açlıktan nefesi kokan bu tipler, bir partiye sırtını dayayarak “salla başını, al maaşını!” diyen, ya da işe gitmeden, çalışmadan, alnı terlemeden bankamatik memuru olmak isteyen Kırşehir’de o kadar çok insan var ki?
Bankamatik memuru dedim de aklıma geldi. Acaba Kırşehir’de resmi kurum ve kuruluşlarda sözde çalışan, işe gitmeyen, başka işler yapan, ama her ay bankamatikten tıkır tıkır maaş alan kaç kişi var? Benim bildiğim 15-20 kişi var. Ya benim bilmediklerim!
Neyse konuyu dağıtmayayım konumuz adam olmak ya, adam olmayan adamcıklar!
İşsizliğin her geçen gün arttığı, göç veren Kırşehir’de adam olmayan, parası, malı, mülkü, serveti olan, insanlıktan yoksun, niceleri de var.
Dedim ya adam olmayan adamlar, eline üç kuruş geçince değiştiğini sanan nice sonradan görmeler var bu memlekette…
Vali veya bakan, belediye başkanı ya da il başkanı, ya bir kurumda müdür, şef, amir olmak adam olduğunuz anlamına gelmiyor beyler!
Adam olmak insan olduğunu unutmamak ve karşındakinin de bir insan olduğunu aklından çıkarmamaktır.
Karşındakinin yerine kendini koyabiliyorsan adam oluyor ve kendine yakıştırmadığın sözleri başkasına da söylemiyorsan bir anlamın var, yoksa beğenmediğinden farkın kalmıyor hayatta.
Hepimiz çocuklarımıza öğüt veririz, “Yavrum biz seni adam olasın diye okutuyoruz.”, “Adam olman için kırk fırın ekmek yemen lâzım.”, “Senden adam olmaz” türünden sözleri çokça söylemiş ve duymuşuzdur.
Peki, birçoğumuzun sıkça kullandığı “adam olmak” nasıl bir şeydir, bunun bir tarifi, şekli ve şemali var mıdır? Veya adam olmak için iki ayağı, iki gözü, iki kulağı olmak ya da iki ayak üzerinde yürümek yeterli midir, yoksa başka bir şey midir adam olmak?
Kimilerine göre “adam olmak” maya işidir.
Yaratılışla alakalı bir meseledir. Yani bir kimsenin mayası şayet bozuk, kumaşı kalitesiz ise ondan adam olmaz.
Günümüzde büyük çoğunluğun adamlık göstergesi; mal, mülk ve servettir. Yani bu çevreler parası olanı adamdan sayar, parası olmayanın sözüne bile itibar etmezler.
Yine günümüzde bazı anne-babalar çocuklarının adam olup olmamasını, sınav başarısına göre değerlendirirler. Okul bitirmekle, diploma sahibi olmakla adam olunacağını düşünerek; “yavrumuz okusun da adam olsun” temennisinde bulunurlar.
Oysa herhangi bir okulu bitirmekle, bir makam ve mevki sahibi olmakla adam olunamayacağını ifade etmek için; “Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır” diyen eskiler boşuna söylememişler. Ayrıca, okuyup makam-mevki sahibi olmuş ama adam olamamışların kıssalarını da çok dinlemişizdir büyüklerimizden… Tıpkı yazımın girişinde yazdığım hikâye gibi.
Adam olmanın okumakla, makam ve mevki sahibi olmakla hiçbir alakası yok.
Evet adam olmak başka şey; makam ve mevki sahibi olmak, meşhur olup tanınmak veya hesap cüzdanının kabarık olması başka şeydir.
Adam olmanın, kişinin boyu posuyla, cüssesiyle, giyim ve kuşamıyla da alakası yoktur. Nitekim Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bir beytinde bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir:
“Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok Nice elbiseler gördüm içinde insan yok.”
Evet, kişisel menfaatleri elde etmek için insanlığından ödün vermek, bir takım mevkilere ulaşabilmek için onur ve şerefini ayaklar altına alarak el-etek öpmek…
Adam olmak; dürüst, tutarlı, dik duruşlu olup şahsiyetli bir tavır takınmaktır. Adam gibi adamlar güzel ahlaklı, erdem sahibi olup korkaklığa, ikiyüzlülüğe, namertliğe kesinlikle pirim vermezler.
Evet, adam olmak için bu tür meziyetler gerekir. Zira bu meziyetleri bir insandan çekip alacak olsanız, geriye değil adam insan bile kalmaz. Sadece “insan müsveddesi” kalır.
Adam gibi adamlar davasına sımsıkı sarılıp sahip çıkarlar. Zoru görünce hemen kıvırmaz, eğilip bükülmez, omurgalı bir duruş sergileyip dimdik dururlar. Yoksa dönek, sünepe, gevşek, bukalemun gibi araziye göre renk değiştiren, davasında samimi olmayan kimselerin adamlıktan nasipleri yoktur.
***
Emine Teyze böyle işte!
Geçtiğimiz hafta bu sütunda bizim Servet Beydoğan kardeşimizin benimle nasıl dalga geçtiğini, kolum kırık bağlı olduğu için beni dilenciye benzetip, elime 50 kuruş tutuşturup çay içmemi istediğini yazmıştım.
Bunun ardından Kırşehir’de pek çok arkadaşım beni arayarak Servet kardeşime teessürlerini bildirmiştim.
Dedim ya, ben onu, kardeşini, hele annesi Hacı Emine Teyze’yi bu sütunlarda çok yazdığım için belki tepki de alıyorum, ama ne yapayım onlar bana malzeme verince yazmadan da edemiyorum, her ne kadar “bizi Ali Ağa Güm’e çevirdin!” deseler de…
Malumunuz geçtiğimiz aylarda kar nedeniyle meydana gelen trafik kazasında bizim Servet ve Hüseyin Beydoğan’ın akrabası olan Fahri Beydoğan da vefat etmişti.
Beydoğan ailesi bir hafta, on gün Kırşehirlilerin taziyelerini kabul etti.
Bizim Hacı Emine Teyze de cenaze evini bekledi taziyeler için…
Defalarca başına gelen olayları yazdığım Emine Teyze yine kendince büyük bir olay yaşamış.
Nedense bu tür olaylar hep onun başına geliyor. Yani onun başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmiyor.
Siyah paltosunu cenaze evinde askıya asıp içeride akşama kadar oturan Emine Teyze, akşam eve gitmek için kalkmış, paltosunu giyecek. Bakmış ki paltonun yerinde yeller esiyor!
Yine her zamanki gibi iki gözü iki çeşme biricik oğulları Servet ve Hüseyin Beydoğan kardeşleri arayarak “Oğlum paltomu çalmışlar” diye veryansın eder Emine Teyze.
Oğulları “Anne gelen mala gelsin, senin canın sağolsun!” demişler.
Ama Emine Teyze bu işte bakın ne cevap vermiş oğullarına:
“Çocuklar paltoya değil de cebimde 50 lira para ile bir peçetem de gitti!”
Oğulları hemen İzmir’deki özel yaptırdıkları firmayı arayarak annesi için aynı renkten 60 beden palto siparişi vermişler.
Geçtiğimiz günlerde paltoyu alan ve annesine yaptığı muzur şakalarla ün yapan Hüseyin Beydoğan, abisinden 50 lira almış ve yine kendisi gibi muzur olan, benim basın danışmanım Ramazan Karabulut’un kırtasiyeci dükkanına giderek 50 liranın fotokopisini çektirmiş, bir peçete de alarak yeni getirttiği paltonun cebine koymuş ve annesini telefonla arayarak “Anne gözün aydın, senin paltonu çalanlar getirdi. Gel de paltonu al!” demiş.
Emine Teyze, çocuklarının yeniden özel yaptırdıkları paltoyu eski paltosu sanarak sırtına geçirmiş ve “Bi…….. bak 50 liram ile peçetem de cebimde duruyor. Allah razı olsun demek ki helal süt emmiş bu kadın. Hem paltomu getirmiş, hem de cebimdekileri almamış!” diye sevinç naraları atmış!
Hüseyin ve Servet Beydoğan kardeşler iki saat annesiyle bu şekilde doğruluk ve dürüstlükten bahsettikten sonra, “Ya anne yok öyle bir şey. Sen bizim her şeyimizsin. Senin için yenisini yaptırdık. Cebindeki para fotokopi, peçeteyi de biz koyduk!” deyince Emine Teyze, kendisine yapılan şakayı yutmadığını beyan ederek “Ben sizinle kafa buldum. Bu devirde böyle hırsız mı var, çaldığını geri getirecek kadar…” diyerek basmış kahkahayı…
Neyse ben buradan çok sevdiğim Emine Teyze’ye bir kere daha geçmiş olsun dileklerimi ileterek nice sağlık ve mutluluk içinde uzun ömürler dilerim.
***
Biraz da gülelim…
Üç kâğıtçı Cemal
Parti başkanı Temel, seçimde Cemal'i aday listesine koyunca, partililer itiraz etmişler;
-“O üçkâğıtçının biridir.”
Temel:
-“Memlekette o kadar çok üçkâğıtçı vaki, Cemal de onları temsil etsun..” demiş.
***
Sevdiğim bir söz
Cesaret insanı zafere, korkaklık ise ölüme götürür.
Seneca