(Katledilişinin 32. Yılında hemşehrimiz)
(1942, Kırşehir-1993, Ankara ve diğer kurbanlar)
Uğur Mumcu, bilge bir Türk rönesansçısıydı. Bitmez tükenmez kalem gücünün kaynağı akıl, araştırma, kanıtlama yöntemiydi. Çalakalem yazan türden bir yazar değildi. Ne söylemişse, bilime, mantığa, araştırmaya, incelemeye dayalı olarak söylemiştir. Bu nedenle yazıları, kitapları; fıkralarındaki belgesel içerikte sosyolojik sebep sonuç ilişkisine göre inandırıcı olduğundan; insanın akıl gücünün, bilimin, sanatın, yazının, düşünmenin, yaratmanın; Atatürk devriminin, Atatürk ilkelerinin, ulusal bütünlüğün, birliğin, dirliğin karşısında olan yobazlarca, casuslarca, casus uşakları tarafından katledilmiştir.
Bu Ermeni casusları, Rum casusları, Sırp casusları, Arap casusları ki, 1. Dünya Harbi’nde Arabistan çöllerinde İngilizlerle birlik olarak 150 bin Türk askerini arkadan hançerlemişlerdir. Bu casus işbirlikçileri ki, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı (1919-1922)’nda İngiliz casuslarıyla, İngiliz casuslarının uşağı Padişah’la ittifak ederek Dürrizade olmuşlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü, yaratıcısı Mustafa Kemal, onun onurlu halkı Türk Milleti’nin aleyhinde olmuşlardır. Aydınlığın, yaratıcılığın boğucusu olmuşlardır.
Uğur Mumcu, Türk Devrimi’nin büyük bir payandasıydı. Tek başına siyaset ve demokrasi, bilim akademisi kişiliğindeydi. O’nun üniversitesinin yasası yoktu. Akademisyenleri yoktu. Milyarlarca liraya mal olan bir çok üniversiteden daha etkin bir yazar kimliğine, arşivine sahipti. Bu niteliği ile aynı zamanda bir bilim adamıydı.
Ağca cinayetinden, silah kaçakçılığına, terörden, mafyaya, bölücülük hareketlerinden, talancılığa, tarikatçılığa dek her konuyu enine, boyuna ele alıyor ve bu konularda aç olan kamuoyunu doyurucu, tatminkar yazılar, araştırmalar yayımlıyordu. Bir kültür deviydi. Açık oturumlarda, karşısındaki muarızları, büyük kültür deviyle karşılaştıklarından süklüm püklüm bükülüyorlardı. Tabii ki bu korkunç cinayeti de bu ezilmişliğin, yenilmişliğin acziyle işlediler. Çünkü bütün zulumlar, zayıflıktan doğar!. Amaç Türk devriminin payandalarından birini daha yok etmekti. Çünkü Türk devrimi yetim kalacaktı, onlara göre. Hukuk devi Muammer Aksoy’u, Çetin Emeç’i, Turan Dursun’u, Bahriye Üçok’u da bu yenilmişliğin, perişan kalmanın sonucunda katletmişlerdi.
Büyük ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizeleriyle belirlersek:
Yobaz
Karanlığın boyudur
Enidir.
Yobaz, açlığın, çıplaklığın
Bütün yeryüzündeki nedenidir.
Yobaz açmış ellerini göklere karşı güya,
Her çağda bir kötülükle yenidir.
Yobaz, geriliğin sömürgenidir.
(Kubilay Destanı, 18)
İspatlama gücü olmayan, dogmalara tutsak olmuş yobazın her cinayeti, bir yenilmişlik sonucudur. Kanıtlama gücü olmayan, kültürel bakımdan tükenmiş kişilerdir siyasal cinayetleri işleyenler, yönetenler, gerçekleştirenler.
Mezar kazıcısı “Mezarcı”lar gibi. Çünkü mezar kazmadan hünerleri yok adamların. Uğur Mumcu’nun otomobiline konan bomba, aslında yobazın ve tükenmiş adam taslaklarının kendi beyinlerinin bombalanmasıdır.
Kendilerini yok etmedir. Fikir üretimi bitmiş, sekteye uğramış yobaz, bu aşağılık yapısıyla, zirvedeki kişileri öldürmekle keyiflenir. Ama boşuna! Türkiye İran değildir.
Türk Milleti’nin akılcı bir kültür birikimi vardır. Atatürk devrimini özümlemiştir. Uğur Mumcu’nun arkasından yürüyen yüz binlerce, milyonlarca insanın varlığı bunun kanıtıdır. Orta-Asya’dan bu yana Türk devletleri, hür düşünce analizine sahiptirler.
Uğur Mumcu; düşünceleriyle, namuslu kimliğiyle, bir adam boyunu geçen kitaplarıyla, inançlı, inatçı Atatürkçü kimliğiyle yirminci yüzyılın yirmi birinci yüzyıla en büyük armağanı olacaktır. Türk düşünce hayatı, Uğur Mumcu’nun kimliğiyle daha bir gönenecektir. Yeşerecektir. Çünkü o “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” diyordu. Ülkemizi, bilgi sahibi olmayanlar yönettiği sürece “muasır medeniyetin üstüne” çıkamayız!...
Uğur Mumcu’yla beraber katledilen fikir düşünce adamlarımızı anarsak;
Kubilay (23.12.1930)
Doç. Dr. Orhan Yavuz (Erzurum Atatürk Üniversitesi 24.03.1978)
Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz (Ankara, 24.03.1978)
Doç. Dr. Bedrettin Cömert (Ankara, 11.07.1978)
Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu (İstanbul 20.10.1978)
Abdi İpekçi (İstanbul 01.02.1979)
Prof. Dr. Ümit Doğanay (İstanbul 10.11.1979)
Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil (İstanbul 07.12.1979)
Ümit Kaftancıoğlu (İstanbul 11.04.1980)
Onat Kutlar (İstanbul 30.12.1994)
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı (Ankara 21.10.1999)
Av. Baro Başkanı Ali Günday (Gümüşhane 25.07.1995)
Öğretmen Yusuf Batur (Denizli 01.06.2000)
Öğretmen Oktay Bulun-Mustafa Özkan (Tarsus 10.10.1997)
Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu (Ankara 18.12.2002)
İlhan Erdost yayıncı (Ankara 1983)
Ayrıca Adana Emniyet Müdürü Dr. Doğan Yurdakul, Diyarbakır Emniyet Müdürü Dr. Gaffar Okan, Gün Sazak, Yazar İsmail Gerçeksöz, İlhan Darendelioğlu
Ahmet Samim (09.06.1910)
Zeki Bey (10.07.1911)
Hasan Tahsin (15.05.1919)
Adem Yavuz (25.08.1974)
Doktoralı iki emniyet müdürü çıktı!.. Maalesef ikisini de Yobazlar katletti!...