Kırşehir'de evvel zamanın birinde kırsal kesimin yoksul insanlarıydı. Birer parça ekmek için sağa sola giderek çalışırlardı. Hiçbir zaman avantayı sevmezlerdi. Bulundukları yerlerde kavga arayıp kimseye bulaşmazlardı. Kaderleri çalışmaktı. Cabir’le kimsenin elinden bir şeyi alma huyları yoktu. Uysaldılar hiçbir şekilde kavga çıkarıp ortamı bozmazlardı.
Çevresindeki insanlara karşı çirkeflik yapmazlardı. Iş bulamazlarsa çevre köylerin davarlarını gütmeye giderler, geçimlerini o şekilde sağlarlardı. Birileri hakkında fena şeyler söyleyip, kimseyi çekiştirmezlerdi. Hiç bir kimsenin çoluk çocuğunu doğru yoldan caydırıp, baştan çıkartarak, ayartmak yoluna gitmezlerdi. Babalarından gördükleri bir meslek olarak, koyun kırkma işini çok güzel yaparlardı. İşsizliği, başıboş gezmeyi ve avareliği asla sevmezlerdi. İşi olan adamlara fazla asılmazlar, kendiişlerini yaratmak için çaba sarf ederlerdi.
Yaşamlarını bu şekilde sürdürürken, ister istemez çoğaldılar ve çoluk çocuğa karıştılar. Her çeşit ihtiyaç gün geçtikçe artıyordu. Kendileri ve eşlerinin çalışması gerekiyordu.
Ayrı ayrı yerlere çiftçi çoban gitmeye başladılar. Eşleri de varlıklı insanların bulgurlarını çekiyor, ekmeklerini yapıyor, gerektiğinde hayvanlarına bakıyordu.
Erkekler başka yörelerde çalışa dursun, kadınlara yeni bir iş açılmıştı. Birkaç kadın bulgur değirmeni ile bulgur çekeceklerdi. O zamanlarda bulgur değirmenleri yok denecek kadar azdı.
İki siyah taş üst üste konurdu. Üstteki taşın ağaçtan yapılmış bir sapı olur, bu sap tutularak değirmen taşının döndürülmesi sağlanırdı. Taşın ortasında küçük çapta bir delik bulunurdu. Bu delikten kaynatılmış olan buğday taneleri yavaş yavaş atılır, kadınlar kolları ile değirmen taşını döndürerek bulguru çekmeye çalışırlardı.
Eşraftan bir vatandaşın bulgurunun çekilmesi gerekiyordu. Dört kadın söz birliği ederek bulguru çekmeye karar verdiler. Herkesin evine gidip çalışmak pek hoş sayılmazdı.
Yörenin sayılan ve zengin bilinen adamı dört kadına, bir çeşit ince kumaştan krep denilen giyeceklerden aldı. Bu kumaşlar rengarenkti. Kadınlar çok sevindiler.
Adam ve eşi iyice kartlaşmışlar, anaç birileriydi. Son derece kaşarlanmışlardı. Kendilerine korumacı yakıştırması yaptırıyorlar, gelen insanların gözlerini boyuyorlardı. Adamla kadın kaç yıldır yıkandığı belli olmayan 7 yamalı bir döşeğin üzerine yayılmışlar, uzun uzadıya oturuyorlardı. Bunların durumlarını gören kadınlar apışarak kaldılar. Ara sıra iki parmak arasında sıkıp burarak birbirlerini çimdikliyorlardı. Kadın ve adamın bu şekilde yayılıp oturmalarını pek beğenmemişlerdi. İşleri çok zordu.
Dört kadın akşamüzeri bulgurun çekileceği yere oturdular.
Akşamın ilerleyen saatlerinde karınları iyice acıktı. Bulgur çektirecek adamın annesi yaşıyordu. Gelen kadınları memnun etmek için onlara kurutulmuş hamur parçacıklarından erişte pişirerek getirdi. Yemekteki yağın ne olduğu belli değildi. Kadınlar yemeği yedikten sonra istirahat denilen şey bilinmiyordu. Adamın annesi bunlara masallarda geçen korkunç mahluk gulyabaniyi anlatıyor onların çalışmalarını sağlayarak zaman kazanıyordu. Adam, eşi ve annesi meşveretleşmişlerdi. Kadınları sabaha kadar çalıştırıp uyutmayacaklardı. Kadın, gulyabani hikayesinden sonra birde geceleri dirilip dolaştığı sanılan hortlak masalları anlatıyor, kadınları korkutuyordu.
Kadınlar her şeyi sinelerine çekmiş olanca güçleriyle çalışıyorlardı. Sabah yakındı. Kadınlarda bir rehavet başlamış, birbirlerinin gözlerine bakarak hafifçe şekerleme yapmaya çalışıyorlardı.
Sabahın ışıkları ile birlikte işveren adam dışarıdaki fışkı üzerinde yatan eşeğine binerek dehleyip yeni bulgur çuvalları getirmek için diğer evlerine gitti. Kadınları avanak, aptal, enayi görüyordu. Çünkü kadınlar çok sessizdiler. Çalışma sınırı yoktu. Buğday çuvalları bitinceye kadar çalıştıracaktı kadınları.
Kadınlar yumuşak huylu, halim insanlardı. Kaderlerine razı oldular.
Adam eşeğe yüklediği kocaman bir çuvalı kapının önüne getirdi. Eşek yükün ağırlığı ile kontrolden çıkmış, yampiri yürüyordu. Çüş diye burnuna sopa ile çırpıştırarak hayvanı durdurdu. Eski çullardan dokunmuş çuvalı birkaç kişi getirerek kadınların yanına bıraktı. Bu çuvalda bitecek dedi.
Eşeği ile çuvalları tek tek getiren adam işini bitirdi. Zeyrek tarlasını kontrol etmeliydi. Doru atına atladı. Doldu dizgin ılgara, atını tarlaya doğru sürdü. Elindeki sopa ile tarlaya inen kuzgunları defetmeye çalışıyordu. Atının yanında kocaman hantal köpeğini de götürmüştü. Köpek oldukça bezgin, inen kuzgunları kovalamak istemiyordu.
Adam birden celallendi. Köpeği öldüresiye döverek iyice tepeledi. Daha önceden böyle işlere alışmamış olan hayvan kuzgunları sadece seyrediyor ara sırada dilini çıkarıp esniyordu. Cabir’le hayvan işe gider miydi?
Zamanında tarlaya götürmemiş, onu miskin alıştırmıştı. Şimdi ne kadar hırpalasa da hayvan bu işe alışkın değildi. Sadece yiyip yatıyordu. İyice azmanlaşmıştı.
Kuzgunların zeyrek tarlasında dolaşması adamı deliye döndürmüştü. Kadınları fazla çalıştırmak için her türlü fitneliği düşünen adam bulgurları fazla çektireyim derken tarladaki zeyrekten oldu. Kargalar zeyrekleri düvenle sürülmüşe döndürmüşlerdi.
Tarlayı bırakarak evine döndü. Car car konuşan eşine karşısından defolmasını istedi. Kadınlar hâlâ çalışıyorlardı. Sanki bulgur işini kabala almışlardı.
O zamanlar da evlerde soğutucu az bulunurdu. Kadın daha önceden kuruttuğu etleri hamurla karıştırarak çalışan kadınlara çullama denilen yemekten yaptı. Etlerin rengi siyahlaşmış, içlerinden bazıları da konuşmuştu.
Kadının hazırladığı yemek acıkan kadınlara dağıtıldı. Çullamanın yanına bir acı soğan bile kırmamışlardı. Yeme iştahlarını bertaraf etmek için kadınlar çullamaya sürekli kaşık atıyorlardı.
Adam hâlâ zeyrek tarlasındaki kuzgunların nasıl ortadan kaldırılacağını düşünüyor, büyük bir hezeyan içerisinde idi. Her ne kadar celallense de kalan kısımların kendilerini kurtarabileceğini hesap ediyordu.
Zeyrekler genellikle ekinlerin biçilmesinden önce biçilirdi. Bunlar tarlalarda küçük yığınlar haline getirilir, sonra belirli yerlerde dövenle sürülerek savrulduktan sonra çıkan taneler beziryağı yapımında kullanılırdı.
Adamın tek düşüncesi kalan zeyrekleri bir an önce ortadan kaldırmaktı. Bulgur çeken kadınları fazla çalıştırıp, az para vermesinin bedeli ödenmeliydi. Ortada bir haksızlık vardı.
Gece uykuya dalan çobanlardan birisinin sürüsü herklerde otlarken gözüne kestirdikleri zeyrek tarlasına daldılar. Çoban yediği sütlü lapanın rehaveti ile derin bir uykuya dalmış, dünyadan bihaberdi.
Keçi ve koyun karışımı davar sürüsü zeyrek tarlasını sanki biçerdöver gibi biçtiler. Döne döne nerede uzun seyrek sapı varsa eşit şekle getirdiler.
Sabah kuskunu güzel eşeğine binip tarlayı kontrole giden adam vaziyeti gördüğü zamanda kudurdu, küplere bindi. Bulunduğu yerde zaten iki koyun sürüsü vardı. Acaba hangi sürü zarar vermişti, diyerek düşünceye daldı.
Davarları zeyrek tarlasına dalan çoban, sürekli koyunları sağıyor, onun sütü ile lapa pişiriyordu. Gözleri ve boynu iyice kızarmıştı. Dağda sürekli havadar yerde gezdiğinden enerji yüklüydü.
Çobanın cezasını kendi vermek istedi. Halbuki köyün ihtiyar heyeti veya adli makamlar gerekli zarar ve ziyanı ölçerler, çoban veya çobanın ağasına bedel ödetirlerdi. Adam her şeyi göze alarak elini taşın altına koydu.
Boynu çobanın boynu kadar kalın olduğundan korkmuyordu. Çobanı benzetmeliydi. Yanında bulunan dalkavuklarda adama sürekli gammaz veriyorlardı.
Kadınlar kalan bulguru bitirmeye çalışırken, zeyreğin bedelini ödetmek için eline aldığı bir kazma sapı ile çobanın yanına gitti.
Her şey sopa ile çözülmezdi. Ama adam gaza gelmiş, bu işin ancak sopa ile çözüleceğini sanıyordu.
Çoban yine davarını almış, sazlık alanda otlatırken tek başına yanına gelen adama dikkatlice baktı. Adamın düşünceleri hiçte hoş görünmüyordu.
Çobanın elinde de yıllarca kullandığı şimşir ağacından bir sopası vardı. Göz göze geldiler. Her ikisinin de niyeti belli olmuştu. Adam kendini çok güçlü hissediyor ve elindeki kazma sapına güveniyordu. Çobanın elindeki şimşir ağacından yapılmış sopanın kırılmayacağını ve en sert ağaçlardan birisi olduğunu hesap edememişti.
Daha birbirine bir şey söylemeden karşılıklı vurmaya başladılar. Kimin haklı, kimin haksız olduğu henüz belli değildi. Keyifleri yetip, ikisi de yere düşünceye kadar sopalarını kullandılar. Her ikisi de büyük yaralar aldı.
Adli makamlar dururken adamın çobana saldırması hiçte hoş karşılanmadı. Çobanında tarlaya zarar verip tekrar adama sopa ile saldırması affedilir cinsten değildi.
Her ikisi de adli makamların ellerine düştüler ve gereken cezaya çarptırıldılar.
Deveyi ıhtıran bir tutam ottu.
Bu işten kim karlı çıktı acaba?
Kadınların fazla çalıştırılıp, az ücret almalarının ahı mı tutmuştu?..