DİNO’YA MEKTUP

TEMMUZDA  ÜŞÜMEK

Acıların ardından anma yazıları yazmak benim için zor ve sızlatıcı. Öyle olmakla birlikte vefa duygusunu yitirmediğimden bu sorumluluktan kaçınmak istemiyorum.

 Buruk bir temmuz günü… Yangınlarda üşüdüğüm gün sonrası temmuz hep buruk, kırgın, yorgun… Her geçen günün ruhumdaki yansımaları; o karanlık zihniyetin bizi ele geçirmeye başlamasından sonra sessizce içime kapanmanın, yaşam heyecanımın sönükleşmeye, solgunlaşmaya başlamasının burukluğu…. Temmuzun alevlerinde üşümenin kızgınlık ötesi çaresizliği… Ölü ozanlar kentinde çarmıha gerilenlerin utanmazlıkla, aymazlıkla izlenceye dönüştürülen idamlarının ruhumdaki yarası… Kanayan yaramın kabuk bağlamasının, hayatı akışına bırakma arzularımın huzursuzlukla bana dönen o karanlık günün olağana dönüştürülmesinin kaygısı….Kötülükler kanıksatılarak olağana, yaşamın kendisine dönüşürken, dönüştürülürken umutları tüketmenin umutsuzluğu…

O karanlık gün bir anda oluşmadı. Yılların birikiminin somutlaşmasıydı. İnsani, ahlaki, inançsal bütün değerlerin yok sayıldığı, yok edildiği, yaşamın değil ölümün kutsandığı karanlık zihniyetin bizi esir aldığı o günden sonra zehir saçan düşüncelere adım adım teslim olduk. Kenti kaplayan dumanlar bütün ülkenin üzerine bir kabus gibi çöktü. O çöküşün sızısıyla yaşamaya alıştık, alıştırıldık.

 Temmuzda yakılan aydınlarımız değildi, aydınlık zihniyetti… Karanlığa her direnişin bedeli olduğunu biliyoruz. Ancak, ödenen bedellere karşın karanlığın bizi ele geçirmek için hoyratça, acımasızca uyguladığı yöntemlere aynı kararlılık ve tutarlılıkla karşı duramayışımızdır ki bizi daha derin karanlıklara sürükledi.

Beyaz camdan büyük bir keyifle, sevincini gizleme gereği duymadan utanmazlıkla, aymazlıkla “Hiçbir vatandaşımızın burnu kanamadan olaylar kontrol altına alınmıştır.” diyen sesteki duygusuzluk ötesi ürkütücü bakışları unutmamız mümkün mü?... Yakılan insanların ardından “Olay münferittir , organize değildir” diyen o nobran, insani değerlerden ve onurdan uzak, yıllarca toplumu yönetme talihsizliğindeki sesin uğultusu  kulaklarımdan hiç eksilmiyor.  Sesler, sözler, sazlar, çizgiler, ezgiler ölmüş umurunda değildi. Ölenler sayı değeri bile taşımıyordu. Hiç doğmamışlardı ki ölsünler. Onlar küçük sayılar, ayrıntılardı. Ölenler bu ülkenin aydınlık yüzleri, geleceğiydi…. Kimin umurundaydı? Karanlık zihniyet için lanetlenmiş “ötekilerdi” Fazlalıktılar. Yok sayılmalarından dolayı yok edilmelerinde de hiçbir sakınca yoktu. Ve yok edildiler.

Devlet denen kutsallaştırılan o ceberut yapı; kendisine karşı en küçük kalkışmayı acımasızca bastırıp cezalandırırken vatandaşlarının linç edilmesini seyretmekle yetindi. Suçlu ve sorumlu mu arıyorsunuz?... Boşuna zaman harcamayın. Hiçbir yetkili ve sorumlu en küçük vicdani sızı hissetmeden olağan günlük yaşamını sürdürecektir. İnsani ve ahlaki değerlerin peşine düşüp, boşuna zaman harcamayın, aramayın. Sakın adalet gereğini yapar boş boğazlığında bulunmayın. Kaybolan, kaybettirilen adaleti bulan varsa bana haber versin de birazcık huzur bulayım.

Soluduğunuz ziftleşmiş havayı solumaktan utanç duyuyorum. Etrafınızı saran salyalı güruhun ölüm çığlıklarıyla, kendinden geçen kalabalıklardan utanıyorum. Ancak, kalabalıklar sirkte bir gösteriyi izlemenin huşuluğu içerisinde, kendinden geçercesine sizin cesetlerinize ulaşmanın hazzını tatmaktan utanç duymuyorlar. Utancın anlamsızlaştığı o saatlerde belki de utancın zerreciğinin uğramadığı o garabet yüzler, bakışlar, gözler ölümle mutlu olmanın utancını değil, mutluluğun sevincini yaşamak istiyorlar.

Madımak; o katliamın gerçekleştiği ve utanmazlıkla seyirlik bir oyun izler gibi izletildiği, temmuzun alevlerinde yüreğimin üşüdüğü, insanın değersizleştiği, varlığının anlamsızlaştığı karanlığın mekanı. O zamandan ve mekandan sonra her şey karanlığa sürüklendi. Hayat sürmekle birlikte anlamsızlaştı.

Gidenlerin ardından timsah göz yaşlarının da, intikam yeminlerinin de anlamı ve önemi yoktur. Biz ki cenneti yaşamda ararken, ölüm sonrasının cennet avuntularıyla ilgilenmiyorum. Orayı karanlık zihniyetin sahiplerine bırakıyorum.

“  Bin kez budadılar körpe dallarımızı /  bin kez kırdılar / bin kez korkuya boğdular zamanı / bin kez ölümlediler / yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz / bitmedi daha sürüyor o kavga / ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek …/  Saraylar saltanatlar çöker / kan susar bir gün / zulüm biter. ”

Sürüklendiğim karanlıktan Şairin dizeleri ve Dino’nun mızıkasından yükselen sesler umudum oluyor. O umuttur bizi canlı tutan. Ölüme inat aydınlığa yürüyüşümüz sürecek. Ölüm nidalarına, güruhun salyalı bağırışlarına inat yaşamı kutsayacağız.