İnsanoğlunun yaradılışından gelen, genlerinde her zaman az ya da çok bencillik bulunur. "Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığı var ya, hayatımıza dokunmadığı sürece doğruluğunu pek umursamayız.

Ancak ucu bize dokunursa işte o zaman "Adalet nerede? Bu nasıl adalet?” diye sorgulamaya haykırmaya başlarız.

Eski çağlardan beri gerek düşünürler, insanlık için söz sahibi bilge kişiler, gerekse toplum ve din liderleri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmişler ve değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yunan düşünür Platon’a göre adalet, en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristo’ya göre ise, “herkese eşit davranmak hiç de adil değildir” demiş. “Herkesi aynı kefeye koymak, eşit davranmak adaletin tecellisi için yeterli değildir” diyor.

Tam da bu yüzden kötüye ikinci bir şans tanınmamalı.

Bu sebeple, adalet; daha kötüye daha kötü, ceza verilmesini emreder.

Emir kesin ve net.

Ancak şurası da net;

Adaletin ana esasları her kesime, her kişiye, her statüye ulaşabilen, denkleştirici olmalıdır.

Aşağıdaki ile yukarıdakinin, azla çoğun farkını gideren adalet gerçek adalettir.

Yalansız ve dolansız…

Ünlü düşünür Aristoteles: "Bir hukuk düzeni güçsüzleri, zayıfları koruduğu ölçüde adaletli olabilir." demiş. 

Mahkemeler, kanunları kayıtsız şartsız uygulayan yerler olması beklenir.

Çünkü adalet mekanizması güvenini yitirdiğinde toplumun huzuru, iç barışı da kökünden sarsılır. Ona adalet var, sana yok!? Bu mantık toplumsal çöküşe götürür.

Adaleti bireyler değil, hukuk mekanizması sağlamalıdır.

Haliyle gerek konusu gerekse yaşamımızdaki uygulama alanı ile en çok hissettiğimiz kavramlardan biri de “Adalet” olsa gerek.

Ama toplumsal inanış bu yönde olmadığından, seksen yaşındaki Kadın Anam gibi adaletsizliğe beddua eden, iç barışı, huzuru kökünden sarsılmış insanların sayısı hep artıyor...

Bu sebeple;

Adaletin önündeki en büyük engel, hiçbir yargılayanın kendisini yargılayamamasıdır. Düşünen, karar veren, yapan ve yazan insandır. Kendi çıkarlarına dokunulduğuna her insan, doğal bir refleksle karşı koyar. Kendini “Hep haklı” ya da “Daha haklı” görmek ister.

İçerdeki beka sorunu budur. Dışarısını da büyükler düşünsün! Diyelim ve sonu bir fıkra ile bağlayalım.

Bir gün uzun sakallı iki kişi yanlarına saçsız sakalsız bir adamı alarak KARAKUŞİ'nin (1200 yıllarda yaşadığı rivayet edilen, tuhaf kişiliği olan eğitimsiz, keyfi, tutarsız bir kadı.) huzuruna çıkar ve "Kadı Efendi bu köse bizim saçımızı, sakalımızı yoldu" diyerek şikayette bulunurlar.

Karakuşi bakar ki suçlu olarak gösterilen kişinin ne saçı var ne sakalı.

"Bu kösenin saçı sakalı çıkana kadar hepinizi hapsedeceğim. Saçı sakalı çıktığında siz de onun saçını sakalını yolacaksınız ve adalet yerini bulacak." der.

Nihayetinde felakete sürüklenen bu Dünyada, tüm canlılara adalet sağlanacağından emin olamadığımdan, kıyamete ve ahirinde gelecek olan adalete inancım tamdır.

Uzun lafın kısası "ADALET"in olmadığı yerde yaşam olmaz, olsa bile ona yaşamak denilmez.