Osmanlı döneminde,ülkenin “hanedan ailesi”nin adını taşıyan

 “OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ”NDEN, “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ”NE

 Anadolu’da yaygın olan padişaha ve halifeye sadakat dahası bunlara karşı gelinemeyeceği şeklindeki yaygın kanaate ve de bunların hasım hane tutumuna rağmen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına karşı 21–26 Aralık 1919 tarihleri arasında, Kırşehir’de bulundukları 5 gün süresince kendilerine yönelik ilgi alaka ve sevginin ötesinde kurtarıcı gözüyle bakılmıştır. Nitekim bunu bilen Mustafa Kemal Paşa Kırşehir’de Gençler Derneği’nde tarihe not düşen nutkunda adeta Padişaha ve Hilafete, onların İstanbul hükümetine aleni gönderme yaparak; “Büyüklerine hürmet iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, hâdisât ve tecarüp gösterdi ki bizâtihi milletin mütehassıs ve mütefekkir olması lâzım. Her ne şekil ve vasıfta olursa olsun âhara terk etmemek lâzımdır, ederse bugünkü netice hâsıl olur.” diyecektir.

Ankara’ya gelmeden 3 gün önce 24 Aralık 1919’da Kırşehirlilere İstanbul’a gitmeyeceğiz. Anadolu en büyük hazinedir. Sine-i vatanda istihlas çarelerini beraberce ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız”diyen Mustafa Kemal Paşa’yı hiçbir zaman İstanbul'a çekip teslim almak, tuzağına düşürememişlerdir.

Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde işgal eylemleri hızla gelişiyor, Yunanlılar Ege’de, Fransızlar Güney Doğu’da ilerliyordu. İşler giderek çetinleşiyordu. Üstelik bir tek sorun düşmanla da yaşanmıyor, Damat Ferit’te İngilizlerle işbirliği içinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüm cezasına çarptırıyor. 24 Mayıs 1920’de de Padişah Vahdettin bu hükmü onaylıyordu.

Son Osmanlı Meclisinin Anadolu’da, Ankara’da değil de işgal altındaki İstanbul'da toplanması, bir bakıma Kemalistlere karşı hazırlanmış bir tuzaktı. İngilizler, Anadolu'da yakalayamadıkları Kemalistleri İstanbul’a çekip topluca ele geçirmeyi düşünmüşler, bunu bir ölçüde de başarmışlardır.  Anadolu'dan mebus seçilen, İstanbul Mebussan Meclisi’nin kuvacı mebusları İstanbul’a toplandıklarında göz göre göre İngilizlerin ağına düşmüşlerdir.

Nitekim 16 Mart 1920 günü İstanbul işgal edildiğinde, İngiliz polisinin Meclisin kapısına dayanmasıyla Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarından bazı mebuslar tutuklanmış,  sonraki günlerde de İstanbul’da Kemalistler teker teker avlanmıştır ki, 1920 yılında Malta'ya sürülenler öncelikle Mustafa Kemal’e yakın isimler olmuştur

İstanbul’daki  millici “insan avı”, Anadolu’ya geçişleri kamçılamış. Birçok kimse İngilizlerin pençesine düşmektense Anadolu'ya atlamayı kendisi için bir kurtuluş olarak görüp, Kurtuluş Savaşına katılmış, İngilizlerce yakalanıp sürülen mebuslardan kat kat fazlası Anadolu'ya geçerek, Ankara’da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışına katkı sunmuşlar, ensesinde İngiliz polisinin soluğunu duyan Osmanlı Türk aydınları ve hatta karasızları Anadolu’ya geçerek, Mustafa Kemal Paşa’ya katılmak için Ankara’ya koşar.

Ankara’nın meclisinin vekillerinin oturum yerleri; sıraları okullardan toplanan tahta öğrenci sıralarıyla donatılırken, geceleri aydınlanması, petrol lambalarının loş ve yetersiz ışıklarıyla yapılmış, birçok bakanlıklarda masa yerine gaz sandıkları kullanılmış, Ankara içinde at ve eşeklerin koşulu olduğu taşıt araçlarının manzarası içinde bir tek TBMM i başkanına ait eski bir otomobil vardır.

Türkiye’nin bu haldeki bir; TBMM’si dünyadaki eşi görülmemiş çok ender meclislerin en başında gelecektir.

Millet egemenliğinin TBMM’nde cisimleştiği gerçeği Mustafa Kemal Paşa için o kadar ehemmiyetlidir ki; daha Cumhuriyetin resmen ilanından önce Almanca olarak 2 Ekim 1923’te Viyana’da yayınlanan Neue Freie Press gazetesine yaptığı açıklama da; “Anayasanın kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu, ikincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği” şeklinde vurgular yaparken, “Yeni Türkiye Devleti’nin ruhu büryanı hâkimiyet-i milliyedir. Milletin bilakayd-ü şart hâkimiyetidir... Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tâcidar yoktur! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyet-i milliyedir...”diyecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; savaşı demokrasi içinde yönetmek, krizleri demokrasiyle aşmak gibi son derece netameli bir ağır yükün altından alnının akıyla çıkmıştır ki; dünyada ulusal kurtuluş savaşları tarihinde bir meclis eliyle ve kuvvetler birliği içinde gerçekleştirilen ve başarıya ulaşan ilk ve hatta muhtemelen tek örnektir.

Osmanlı döneminde “Meclis”; ülkenin hanedan ailesinin adıyla “Osmanlı Mebusan Meclisi”olarak anılırken “Türkiye” denilerek yurdun adı ve de “Büyük” de kullanılarak aslında bu organın demokratik mertebesinin yüksekliği ifade edilerek, “Türkiye Büyük Millet Meclisi “olarak adlandırılmıştır. Osmanlı da “Heyeti Mebusan” ve “Heyeti Ayan” adları demokratik bir atılımın gereği olarak ortadan kaldırılmış,  “Ayan” lığa hiçbir yer verilmemiştir.

İşin aslı; Osmanlı dönemi boyunca 1876 yılına kadar padişahlığın halk üzerindeki mutlak egemenliğinin sürdüğü “monarşi rejimi” içinde, bu tarihten sonra aydınlar arasında ilk defa ve tazminatla her ne kadar cumhuriyet telaffuz edilir olduysa da 1876-1878 ve de 1908-1918 dönemlerini kapsayan süreçler, “meşruti monarşi” den ileriye geçememişti.

“Mebusan Meclisi”nin dağıtılmasıyla “Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de 390 kişiyle olağanüstü yetkilerle Ankara'da toplandığında, bu Meclisin başkanı cumhuriyet yönetiminin ilanına kadar, aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı” gibi hüviyet taşımıştır..

“Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesiyle açılan yeni “Meclis”; bir yanda kurtuluş savasının millet adına karargâhı olurken, diğer yandan da bir anlamda “saltanat”ın aksine, ”ulusal hâkimiyet” diyerek “saltanat İnisiyatifi’ni de, devre dışı bırakanda bir süreçtir.

Ankara da ki bu meclis; “Milli Mücadele’nin yönetim merkezi olmakla kalmamış, aynı anda “saltanat rejimi”nden büyük bir kopuşu da temsil etmiştir. 

…Ve bu Meclis; İstanbul’un sarayından bakıp yorumladıkları gibi kısa zamanda sönüp kaybolacak bir  sıradan bir meclis açılışı hiç olmamıştır.

Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan kurtuluş savaşımız, sadece işgalcileri kovmakla kalmamış, Ulusu, “padişahlıkta ifadesini bulan “saltanat”ın boyunduruğundan da kurtarmış, giderek cumhuriyet rejiminde ifadesi bulan millet egemenliği ve halk iradesininim tecellisini de gerçekleştirmiştir