"...Burda yalan para eden biricik iştir, burda herşey bir yapmacık, bir gösteriştir..." [Sabahattin Âli / Rüzgâr]

         Dünyanın en iyi filmlerinden biri olan Rüzgâr Gibi Geçti’nin oyuncularından, beş yıl önce hayatını kaybeden Olivia De Havilland’ın ölümü üzerine gazetelerdeki konu ile ilgili haberleri okurken, pek de üzerinde durulmayan, haberdeki bir detay dikkatimi çekti. İlgimi çeken bu detay şöyle haberleştirilmişti: Olivia De Havilland, kendisi gibi oyuncu olan kız kardeşi Joan Fontaine ile çocukluklarından ölünceye kadar, yani seksen yıldan daha uzun bir süre boyunca hiç konuşmadıkları, küs kaldıkları, hâttâ düşman oldukları yolundaki magazin basınındaki haberlerin ‘bir reklâm ürünü’ olduğunu itiraf ediyor ve ölmeden kısa bir süre önce şu açıklamayı yapıyordu: “Hayatımız boyunca kız kardeşimle hiç kavga etmedik, küs bir dönemimiz dahi olmadı, birbirimizi hayat boyunca sıklıkla ziyaret ettik!”

           **

         Gelişen teknoloji ile birlikte imkânımız varsa her türlü bilgiye sahibiz. Küçücük telefonumuzun içinde bir dünya var. Bunun yanı sıra televizyon hâlâ kalabalıkları etki altına almak için kullanılan bir medya aygıtı. Ancak gücü elinde bulunduranlar, ya da geniş halk kitlelerini istedikleri yöne çekmek isteyenlerin corona sürecinde dünyaya ne yalanlar söyledikleri yeni yeni ortaya çıkıyor. Aslında o süreçte bizim taktığımız maskenin (bizi çok düşündükleri için olsa gerek!) sağlığımız için bir önemi var mıydı, yok muydu bilemiyorum. Ancak belki de onların maskesi düşüyor. Görevleri bitti. Günümüzde daha çok kanalda, daha çok yalanı ustalıkla sergileyen görevlendirilmiş kişiler var. 

     Bize sunulan hayat, sorgulama yapmadığımız, muhakeme gücümüzü kullanmadığımız sürece hep başkalarının tesiri altında ve yalanlar üzerine devam edip gider. Televizyondaki diziler, programlar normal insan zekâsına hitap etmez, fakat biz yine de yalanlarla avunmak isteriz. Tıpkı Truman Show filmindeki gibi kurgulanmış bir hayatın içinde küçücük bir role razı olarak hayatı tamamlarız, her şeyin yalan olduğunu bile bile…

     İnsan hayatının üçte biri uykuda geçer. Yani bu cümlenin diğer anlamı hayatımızın üçte birlik kısmında bilincimiz kapalıdır. O zaman hayatımızın geriye kalan kısmını insan onuruna yaraşır bir şekilde, yalnızca gerçekleri öğreneceğimiz bilginin, arkadaşın, edebi şeyin peşinden koşarak geçirmemiz gerekir.

       Bazen, insanlar, bir menfaat temin edebilmek için yalanlara inanır; resmi bir kuruma işleri düşse genellikle hukuka, mevzuata uygun olarak konuşana değil de, kanun dışı yol izleyene, yanlış yol gösterene itibar eder.

      Yaşadığımız dünyada her şey yalanlar üzerine kurgulanmıştır. Yediğimiz / içtiğimiz ürünlerin ambalajları banka sözleşmeleri... her şey yalanlar üzerinedir. Sözleşmelerde tarafların ikisi de yalan olduğunu bilir aslında!

       Bir filmde modern hayata ilk kez karışan bir çocuk “Kola” yı görüyor ve babasına soruyor:

--- Bu nedir?

Baba yalan söylemiyor:

--- Zehirli su! 

**

Sovyetler zamanında şu söz kulaktan kulağa dolaşırmış: “Bizde gerçekler haber değildir; haberler de gerçek değildir.”

**

“Bir haberin hakikat olduğu onun resmen tekzibinden anlaşılır.” [Otto von Bismarck]

**

 Yalan, çoğu zaman masumca ve hoşa giden bir hâl alır; “Adam uzak vilâyetlerden birinde vali, -bu, Osmanlı devrinde oluyor- İstanbul’dan –başkent İstanbul idi ya!- bir dostu gelmiş ziyaretine.. Vali paşa sormuş:

---Ne var ne yok İstanbul’da, neler söyleniyor?

Adamcağız, hoşa gitsin diye mi, yoksa hakikaten duymuş mu, valiye:

--- Zatıâlinizin sadrazam olacağını söylüyorlar, demiş. Vali gülmüş:

--- Şunun yalan olduğunu biliyorum ya! Ama hoşuma gidiyor, ne söylüyorlar, ne söylüyorlar? diye tekrar sormuş…”

*****

Bu haftaki Saklı Kalan ilk şiirimiz 1936 yılına ait, unutulmuş şairimiz; Fuat Ömer.

YOLLAR

Karanlık geceler;

Islıklar dallarda.

Varılmaz bahçeler

Uzak kumsallarda.

Durur düşünceler

Tutulmuş dillerde.

Uçar mı serçeler

Bu azgın yellerde?

Akıyor cüceler

Denize sellerde.

Korkunç bilmeceler

Eski masallarda.

Taşır karıncalar

Kalbimi ellerde.

Böyle kelepçeler

Gezilmez kollarda.

Sonsuz eğlenceler

Altın gondollarda.

Biten işkenceler

Dönülmez ellerde.

Adımı heceler

Bir yolcu yollarda.

** 

İkinci şiirimiz Âşık Veysel’e ait:

İnsanoğlu doğru yoldan şaşmazdı

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Türlü türlü felakete düşmezdi

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

İstemezdi alış verişte senet

Kafalara yerleşmezdi ihanet

Ne zina olurdu ne çapkın evlât

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Ne bir yetim hakkı ne de bir rüşvet

Yanmazdı gönüller olurdu hep şad

Derdim anlatırken denmezdi kapat

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Bu güzel sohbette olmazdı fıs fıs

Çirkin ise meyyal olmazdı nefis

Ne cinayet ne hırsız ne hapis

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Ortadan kalkardı günâh musibet

Âşıklar olurdu hak ve hakikat

Herkes için açık olurdu cennet

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Tamuda olmazdı kullara ceza

Olsa temiz ahlak ve husni-i rıza

Hiç şüphe girmezdi gönüle göze

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Yalancılar belki kızar bu işe

Yalan ayaktadır çıkamaz basa

Kemlik düşünür mü kardeş kardeşe

İşde hiyle, sözde yalan olmasa

Veysel bu yollarda sarfeder nefes

Herkesin elinde gezer bir kafes

Binbir türlü derdi çeker mi herkes

İşde hiyle, sözde yalan olmasa