Öyle yüklü bir kederle ilerliyoruz ki derinlerine yaşamın, ne çok üşüyoruz ve ne çok kaçıyoruz kuşatmasından ayazın. Üşüsün istemiyoruz ellerimiz, ayaklarımız, bedenimiz.

Öyle yüklü bir kederle ilerliyoruz ki derinlerine yaşamın, ne çok üşüyoruz ve ne çok kaçıyoruz kuşatmasından ayazın. Üşüsün istemiyoruz ellerimiz, ayaklarımız, bedenimiz. İliklerimize dek süzülen titreme, yenilgisi oluyor sıcağın; nar gibi köpüren bir ateşin umuduyla kalıyoruz. Buz kesmiş bir umudun meridyenlerinde anlık bir yenilgiyle tükeniyoruz.
Tüm insani duygularını kazanmışların akıl duvarlarına, yaşam buz kütlesi gibi çakılıyor sonra. Ekmeksiz, evsiz, kimsesiz, pencere pervazlarını direnen poşet hışırtılarıyla soğuğa karşı direnen bir yaşamın. Tüten bir çorba, metalik bir soba, dört duvar, duman duman Karadeniz kokan bir bardak çay bulunmaz nimet oluyor sonra. Üzülüyoruz. Dalıyoruz. Vicdanımızı yumrukluyoruz. Sicilimizin ardına düşüyoruz, tam da orada unutup benliğimizin üşümelerini insan kalmaya direniyoruz. İnsanı aramaya başlıyoruz.
Aralıklarla ne denli kar taneleri kuşatsa da adımladığımız yer yüzünü, yenildiğimiz koyulukları kar örtemiyor. Evlerin camlarına tüneyen kumruların ılık ılık su taneleriyle oynaşan pencere kıyılarına ilişmesi gibi kalıyoruz. Oradan daldırarak üşümüş gözlerini pencereden içeriye, kalabalıkları, sıcaklığı, paylaşmayı arar gibi ne çok benziyoruz kendi dışımızdaki canlıların yaşamına. Ya da dışarıda kalanlarımız kadar kalabalıkla tıpkı kumrular gibi birbirimizi sığınıp sarılıyoruz. İçeride kalan bir dünya ile dışarıdan kalan bir dünyanın arasındaki o soğuk sınırda kalıyoruz. Yaşamın dengeleri oluyoruz, aynı sorumlulukta, aynı ağırlıkta tutabiliyorsak, adaletin ve vicdanın varlığından bahsedebiliyoruz.
Kırşehir'de o ılık ve sıcak yaz günlerinde insan işgaline uğrayan Kent Park kıyılarını, Hılla Gölünü, Ağalar Konağı'nı, Seyfe'yi düşünün… Ayazın ablukaya aldığı bu günlerde ne çok yalnız ve terk edilmişler. Ne çok üşümekteler ve ne çok kimsesizler. Hayatımızın bütün gerçekleri sırayla bir yalnızlık oluyor, üşüyor ve terk ediliyor.
Sokakların keskinliğine tutsak kimsesiz insanları unutmayın. Unutmayın soğuk kış aylarına direnen ve yüreği güneş gibi çarpan kumruları. Nerede kendi gücüne terk edilmiş bir canlı varsa hepsini; sarılın, kucaklayın, paylaşın sıcaklığınızı.
Zira biliyorum ki, insan ömrü üşüdükçe yitirir ahengini, yaşama sevincini, sıcaklığını.