Kırşehir’in tozunda, toprağında, çamuruna yaşayan ve belli bir yaşa gelen bizler, şimdi baharın gelmesiyle mutluluk yaşıyoruz. Baharlar Kırşehir’de ayrı bir güzeldir.

Kırşehir’in tozunda, toprağında, çamuruna yaşayan ve belli bir yaşa gelen bizler, şimdi baharın gelmesiyle mutluluk yaşıyoruz.
Baharlar Kırşehir’de ayrı bir güzeldir. Ağaçlar çiçek açar, her yer yemyeşil olur.
Bu yıl kış Kırşehir’de biraz sert geçti, ama yaza az kaldı.
Kış mevsimi insanlara biraz yük getiriyor. Isınmaya harcanan paralar bütçesi zayıf olanları olumsuz yönde etkileyebilir. Ama Kırşehir’de doğalgazın kullanılmasıyla birlikte havamız eskisi gibi kirlenmiyor. Tabi maddi durumu iyi olmadığı için odun-kömür yakan, ya da ne bulursa ona yakan hemşehrilerimizin yüzünden bazı mahallelerimizde hava kirliliği yaşanıyor.
Neyse tozlu yollar deyince aklıma gelen bir hikayeyi siz değerli “Kırşehir Çiğdem” okurlarıyla paylaşmak istiyorum.
Kırsal çevrede yaşadığı için hiçbir meslek edinemedi. Görevi sadece çobanlık ve kır bekçiliği yapmaktı. O zamanlar nüfus planlaması olmadığı için 10 tane çocuğu vardı. Yürürken yaylanarak yürür, hafif de kamburu çıkardı. Babayiğit olmasına rağmen, yoksulluğun verdiği sıkıntı ile devamlı kendisini diğer kişilere karşı zayıf görürdü. Fiziki itibariyle babayiğit olduğu kadar dağınık ve savruk bir adamdı. Bazen çobanlık, bazı zamanlarda da o yörenin insanlarının onayı ile kır bekçiliği yapardı.
Bulunduğumuz yer sulu arazi olmadığı için fazla ağaç yetişmez, sadece bağ ve bahçelerde zerdali ağaçları olurdu. Yakın çevremizdeki köy de ise bol su olduğu için yeşillik ve bolca ağaç vardı. Her türlü ağaç ihtiyaçlarımızı o yer de temin eder, hatır için para da vermezdik. Bizim kır bekçisi için mutlak surette sopa gerekli idi. Ağaçlık bölgeye gider, müsaade aldıktan sonra gözüne kestirdiği iğde, karaağaç veya elma ağaçlarından sopa yapmak üzere ağaç keserdi. Bunların dallarını bağ bıçkısı ile keser, eğri olanları büyük bir taşın altına koyarak, günlerce doğrulması için bekletirdi. Sopaların düzeltilmesi bu kişi için yeterli değildi. Bu ağaçların bir de ateşte kızartılması gerekiyordu. Bunları özenle hafif ateşte kızartır, bir kehribar rengini aldırırdı. Sopalar yarılmayacak, vurduğu zamanda kırılmayacaktı. Onları bir de cam parçaları ve keskin bir bıçakla güzelce yuvarlatır, elini yaralamaması için önlem alırdı.
Yorulmaması için köylüler bir eşek verdiler. Eşek her ne kadar zayıf ise de, kır bahçesinin himayesinde başıboş dolaşır ve her tarladan otladığı için kısa bir zamanda kendisine gelirdi. Zayıflığı üzerinden atan eşeğin tüyleri yavaş yavaş dökülmeye başlardı. Tüyler düzgün görülsün diye bizim bekçi eşeğin yelelerini dalgalı bir şekilde keser, ona bir şekil verirdi. Ayrıca eşeğin kalça kısmında bulunan tüyleri de kırklık denilen aletle düzeltir, hava almasını sağlardı. Eşek de herhalde bu halinden keyif alır, sahibinin yanından pek ayrılmazdı.
Olaylar böyle cereyan ederken bizim bekçi çok sevildiğini sanıyor, ekinlere sıkıntı veren insanları bazen o meşhur sopası ile okşuyordu. Çoğunun canını acıttı. Ortalıkta bir kır bekçisi korkusu dolaşıyordu. Bizler de köy çocuğu olduğumuz için, okullar tatil olunca hayvanlarımızı otlatmaya giderdik. Köy gençleri belli yerlerde hayvanları toplar, orada otlatırlardı. Bekçinin ünü gün geçtikçe arttı, herkes korkar oldu. Elindeki sopadan başka kendini koruyacak veya savunacak herhangi bir aleti olduğunu görmemiştik. Ama ateşten kızarttığı sopadan bir darbe alan, bu olayı ve acısını hiç unutmuyordu.
Kır bekçisini dinlemeyen, insanların mallarına ve tarlalarına sıkıntı veren bazı insanlar da vardı. Bu insanlardan bir tanesi ekili olan yere hayvanını bıraktı, kendisi de gölgeye o meşhur eşeği ile birlikte geldi. Ne konuştuklarını ve birbirlerine nasıl hitap ettiklerini bilmiyorum. Hayvanlarını ekinlere süren insan birden bire kaçtı, hayvanlarını orada bıraktı. Şikayette bulunduğu mercii bizim bekçiyi alıp götürdü, cürm-ü meşhut yapmıştı. Daha önceden canını yaktığı insanlar mı tanıklık etti bilmiyorum. Bizim bekçi 6 ay ceza almış, ancak 4 ay yatması gerekiyordu. O zamanlar da cezaevlerinde yatmak bir ayrı olay görülürdü. Herkes bu cezaevinden çıktı diyerek çekinir, yapacağı hareketten korkardı.
Biz yine hayvanları otlatırken bekçi cezaevinden çıkmış, üzerinde koyu lacivert bir elbise, beyaz bir gömlek, bir de yemeni dedikleri ayakkabıdan almış, hapishanede yattığı döşek eşeğin sırtında, onun üzerinde bir yorgan, bekçi onların üzerinde. Bir de daha evvel çanta radyo dediğimiz, pilli bir radyo almış, ağzında bir sigara, eşeğe yan binmiş geliyordu. Radyo türkü söylüyor, "Makaram sarı bağlar"... Gel keyfim gel...
Yaz mevsimi olduğu için köylüler saplarını çekiyorlardı. Köyde genelde kara kağnı dediğimiz, mazı ile birlikte dönen tekerlekli kağnı ile sap çekiyorlardı. Tekerleklerin geçtiği yerlerdeki topraklar sanki kına gibi toz olmuştu. Kağnılar yağsızlıktan gıcırdıyor, hayvanlar kağnıları çekmekte zorlanıyorlardı. Hayvanlara sıkıntı veren karasineğe benzer yeşilbaş denilen sinekler vardı.Hele o büğelekler... Bunlar büyükbaş hayvanları ısırır, hayvanlar yerinde duramazdı. Bizim bekçi halen geliyor, kağnılar önde, bekçi arkada, radyo türkü çalıyor, bekçinin ağzında bir ıslık türküye eşlik ediyordu. Yanımda bulunan arkadaş, çok cin fikirli idi.
Zamanında bu arkadaş da bekçinin sopasından nasibini almıştı. İçinde bir intikam duygusu vardı. Adamı dövmesi imkansızdı. Buna nasıl zarar verebilirim, diye düşünüyordu. Bizim bekçi çok güzel giyinmiş, bıyıklarını da biraz uzatmıştı. Güya cezaevinden çıkan adamın bıyıkları uzun olmalıydı!
Yanımdaki arkadaş bunun güzel giyimini ve fiyakasını bozmak istedi. Her ne kadar fikirlerine katılmadıysam da, dediğini yapmakta kararlı idi. Bekçi yaklaştı. Olay yerinden biraz uzaklaştım. Bekçi bizi yakalarsa herhalde iyi şeyler düşünmez,bir daha sesimizi çıkarmayacak şekilde çanımıza ot tıkardı.
Ekinin içerisine giren arkadaş kendisini iyice kamufle etti, Bekçiyi bekliyordu. Eşek de acıkmış olmalı ki bir an evvel sırtındaki yükü yerine ulaştırıp dinlenmek istiyor gibiydi. Arada sırada burnundan soluyor, kına gibi tozlar havaya kalkıyordu. Bekçi yaklaştı, hiçbir şeyden haberi yok. Tek düşüncesi eş ve çocukları ile buluşmak. Eşek hızlı yürüyordu ki bir anda ekinin içerisinden çıkan arkadaş eşeği ürküttü. Eşek ön ayaklarını havaya kaldırınca bizim bekçi sırt üzeri tozların üzerine düştü. Üzerine yorgan ve döşek devrildi. Radyo elinden biraz ileri fırladı. Adam ve eşek yükün ağırlığı ile birden kalkamadılar. Kendine gelen bekçi kalktığında, lacivert elbiseleri bembeyaz toz oldu. Şapkası döşek ve yorganın altında kaldı.Bıyık ve kaşları toz içerisindeydi. Eşek hâlâ kalkamamış, yuların altında kalmıştı.
Bekçi etrafına baktı. Hayvanı ürküten çocuk çok hızı bir şekilde kaçıyordu. Bekçinin çocuğu yakalaması imkansızdı. Üzerine baktı, her tarafı toz içerisindeydi, tüm hayalleri kesintiye uğradı. Zamanında canını acıttığı çocuk, evine hızla kavuşmaya gelen bu insanı tozlu yollarda eşekten düşürerek intikamını aldı Bekçi hâlâ ne olduğunun farkında değildi. İçeride yattığı günler aklına geldiği için çocuğa da bir şey söylemedi. Geldiği yere geri dönmek onun için çok zordu. Geride 10 tane çocuk var, babalarının yolunu bekliyordu. İçeriye düştüğünde yine çocukları aç kalabilirdi.
Kodeste bir gün bile geçirmek insan hayatı için ne kadar zordu.