Kırşehir’de halkımızın çok iyi bildiği bir atasözümüz vardır. Yuva yıkanın yuvası olmaz” diye… İşte Kırşehir’de yaşanmış böyle bir hikâye… Her tarafı bıngıl bıngıl et tutmuş kadının burnuna kan kokuyordu.

Kırşehir’de halkımızın çok iyi bildiği bir atasözümüz vardır. Yuva yıkanın yuvası olmaz” diye…
İşte Kırşehir’de yaşanmış böyle bir hikâye…
Her tarafı bıngıl bıngıl et tutmuş kadının burnuna kan kokuyordu. Kötü niyetle, komşularının davranışlarını ispiyon etmek için fırsat kolluyordu. Düşüncesi, insanlara kumpas kurmaktı. Zavallı eşini hiçbir zaman iplemez, adam doğru söylediği için ona karşı ağız dolusu konuşurdu. Kötülük yapmak için bir araya gelmiş fesat cemiyetinin içerisinde yetişerek gelmişti. İnsanlara karşı fiili bozuk olan kadın, yan gelip yatarak hiçbir işin ucundan tutmazdı.
İnsanları birbirine düşürmek için fırsat kolluyor, bu düşüncesinden dolayı içerisi fıkır fıkır oynuyordu. Komşularına tüm kötülükleri aşıladığı için, adamların evinde it dirliği yaşanıyordu.
Eline çok güzel bir malzeme geçti(!)
Yeni alınan elbiselerini giydi. Elini arkasına koyarak dışarı çıktı. Eğer bir kişi bulup aleyhte konuşmazsa çatlayıp ölebilirdi. Elini alnına koyarak karşı tarafı şafakladı. O da ne? Yaşlılıktan dişleri dökülmüş, sözleri anlaşılmayan fan fan konuşan, cadaloz bir kadınla, herhangi bir şeyi halka duyurmak için yüksek sesle konuşarak tellallık yapan bir diğer kadın, birbirlerini hiç sevmedikleri halde kaş göz işareti yaparak konuşuyorlardı.
Bu ayarsız ve davranışları dengesiz kişilerin hararetli şekilde konuştukları ne idi acaba?
Düzensiz düşüncelere daldı. Nasıl haberi olmazdı konuştuklarından? Vehimlendi! Ortalığı velveleye vermek istemiyordu. İzin almadan, destursuz yanlarına yaklaştı. Hâlâ konuştuklarını duyamamıştı. Halbuki kendisi dedikodu yaparak insanların iyi, olumlu, yolunda giden işlerini bozarak ailelerin dağılmasına, çok ocakların sönmesine, bazı ocaklarında kör kalmasına sebep olmuştu. Yanına yaklaştığı kadınlar, bütün utanmazlığı ve sıkılmayı bırakmışlar, dilenci yırtıklığı ile dudak çatlatacak sözler ediyorlardı. Bu kadınlar kimin ayağını çekeceklerdi acaba?
Bu gudubet kadının geldiğini gören kadınlar, sessiz ve gizli olarak işaretleşip konuşmalarını kestiler. O anda iki kadın birbirlerinin ağzına tükürüyorlardı. Yanlarına yaklaştı. Her iki kadından da ses çıkmıyordu. Sözleri duymadığı için sancıdan birden bire iki büklüm oldu. Her iki kadında bu kadının geçimsiz, huysuz, yaygaracı bir kadın olduğunu biliyorlardı. Kadınlar konu değiştirerek, gelen kadını boş yere avutuyorlar, züğürt tesellisi ediyorlardı. Uzayıp giden, bir türlü sonuçlanmayan yılan hikayesi sözlerle kadını usandırdılar. Kadın o gün işsiz kalmıştı. Yapacağı güzel görevi yapmamanın ezikliğini hissediyordu. Hiçbir laf alamamıştı. Daha beklemenin anlamı olmadığını düşünerek evine döndü. Hırsından dudakları titriyor, göz kapakları seğiriyordu.
Doludizgin, son hızla mutfağa gitti. Eşi daha çalışmaya gitmemişti. Belki de yapacağı işlere mani olabilirdi. Kocaman kulplu bir tava ile tepeleme pilav pişirdi. Üzerine döktüğü tereyağın kokusu karşı komşulara kadar gidiyordu. Telaşla eşini çağırdı. Eşi zayıflıktan tilkiye dönmüş, kaburgaları sayılıyordu. Zavallı adam, yorgunluktan bitap düşmüş çoban uykusu uyuyordu. Bu düztaban, uğursuz herifi derhal evden defetmeliydi.
Tavada pişen yemeği tabağa bile koymadan, yere serdiği ekmek sofrasının üzerine getirdi. Kabaca doğradığı karaturpu yanına koydu. Tavanın dibi gözükünceye kadar yediler. Esasen kadın sofra ile çok barışıktı. Adam ekmeği bile yarı etmeden, kadın tavadaki pilavı silip süpürdü. Üzerine taze bir mırra içtiler.
Kadın adama sürekli cafcaflı sözler söylüyor, sırtını sıvazlıyordu. İşe geç kaldığını söyleyerek ağız tamburası yapıyordu. Adam taaccüp etti. Ne olmuştu bu şirret kadına? Şimdiye kadar hiçbir sözünü dinlemeyen, insanlar arasında sözünü yarım kesen, hiç konuşturmayan kadın, neden nazlanarak gerdan kırıyordu? Kalın bağırsağını boşaltmak için, ayakyoluna giden adamın arkasından koşarak ırbık getiriyordu. Adam gitmeyi oyalıyor, sürekli ağırdan alıyordu. Bu halim, yumuşak huylu adam, şimdiye kadar hiç böyle yemek yememiş, karnını doyuramamıştı. Kadın öfkelenmeye başladı. Yarı anlaşılmaz sözlerle homurdanarak, içeride bulunan bellemeyi alıp, atın sırtına koydu. Artık zorla gönderecekti. Ara sırada adam duymayacak şekilde, konuştuğu heceleri burnundan çıkararak “Budala, hımbıl, miskin” gibi sözler söylüyordu. Adam değil, kadın işine geç kalmıştı!
Ruam hastalığına yakalanmış atının geminden tutan adam, zayıflıktan yürüyemeyecek kadar düşkün olan öküzleri alarak tarlaya doğru yöneldi. Evlerinden çıkması ile birlikte; eşinin gördüğü, arkadan herkesin hakkında sözler söyleyen kadınları gördü. Bunlar dışarı vurulmayan emelleri olan, iyi görünen, aslında kötü düşünceli insanlardı.
Eşinin neden bu kadar acele ettiğini, karışıklıktan faydalanarak işi gürültüye getirip, niçin işe gönderdiğini şimdi anladı. Kadının kendisine anlaşılmaz, dolambaçlı sözler söyleyip gıcırtılı kelam ettiğinin sebebi belli olmuştu. Bu bön, düz adam, kafasını sallayarak tarlasına doğru gitti. Karnını iyice doyuran kadın, evdeki yemek artıklarını kaldırmadan kendisini dışarı attı. Kendisine bilgi vermeyen kadınlara kin ve öfke ile eğri bakıyordu. Çünkü kadınlar bunu dışlamışlardı. Konuştuklarını bilmek için çareler arıyordu. Oradan uzaklaştı. Neler olmuştu komşularında? Onları diğer komşularına soruyordu. Kadın şimdiye kadar çok insanın düzenini bozmuş, ocaklarının sönmesine, evlerinin dağılmasına sebep olmuştu. Olayı diğer komşularından öğrenmiş, neşeden kırılıyordu.
Komşusu olan iri biçimli, çam yarması gibi, gözünden hiçbir şey kaçmayan dikkatli ve titiz çöp atlamaz komşusu, delişmen oğluna komşularının kızını almıştı. Kız daha henüz kişiliğini kazanamamış, çok oynak, cilveli, fıkır fıkır birisiydi. Sözlerini hiç çekmez, kimseden korkmazdı. Kim ne derse desin doğruyu söyler, kötü söz edeceklerin lafını ağzında bırakırdı.
Fiili bozuk kadın duramadı. Kötülük yapmak için bir araya gelmiş fesat cemiyetinin bulunduğu yere doğru seğirtti. Bir şey bilmediği halde akıllılık taslayan bu kadını kendisi gibi insanlar dinliyordu. Dellal oldu. Gençlerin duyulmayan nişan olaylarını, herkese duyurdu. Bu iş nasıl bozulacaktı? Onun hesaplarını yapıyordu. Münasebetsiz sözler söyleyerek halt etmişti. Gençlerin nişanlanması sözü, vücut bölgelerine dokundukça sinir tepkisiyle gülüyor, işlerin bozulması için gıdıklanıyordu.
Günler çok hızlı geçiyordu. Gençlerin işlerinin bozulmadığını görünce evhamlandı. Sebepsiz korkulara kapıldı. Ya düğünleri olur da, bunlar birleşirse? O zaman belki de kahrından ölebilirdi. Bu ipini sürüyüp, cezasını ve belasını arayan kadın, orada bulunan utanması olmayan, yüzsüz bazı kişileri de kandırmış, sürekli bu evlilik işini kaşıyorlardı.
İşlerin bozulmamasından dolayı burnundan soluyor, komşularına çatıyordu. Utanmazlıktan yüzü davul derisine dönmüştü. Sürekli sinir buhranı geçiriyordu.
Başlarına çeşitli olaylar gelen çam yarması gibi adam, “ne olur ne olmaz" diyerek daha önceden çeşitli tedbirler almıştı. Çünkü bu kadının çok insanın gelinin gitmesine, oğullarının ayrılmasına, kızlarının evlendirilmemesine yardımcı olmuş, cemiyet içerisinde iki paralık onuru kalmamıştı.
Oğlan babası eşeğinin üzerine heybesini atmış, içinde neler olduğu bilinmez, gelin kızını görmeye geliyordu. Tek pencereli odasından gelen adamı gören kadın, çatlayasıya koşarak adamın yolunu kesti. Bağırgan ve şamatacı kadın, adamın kafasını böceklendirdi. Kadın işini bitirerek düdüğü çalıp evine kaçtı. Gelin kızına gelen adamın, yüzünden düşen bin parça oluyordu. Her zaman büyük bir zevkle gelerek insanlarla kucaklaşan insandan bir eser kalmamıştı. Alt dudağını sarkıtarak hiç konuşmuyor, konuşsa da ağız ekşiterek dereden tepeden konuşuyordu.
Çam yarması gibi olan babacan adam, olayın vahametini anlatmakta gecikmedi. Bir anda eteği tutuştu. Morali bozuldu. Manen bozguna uğradı. İşini başarıyla tamamlayan kadın, çoktan fertiği çekerek, eşinin bulunduğu tarlaya sıvışmıştı. Adam şimdiye kadar hiç tarlaya gelmeyen eşini görünce, zihnini kurcalayarak fikir yormaya başladı. Niçin gelmişti kadın?
Gayrimünasip işlerle uğraşıp, uygunsuz ve yakışıksız işler yapan kadın, yorgunluğun verdiği gevşeklikle eşine azık koyduğu heybeyi başının altına aldı. Yeni sürülmüş yumuşak toprakların üzerine uzandı. Pasaklı kadın yeni uykuya dalmıştı ki, nereden geldiği belli olmayan bir katır yılanı boynuna dolanarak ısırmaya başladı. Avazının çıktığı kadar bağıran kadını bırakan yılan, orada bulunan bir deliğe aktı gitti. Bu ortada sürtüp gezen, onun bunun çocuklarının düzenini bozan kadın neyin gazabına uğramıştı acaba?
Kadın öğürerek kusmaya başladı. Adam paldır küldür doktora götürdü. Ancak kadın çoktan zehrin tesiri ile felç olmuştu. Ölmedi. O çok güzel sözler söyleyip yuvalar yıkan, aleme bir kusuru gürültü ile yayıp tefe koyan kadın, kalkamaz oldu. Ağzının bir tarafı eğildi. Sadece parmak işareti ile ekmek isteyebiliyordu.
Kadının son durumunu gören, yollarda başkaları hakkında sözler söyleyen diğer insanlar, şaşıp kalarak parmak ısırdılar. Utanç verici bir iş yaparak hayırlı işleri bozan insanların, ne şekilde olacağının hesabını yapmaya başladılar. Bu kadar sıkıntının arasında oğullarının düzeni bozulan adam, kapıya gelerek zehir zemberek konuşuyor, daha öfke ile burnundan dumanlar çıkıyordu. Oğlanla kızın kavuşma ümidi kalmamış, işleri artık kıyamete kalmıştı. Sadece felç ile kalmayan kadın sonradan akıl zayıflığına uğrayarak abuk sabuk konuşmaya başladı. Yine olan zavallı eşine olmuştu. Adam sürekli başını yumruklayarak kaderine yanıyordu.
Adam çok acı çekerek ciğerleri kebap oldu. Ateşlere yandı. Yıllarca bakmak zorunda kaldığı eşi yüzünden, başına gelen bu olaydan dolayı insanlardan bucak bucak kaçarak görünmek istemiyordu. İnsanların yüzüne bakarken gözlerini kaçırıyordu. Sanki suçlu kendisiymiş gibi durup durup ağlıyordu. Neye uğradığını bilmeyecek kadar kötü duruma düşüp cin çarpmışa dönen kadın, sonunda cartayı çekti. Ancak geride bir yığın soru bıraktı. Herkes bozulan işlerini kendisinden bilerek öldüğünde de rahat yatmaması için beddualar ediyorlardı.
Toplum ve eşi böyle iftiracı birisinden kurtulmuştu. Ancak yıkılan yuvalar, sönen ocaklar, ayrılan sevgililer bir türlü bu dertten kurtulamamışlardı. Yaptıkları hâlâ nefretle anılır. Herkes çocuklarına ve yakınlarına düşmanmış gibi bakardı.