Çocukluğumuzun en büyük eğlencesi mahalle ve okul arkadaşları ile birlikte doyasıya oyun oynamaktı. Futbol (tek kale, Japon kale türevleri), yakan top gibi oyunların yanı sıra bilye, kuyu, çakı/çivi gibi oyunlar yaygındı. Mevcut oyunları kendi koyduğumuz kurallarla şekillendirir, bazen de yeni oyunlar türetirdik. Hele mahallemizde yeni bir bina yapımı başladıysa, daha da mutlu olurduk.

Yeni bir binanın yapımında iş makinalarıyla yapılan kazıyı izlemek sadece çocuklar için değil, büyükler için de bir seyir oyunuydu. Çocukluk aklımızla dev iş makinalarını sanki biz kullanıyor ve kollarımızla toprağı kazıyorduk. Sonrasında ustaların demiri işlemesi, hasır örgülerin yapılması, kalıpların çakılması ve beton dökülmesi gibi aşamalar devam ederdi. O yıllarda inşaat süreci günümüzdeki gibi kısa değildi. Üç katlı bir binanın tamamlanmasının yıllar aldığı görülürdü. Bitmek bilmeyen inşaatlar da vardı. Mevsim değiştikçe sütunların ve duvarların ortaya çıktığı olurdu. Bu süreç içerisinde mahallenin çocukları olarak okula gidiş gelişlerde ve mahalle oyunları esnasında inşaat sürecini izlemeye devam ederdik. Dahası damperli kamyonlarla nehirden yeni çekilmiş, suları süzülen kum getirildiğinde heyecanımız artardı. Şekli bozulmamış kumdan Kale’ye ilk çıkan kim olacaktı? İki takıma ayrıldıktan sonra Kale’nin savunması nasıl yapılacaktı? Daha sonra kum tepeciğinde oynamaya başlardık. Kimisi bulduğu teneke veya kova ile koni şeklinde kumdan Kale’nin eteklerine sur yapar, kimisi oyuk açar, kimimiz de üstüne oturup sohbet ederdik. Sonrasında su ve çimento ile buluşan kumdan Kale, demirle birleşerek kimi aileler için yeni bir yuva, Kale olurdu.

Ortaokula başlayınca kumdan Kale oyunu artık geride kalmıştı. Fakat Kale’miz hâlâ vardı. O yıllarda şehir merkezinde bulunan Kale Ortaokulu’na başladık. 1884 yılında rüştiye (ortaokul) olarak açılan Kale Ortaokulu’nun, vatanımıza ve milletimize değerli hizmetleri olmuş, nice mezunları vardı. Öğretim, 1938 depreminde yıkılan taş binanın yerine yapılan yığma binada devam ediyordu. Etrafı kısmen surlarla çevrili, yerden 30-35 metre yükseklikte, şehrin merkezinde ve şehre hakim Kırşehir Kalesi’nde okumaktan mutluyduk. Okulun basketbol sahası betondan yapılmıştı ve o dönemde şehrin en iyi sahalarındandı. Öğlenci olduğumuz dönemlerde okula erken gidiyor ve basketbol sahasının boş olmasını ümit ediyorduk. Boş değilse yedek plan devreye giriyor ve barakaların arkasındaki toprak sahada futbola devam ediyorduk. Baraka deyince, ilk seneyi o barakalarda okuduğumuzu söylemeliyim. Demir ve sacdan yapılmış barakalar zamanın prefabrik tek katlı yapılarıydı. Yığma bina ise daha konforluydu. Ancak, yığma binanın her yıl belirli bir miktar Kale’nin içine gömüldüğü söylentisi de vardı.

Okuldan ve oyunlarımızdan arta kalan zaman diliminde ise kendimizce memleket meselelerine akıl yorardık. Bu meselelerden bir tanesi de baraka ve yığma binaların iyi ve kötü taraflarıydı. Yığma bina, günümüzün trafiği yoğun caddeleri gibiydi. Birçok öğrencinin tek bir kapıdan girmesi ve çıkması ayrı bir dertti. Teneffüsleri binanın içinde geçirmek bazen bahçeye çıkmaya tercih edilebiliyordu. Barakalar ise tek katlıydı ve dışarı çıkmak çok daha kolaydı. Biz çocuklar için bahçeye kolay erişim daha önemliydi. Çünkü, teneffüsleri son dakikasına kadar kullanabiliyorduk. Teneffüs demek, daha çok koşmak ve oynamak daha çok nefes almak, çocukçası “yaşamak” demekti…

Geçmişten günümüze hayatımızda büyük yer eden betonarme ve bina konusu, hâlen memleket meselerinde gündemini koruyor. Birinci yıldönümünü üzüntüyle karşıladığımız 6 Şubat 2023 depremi birçok aileyi derinden etkiledi. Milletçe bu acıyı içimizde hissettik ve hissetmeye devam edeceğiz. Bu yıldönümlerinin artmamasını diliyoruz. Erzincan, Dinar, Gölcük, Düzce, Van, İzmir depremleri ve 6 Şubat 2023; bizler için sadece hüzünlü geçireceğimiz yıldönümlerinden daha fazlasını ifade etmeli. Artık kumdan Kale’ler yerine modern çağın ve teknolojinin gereklerini yerine getirme zamanı… Mimarı, mühendisi, işçisi, müteahhiti ve tüm vatandaşlarıyla birlikte bilimin ışığında, doğru ve dürüst işin esas alınacağı bir yurt, bir Kale inşa etme zamanı geldi ve geçiyor… Depremden etkilenen ülkelerin tecrübelerinden ve örnek alınacak mimarilerden faydalanılması çok önemli…

ABD ve Avrupa ülkelerinde insan sağlığı ile doğrudan ilişkili tüm sektörlerde olduğu gibi inşaat sektöründe de son derece etkili bir kontrol sistemi var. Binalarının dış görünümünden tutun da şehir planlamasına kadar karakterleri olan mahalleler ve şehirler yaratılmış durumda. Yaşam, ağırlıklı olarak yatay mimari ürünü binalarda geçiyor. Gerekmedikçe dikey mimariden kaçınılıyor. Gökdelenler şehrin her yerinde değil sadece belirli bir noktasında toplanıyor. Okulları ise çocuklarının heyecanla ve hevesle gittiği, öğretim sürecini oyun oynar gibi mutlu bir şekilde geçirdiği kurumlar haline gelmiş. Okul öncesi ve ilkokulların genelde tek katlı yapıldığı, her sınıfın en az iki çıkışının olduğu, sınıf kapılarına dışarıdan erişimin mümkün olmadığı, kapıların sadece iç bahçeye açıldığı, afet ve kazalara karşı güvenliğin en üst seviyede tutulduğu binalar inşa edilmiş. Çocukların güven içinde bisiklet veya kaykayla ya da yaya olarak uzak mesafedeki okullarına gidebildiği yollar ise şehir planlamacılığının geldiği noktanın göstergesi. Milletimizin geleceği olan çocuklarımızın; güvenli ve mutlu şekilde yaşayabileceği daha yatay ve dayanıklı bir mimari, sanırım halkımızın da beklentisi.

6 Şubat 2023 günü yaşadığımız afette hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kalanlara sağlık ve sabır diliyorum. Bir daha bu acıları yaşamamak için Japonya gibi deprem müzmini ülkelerin, bilim ve teknolojinin, Türk insanının aklı ve milletimizin çalışkanlığının mutluluk getiren Kaleler inşa etmesi dileğiyle…