Üç gün sonra bir kere daha hatırlayacağımız 27 Mayıs İhtilâli yakın siyasî tarihimizde en çok Kırşehir açısından önemli bir gündür. Cumhuriyet'in ilânının ikinci yılında il yapılan Kırşehir otuz yıl sonra siyasî ihtiraslar uğruna ilçeliğe düşürülmüş, 14 Mayıs 1950'de başlayıp 27 Mayıs 1960'ta ihtilâlle noktalanan on yıllık dönemin tarihine “demokrasi gazisi” adıyla geçmiştir.
Edebiyat dünyamızın ünlü isimlerinden, romancı, öykücü, şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi kimlikleriyle tanıdığımız Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) ihtilâl coşkusu yaşanırken 14 Haziran 1960 günü “Cumhuriyet” gazetesindeki “Müşahedeler” köşesinde kitaplarına sokulmayan “Suçüstü” başlıklı ibret dolu bir yazı kaleme almış, devrik Demokrat Parti iktidarının yaptıklarını ağır bir üslûpla eleştirmişti. 
Tanpınar sanki bir iddianame olan bu yazısında Kırşehir'in ilçe yapılmasını da şöyle değerlendirmişti: 
“Kırşehir rezaletini az kalsın unutacaktım. Bütün bir vilâyet halkına 'Reyinizi bize vermediniz!' diye yapılan bu şümullü te'dip (herkese boyun eğdirme) Anadolu tarihinde Moğol ordularından sonra eşine pek rastlanmayacak cinayetlerden biridir.” 
Yazılarımda yeri geldikçe belirttiğim gibi ben askerlik görevimi yedek subay olarak teğmen rütbesiyle İstanbul'un Anadolu yakasında konuşlanmış 2'nci Zırhlı Tugay'da yaparken 27 Mayıs ihtilâlini yaşadım. Kadıköy ve Moda bölgesi bizim tugayın kontrolü altındaydı. Terhis olduğum 15 Haziran'a kadar Kadıköy Kaymakam Vekili olarak görev yaptım.
DEMOKRAT PARTİ KIRŞEHİR'E ÇOK ÇEKTİRDİ  
Her şey bir yana 27 Mayıs'ın heyecanını en çok memleketim Kırşehir'de yaşamak, demokratların devrilişinin Kırşehirliler'e yaşattığı bayram sevincine ben de katılmak isterdim. Çünkü Demokrat Parti iktidarı Kırşehir'e çok çektirmişti.   
Millet Partisi lideri Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı ile bir türlü yıldızı barışmayan Demokrat Parti yöneticileri Kırşehir'i ilçeliğe indirerek cezalandırmaktan tutunuz da aklınıza eza ve cefa adına ne gelirse hepsini Kırşehirliler üzerinde denemişlerdi.       
Hele askerlik görevim nedeniyle Kırşehir'den uzak kaldığım 1959 yılı başından ihtilâlin yapıldığı 27 Mayıs 1960'a kadar Kırşehir'in iktidardan gördüğü zulümler unutulacak gibi değildi. Muammer adlı bir komiser bile Kırşehir'e âdeta kan kusturmuştu. 
İhtilâlden yirmi gün sonra Kırşehir'e döndüğümde bunları hemşehrilerimden dinledikçe Demokrat Partililer'e kızgınlığım daha da artmıştı.
O tarihlerde çıkarmaya başladığım “Kırşehir Postası” adlı gazetemde elde ettiğim belgelere dayanarak partizanlık yapmış Kırşehirli demokratların kirli çamaşırlarını ortaya döküyordum.  
Demokrat Parti ileri gelenlerinden birinin Adana genelevinde yaptığı rezil âlemi anlatan bir mektubu da Demokrat Parti'nin el konulan evrakıyla birlikte ele geçirmiş ve “Kırşehir Demokratlarının Evrak-ı Metrukesi” başlığı altında yayınlamıştım.
Anlatılanlara göre bütün yurtta olduğu gibi Kırşehir'de de partizanlık yapmış demokratlar ihtilâl sabahı kaçacak yer aramışlardı.
Babam da Demokrat Parti eğilimli olduğu ve adı radyodan “Vatan Cephesi”ne geçenler arasında okunduğu için korkmuş, Başbakan Adnan Menderes'in ihtilâlden dört ay önce 1 Şubat 1960'ta Kırşehir'e son gelişinde Kale eteğindeki tarihî hükûmet konağı balkonundan halka hitap ederken CHP'nin yayın organı “Ulus” gazetesinin tanınmış foto muhabiri Hüseyin Ezer'in resmini çekip küçük bir sinema perdesi boyutunda büyüterek kendisine armağan ettiği tarihî fotoğrafı korkudan evimizin arkasındaki tandıra atıp yakmış.                                                    
DEMOKRAT PARTİLİLER'E YAPILAN EZİYETLER
Kırşehir'de bazı fanatik CHP'lilerin de ihtilâl sabahı yaptıkları unutulur gibi değildi doğrusu... Sonradan İstanbul'a yerleşen ve artık yaşamayan, Millet Partisi'nden Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçmiş bir avukat ihtilâl sabahı Demokrat Parti'nin ileri gelenlerinden “Faik Paşa” adıyla tanınan ve Atatürk'ün 1926 yılı başlarında astırdığı Birinci Dönem Kırşehir Milletvekili Hamitli Rıza Bey'in bacısıyla evli olan Faik Selâmoğlu'nun evinin önünde davul çaldırıp halay çektirerek keyiflenmiş. Faik Paşa'nın korkudan artık ne duruma geldiğini düşünün. 
Aynı kişi koyu Demokrat Partililer'den Kasap Tahsin (Abalı)'in Uzun Çarşı'nın sol başındaki Yüksek Kahve'nin altında bulunan dükkânı önünde de, İkinci Çarşı'da kuyumculuk yapan “Püskülcü Asım Ağa”nın oğlu Mustafa Efendi'nin dükkânı önünde de aynı densizliği yapmış.
Talihin şu cilvesine bakınız ki Kırşehirli olmayan, fakat Kırşehirli demokratlara eziyeti revâ görmekten çekinmeyen bu avukat oğlunu Kırşehir'den evlendirmişti. Öteki oğlu da Nevşehir yolunda geçirdiği kaza sonucu sakatlanmıştı. Kapısında davul çaldırdığı Faik Paşa ise gün gelmiş, Süleyman Demirel'in Adalet Partisi'nden İl Genel Meclisi'ne üye seçilmişti. Aynı avukat dört yıl sonra kendi kökeninden gelme bir baştabibin vekâletini alarak aleyhimde açtığı neşren hakaret dâvası sonucu dört yıl hapis yatmamda da rol oynamıştı.
İhtilâlcilerden en çok korkanlardan biri de haftalık gazete çıkaran koyu Demokrat Partisi yanlısı bir gazeteciydi. Yazılarında Demokrat Parti'yi öven, muhalefetteki Osman Bölükbaşı'yı ve partililerini şiddetle eleştiren gazeteci 27 Mayıs'tan sonra yüzseksen derece dönüş yapmış, bir zamanlar arkasından gittiği Demokrat Parti'yi yerin dibine batıran yazılar kaleme almaya başlamıştı. 27 Mayıs ihtilâli olunca korkusundan 8 Eylûl 1960 tarihli gazetesinde ihtilâlcileri “Dünya üzerinde gelmiş, geçmiş ve gelecek devletler tarihlerinin kaydetmediği ve etmesini de imkân dahilinde göremediğimiz şan ve şerefler dolu Türk ordusunun muhterem mensupları” diye göklere çıkarırken 22 Eylûl 1960 tarihini taşıyan “27 Mayıs Sonrası Ankara” başlıklı yazısında da şunları yazmıştı:
“PADİŞAHLAR BİLE BU KADAR ŞEREFSİZ OLMAMIŞLARDIR”
“Birkaç gün önce yine Ankara'daydım. Herkes huzur içinde, herkes istikbalinden emin olarak işinde gücünde. Yenişehir'den Kavaklıdere'ye doğru yürüyorum. Ziraat Vekâleti'ni geçince sağ tarafta herkesin çok iyi bildiği bir binaya dikkatle bakıyorum. Bir zamanlar âdi bir randevu evi gibi işleyen, Avrupa'dan getirtilen ilâçlarla zoraki şehvet yuvası olan, namus ve şereflerin pâymal edildiği, dışı güzel, içi septik çukuru haline getirilen o binanın cephesinde ‘Türkiye Millî Kültür Merkezi’ levhasını okuyorum. Gözlerim yaşarıyor, ağlıyorum. Millî hislerim gözyaşlarıma mani olamıyor.  
“Mevki ve ikballerini, hayvanî his ve arzularını memleket mukadderatına tercih edenler bütün gerçek mânaları ile gözlerimin önünde canlanıyor. İki gün kalarak döndüğüm Ankara'dan yol boyunca tahayyül ettiğim müşahedelerimin muhasebesini yaparak Kırşehir'e geldiğim zaman dostların yine 'Ankara'da ne var, ne yok?' sualine karşı anlattığım bu intibalarım karşısında yılmak bilmeyen mücadeleci dostlarımın da gözlerinden yaşlar aktığını görüyorum. On sene hayvanî arzu ve ihtiraslara sahne olan güzelim binanın şimdi ilim, irfan müessesesi olmasının sevinci karşısında kimin gözleri yaşarmaz ki! 
“Abdülhamid'i, Abdülmecid'i, Sultan Aziz'i, Vahdeddin'i tarihler bize yanlış aksettirmiştir, çünkü onlar bile bu kadar şerefsiz olmamışlardır.”  
PARTİLER KIRŞEHİR İÇİN SAHTE GÖZYAŞLARI DÖKTÜLER
Kırşehir'de özellikle Osman Bölükbaşı'nın partisi Millet Partililer'in iktidar yanlısı sözde demokratlardan ve Demokrat Parti iktidarından gördükleri zulümler ve uğradıkları haksızlıklar, Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından alaşağı edilmiş Demokrat Parti iktidarının Kırşehir'i ilçeliğe düşürerek dünya siyasî tarihinde eşine az rastlanır şekilde vurduğu sille Cumhuriyet Halk Partililer'in Kırşehir'i savunmak adına devrik iktidarı kötülemek için kullandıkları en büyük koz olmuştur. Buna o gün için biz de inanmıştık, fakat yara soğuyup da acı gerçek ortaya çıkınca kazın ayağının hiç de öyle olmadığını anladık.   
Ne 27 Mayıs'ı sahiplenen Cumhuriyet Halk Partililer, ne de Bölükbaşı'nın emir kulları Millet Partililer Kırşehir'in elinden alınan ilçelerinin geri verilmesi için hukuk yoluyla en küçük bir girişimde bulunmadılar, üstelik iktidar da ellerine geçtiği halde... 1950 genel seçimlerini büyük çoğunlukla kazanan Demokrat Parti iktidarı kendisine oy vermeyen seçmenlere kızarak sadece Kırşehir'i ilçe yapmamış, seçmenlerinin tamamı CHP’ye oy veren Kastamonu’ya bağlı Abana’yı da ilçelikten köylüğe düşürmüştü. 1967’de Belediye Başkanı Fahri Yazgan’ın girişimiyle CHP’nin Anayasa Mahkemesi’nde açtığı dâva sonucu Abana'yı köy yapan kanun iptal edilmiş, hükûmete de yapılan hatayı düzeltmesi için dört aylık süre verilmişti. Abana köy yapıldıktan ondört yıl sonra 1968 yılında yeniden ilçe haline getirilerek uğradığı haksızlık giderildi ve elinden alınan 10 köy de geri verildi.  
ABANA EMSAL GÖSTERİLSEYDİ KIRŞEHİR ESKİ İLÇELERİNE KAVUŞURDU
Oysa Kırşehirliler de Abanalılar'ın izlediği yöntemle eski ilçeleri Avanos, Hacıbektaş ve Kozaklı'ya (Kozaklı Kırşehir'den alınıp Nevşehir'e bağlandıktan sonra ilçe yapılmıştı) tekrar kavuşabilirdi belki, fakat lâftan başka bir şey yapmayan ne Millet Partili, ne Halk Partili siyasetçiler bu haksızlığın üzerine varmadılar. Sadece ihtilâlci otuzsekiz subayın oluşturduğu Millî Birlik Komitesi'nde genel sekreter olarak görev alan, ihtilâl öncesi benim de yedek subay öğrencisi iken Davutpaşa Kışlası'nda tabur komutanım olan Kırşehirli Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı 1960 yılının Eylûl ayında Kırşehir'i ziyaretinde ilçe yapılarak elimizden alınan ilçelerimizin geri verilmesi için çalışmalara çoktan başlandığını açıklamış, fakat komitenin ikiye bölünmesi sonucu Orhan Erkanlı'nın da Alparslan Türkeş'le birlikte yer aldığı ondört subay arasında yurt dışına sürülmesiyle bu girişim de sonuçsuz kalmıştı.
Özellikle sert ve yıkıcı muhalefetiyle Kırşehir'in ilçeliğe indirilmesinde ve geri kalmasında çok büyük vebali bulunan Osman Bölükbaşı Kırşehir halkının desteğini alarak o günkü şartlarda uğraşsa ve bunu yaparken de Anayasa Mahkemesi'nin Abana kararını emsal gösterseydi -Bölükbaşı'nın gerek Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel'in, gerek CHP lideri İsmet İnönü'nün yanında itibarı da büyüktü- Kırşehir eski ilçelerini çok büyük olasılıkla geri alabilirdi, ama her halde Kırşehirliler'in kaybettiği ilçelerine kavuşunca kendisini artık desteklemekten vazgeçeceği korkusuyla kanayan yarayı tedaviye yanaşmadı.
Sonuçta her şey çekilen boş nutuklardan ibaret kaldı ve Kırşehirliler uğradıkları büyük haksızlıkla  başbaşa bırakıldılar. Bunun içindir ki çilekeş Kırşehir haklı dâvalarında kendilerine sahip çıkmayan siyasetçileri hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar tarih boyunca affetmeyecektir.

KIRŞEHİR'İN KADERİNİ BÖLÜKBAŞI BELİRLEDİ
1946 yılında siyasete soyunan ve etkin hitabet gücüyle siyasî tarihimizin ünlü kişileri arasında yer alan Osman Bölükbaşı politika yaptığı otuz yıla yakın süre içinde Kırşehir'in kaderine de hükmetti. Bölükbaşı'nın Demokrat Parti iktidarına karşı on yıl boyunca yürüttüğü çok sert ve ağır muhalefetin cezasını Kırşehir çekti. Onun yüzünden Kırşehir illikten ilçeliğe düşürüldü. O yıllarda başlatılan kalkınma hamleleriyle çevre iller hızla kalkınırken Kırşehir iktidarın nimetlerinden mahrum bırakıldı. Kırşehir çocukları geleceklerini başka illerde aramak için doğup büyüdükleri topraklardan kaçarcasına uzaklaşmak zorunda kaldılar. Mustafa Kemal Atatürk'e bağımsızlık savaşının yolunu açan  koskoca Kırşehir vilâyeti gide gide küçüldü, sonunda kolu kanadı budanmış iki milletvekilli ufak bir il haline geldi. Eğer Bölükbaşı hitabet kudretini yerinde kullanabilse ve iktidara yıkıcı muhalefet etmek yerine olumlu ve yumuşak bir politika izleme maharetini gösterebilseydi Kırşehir Türkiye'nin gelişip büyümüş illerinden biri olacaktı. Bugün geriye Kırşehir için yılların biriktirdiği sorunlar, Bölükbaşı'dan da kimseye yararı olmayan, unutulmaya yüztutmuş esprili, fıkralı konuşmalar, bir de Kırşehir'de dikilen anıtı kaldı.