İnsansın beşersin doğdun ise öleceğine de inanacaksın.
Gelin gelmeyen ev olur, fakat cenaze çıkmayan ev olmaz der büyüklerimiz. İyi olmak dünyaya tamah etmeden yaşamak her insanda olmayan bir özelliktir. Bu vasfı taşıyan insan gerçekten çok şeyleri başarmıştır. Fakat çağımızda dünyaya, mala, paraya, şöhrete, makama satılmayan insanı bulmak, karanlıkta ışık aramak gibi bir durumdur, desem yanılmam.
Burada bir kıssadan hisse yazmak istiyorum. Behlül Dana bir gün saraya gider, kimseye görünmeden Harun Reşit’in makamına çıkar, makamın boş olduğunu görünce makama oturur. Harun Reşit’in korumaları Behlül’ü makamda, hem de koltukta oturduğunu görünce dövmeye başlarlar.
Harun Reşit gürültüyü duyar, makam odasına girer, askerlerin Behlül Dana’yı dövdüğünü görünce müdahale eder. Behlül’ü askerlerin elinden alır, ondan özür diler.
Behlül ağzı gözü kan içerisinde ağlıyor, Harun Reşit onu ikna etmeye çalışıyor, o feryat ediyor. Bir taraftan da Harun Reşit’e laf söylüyor, “Ben bir dakika bile oturmadığım makama bu kadar dayak yedim ise sen bu oturduğun zaman için, ne kadar dayak yersin onu düşünüp, onun için ağlıyor, feryat ediyorum” der.
Bizler dünyada bir hırsa kapıldık, gidiyoruz. Helal-haram hak getire! Dünyadan hiç kopmayacak gibi bir hırs, bir ihtiras peşinde koşarak adeta savruluyoruz. İnanan insanlar olarak bir hesap günü olduğunu unutmuşçasına sadece şahsi menfaatler uğruna koşuyor, kırıp döküyoruz.
Liyakate değil, “senin adamın, benim adamım!” hırsı ile günlerimizi geçiriyoruz.
Kısa bir süre önce birlikte bir ömür boyu yürümeye ant içtiğimiz, eşimi, çocuklarımın annesini, o kıymet abidesini, bana ikinci bir hayatı verirken canından bir parçayı, yaşamam için benimle paylaşmış, kin nefret duygularını hiç yaşamamış, gülen yüzü, iman dolu kalbi, Allah diyen dili ile bizleri yaşama bağlayan insanı kaybettik.
Onu ebedi âleme uğurlarken, tanıdığım günden ölüm anına kadar onunla yaşadığım her saniye gözlerimin önünden aklımdan hiç çıkmadı, çıkmıyor. Tam bir Anadolu kadını idi. Çocuklarına bağlılığı, onların hem anası, hem arkadaşı oluşu, onların sırdaşı olması benim övüncüm gururumdu. Bizler onunla mutlu, onunla mesuttuk.
Elbette her insan ölecek, bundan en ufak bir şüphem yok. Fakat “ateş düştüğü yeri yakar” sözü bizim için ne yazık ki gerçekleşince, bizler masum, sessiz, boynu bükük, yetim kaldık.
Bu acıları, kederi elemi yaşarken bir an bizleri yalnız bırakmayan, arayan, kalben üzüntüsünü dile getiren, üzülen bizlerle ağlayan, başsağlığı dileyen bütün dostlarıma. Arkadaşlarıma, KIRŞEHİRİME teşekkür etmek, büyüğünden küçüğüne saygı duymamak mümkün değil.
Allah’ım bütün dostlarımın, arkadaşlarımın ahirete göç edenlerine rahmet eylesin, rahmeti ile muamele etsin. Elbet ben de bu âlemden göç edeceğim. Biliyorum ki beni orada bekleyen sevdiklerim var. Onlar bana yol gösterecek, ben orada asla yalnızlık çekmeyeceğim. Belki dünyada birçok sıkıntılarım kederlerim elemlerim oldu olacakta. Allah’ım sabrımızı artırsın. Kul hakkı insanların bedduası ile bizleri karşılaştırmasın, Dünya hırsına büründürüp nefsimizin kölesi yapmasın.
Bizler Kırşehir’de geçmişten gelen dostluğu arkadaşlığı, kardeşliği acıyı, hasta ziyaretlerini imkânlar ölçüsünde yapmaya gayret gösteriyoruz. Keşke bu dostluklar her günün, her saatin içerisinde olsa. Kimse, kimseye kötülük, kıskançlık, çekememezlik yapmasa güzel olan alkışlansa, yanlış olan konuşulup düzgün hale getirilse, tarih ve kültür şehri Kırşehirimizin kalkınması için çabalar harcansa, şehrin işsizliğini bitirecek, gelirini artıracak, yaşam standardını yükseltecek, borçlanma oranını düşürüp öz sermaye ile işler yapılıp rantçılara, tefecilere, avantadan para kazananlara fırsat verilmeden mutlu hayatlar yaşanabilir günlerimiz çok olsa.
Dünya kötülerin dünyası olma yolunda hızla koşarken, bizler bu kötülüklerden uzak, sade hayatı olan insanlar olmak arzusu ve emeli ile bu dünyadan göçerken ardımızda dualarla anılan insanlar olmak, hepimizin duası olsun derim.
Herkese dünya dolusu güzellikler dilerken, acı ve keder bütün insanlardan uzak olsun.