Kırşehir’de geçen haftalarda sevgili kaynımın bize yaptığı jestle kendimizi Yağmurlu’nun güzel ismi ve oksijeni bol olan “Kanere” diğer ismiyle Kanaryanın dağlarına vurduk.

O kadar iç açıcı yerler ki inanamazsınız belki o an “Bir baraka kuralım buraya yerleş” deselerdi doğanın bakir saf hali o kadar cezbetmişti, hiç tereddüt etmeden “Evet yapın” derdim.

Bir çocuk kadar mutlu olmuştum. İnanın eğer engelli halim engel olmamış olsaydı kendimi dağa tepeye vurarak dolaşmak isterdim. Neticede fazla hareket etmekten bir ara kızım yanımda olmasına rağmen dikenlerin üzerine düşüp her tarafıma batan dikenleri temizlemekle uğraşmakla geçti.

Bu bende aksi yönde bir etki yarattı mı tabi ki hayır. Çünkü o temiz hava dağların beni kendisine doğru çağıran rüzgârın sesi tüm acımın üzerini örtmeye yetmişti. Şehrin gürültüsü ve egzoz kokularını insanların belli belirsiz bahanelerle kavgalarını düşününce ufakta olsa bir tebessüm ettikten sonra “İyi ki sevgili kaynım bizi buraya getirmiş” dedim.

Ben çok istememe rağmen arabanın altının yere yakın olması yüzünden, hep gitmeye teşebbüs etmeme rağmen kısmet olmamıştı; bu vesileyle gidip görme şansım oldu.

Yüksekten bakılınca vadinin içindeki çok meyveli ağaçların olduğu alan muhteşemdi. Ya peki tam bilinmemekle birlikte Hititler döneminden kaldığı düşünülen gözetleme kulesinin olduğu yamaçlar her şeyiyle harikaydı. Tarihi Yağmurluların Kanere’de bulunan büyüklerine ait mezarlıklar ve başuçlarına dikilmiş taşların görüntüsü tam bir Türkmen aşiretinin obasını

andırıyordu. İster istemez bir an o tarihlere giderek kendimi o tarihlerden gelen biri gibi sandım.

Kendimizle götürdüğümüz erzağımızı orada açarak hiç acıkmadığımız halde bir an önce yemek isteğimiz mükemmeldi.

Akşam dönüş yolumuzu değiştirerek Cemele üzerinden Kırşehir yolculuğumuza devam ettik. Cemele’yi ilk kez görmeme rağmen çok etkilenmiştim. Önceden Nahiye olan bu köyümüz göçlerle beraber zamanla bu misyonunu yitirmiş olsa da hâla geceleri aydınlık ve hareketli bir köy olarak göze çarpıyordu. Büyükçe göbeği ve göbekte bulunan kahvehaneler orada yüzlerinde gülücükleri hiç bitmeyen insanlara ve oraya gezmeye gidenlere hizmet etmeye kendilerini ammede kılmışlardı.

Halbuki Yağmurlu büyük bir oba öyle mi? Kesinlikle hayır. Bir oba olarak kurulmasına rağmen şimdi sadece içinde birkaç hane barındıran bir mezrayı andırıyordu. Sebebi geçmişte orada yaşayanların hayvancılıktan fazla bir gelir elde etmeyişleri. Yapılan tarımın ise sadece kışlık ekmeklerini karşılaması ve Avrupa’ya gitme hayalleri o büyük oba halkını zamanla şehre göçmeye zorlamış olması. Yurtdışını kendilerine mesken eden yerli halk gelirlerinin artması neticesinde köyde bulunan mal varlıklarının bir kısmını satarak veya virane olmasına bakmaksızın bırakıp gitmişler. Eminim şimdi geldiklerinde için-için keşke diyorlardır. Ama genç nesille içlerinde kalmış ukdeyi aktaramadıklarından arafta kalmış durumdalar.

KANARYA TEPESİNDEN VADİYE KUŞ BAKIŞI

Sonra Cemele’yi geçip asfalt yola çıktığımızda anladım ki şehrin keşmekeşine doğru yol almaktaydık. Özbağ’a girdiğimizde yol kenarında bulunan bir okulun yanından geçerken önce okul olduğunu anlamadığımdan, bir an orayı düğün bahçesi zannetmiştim. Çünkü güzel bir eğlence vardı ve bayağıda kalabalıktı.

Sonra öğrendim ki Özbağ ilçesinin her yıl düzenlediği Çirleme Festivaliymiş. Tabi ki tadına bakmak nasip olmamıştı; çünkü biz bayağı geç kalmıştık bu belliydi. Artık eğlence başlamış sanatçının söylediği sanat müziği şarkıları insanları mest etmeye başlamıştı. Bu arada çirlemenin ne olduğunu kendim bildiğim kadarıyla anlatmaya çalışayım; eğer yanlış olursa buradan Özbağ’ın değerli Başkanı ve çirlemede emeği olan herkesten şimdiden özür dilerim. Çirleme, kayısı, nohut eğer yanlış bilmiyorsam üzüm ve ceviz dahil olmak üzere bu şekilde bir karışımla yapılıyor.

Yöresel yiyeceklerin tanıtımı açısından bu festivaller büyük önem arz etmekte. Bu diğer il ve ilçelerde muhakkak yapıyorlardır. Özbağ Belediyesi’nin bu festivali düzenlediğini duymak açıkçası beni mutlu etmişti. Bu vesileyle Özbağ Belediye Başkanı Sayın Rasim Arazay’a teşekkür ederim.

Bu festivallerin tanıtımı için basın çok önemli bir faktör o yüzden yerel, görsel ve sosyal medyadan daha fazla yararlanılmalı.

Bu festivalde dikkatimi çeken yerel sanatçıların az olduğuydu sanki! Yerel sanatçıların benim görüşümce yerel yönetimlerce daha fazla ilin ve ilçenin tanıtımında kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda ilimiz Kırşehir’in kültürel zenginliği başta rahmetli Neşet Ertaş’ın aracılığıyla dünyanın gözünün Kırşehir üzerinde toplanmasına neden olmuştur.

Ancak, yerel sanatçılarımıza bir öz eleştiri yapmam gerekirse; kendilerini sanatsal açıdan yeterince geliştirmediklerini düşünüyorum. Sadece düğünlerden alacakları parayla sezonu kapatarak, kış ihtiyaçlarını gidereceklerinin bende farkındayım. Abdallık geleneği Orta Asya’dan gelen önemli bir gelenek. Biz toplum olarak şu iki şeyi pek karıştırıyoruz. “Abdallık” ile “Aptallığı”. Bunun yolu iyi bir sanatı icra etmekten geçer.

Kırşehir’de iyi saz, darbuka ve keman üstatlarının olduğunu biliyorum. Ama söz konusu davul zurna olduğunda ne hikmetse çalgılı sazlarda gösterdikleri performansın aynısını sanatçılarımızın pek gösteremediklerini görüyorum.

Peki ne yapılabilir? Ne yapılabilir noktasında Kırşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nün katkılarıyla bu insanlar mağdur edilmeden aynı Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin açmış olduğu BELTEK kurslarında hem eğitim vererek hem de küçükte olsa ödül niteliğinde kendilerine bir ücret ödenerek sanatlarını geliştirmeleri iş ahlakı konusunda eğitim verilebilir. Zaten bildiğim kadarıyla belli açmış oldukları kurslarda bunu yapmaktalar.

Sanat ve kültür bir ülkenin tanıtımı açışında çok anlam ifade etmektedir. Eğer bilinçli ve eğitimli bir biçimde çalışılırsa; şahsen benim Kırşehir Belediyesi’nin Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Sayın Cumhur Uzun beyi makamında ziyaret etme şansım oldu. Gördüğüm kadarıyla bayağı aktif. Umarım bu yazdıklarımı okuma şansını yakalar ve bu konuda bir atılım yaparlar.