“Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” (1923) M. Kemal ATATÜRK
    “Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.” (1930)M. Kemal ATATÜRK
    Dün internet ortamındaki “Sanat yaşatır” afişini ve resim sergisinin açılacağını gördüm. Usta resim sanatçısı ve Atatürk resimlerinin becerikli eli Bedia Bıçakçı ile iletişim kurdum.
    Sergiye gitmeye karar verdim. Önceden bilgi verdiğim Bakırköy’de oturan Dost insan Bayram Ali Fidan ile görüştüm. Gelmek istediğini belirtti. Belli saatte Yunus Emre Kültür Merkezi karşısında buluşmamız gerçekleşti. Tıp Fakültesinde öğrenci olan torunu Aliberk Fidan’ın kullandığı araçla adı geçen Bakırköy Basad İspirtohane Kültür Merkezi’nde olduk.
    Süre olduğu için kafede oturduk ve çaylarımızı yudumladık. Sonrasında geçmişte görev yaptığımız Isparta günlerine değindik. Anılar canlandı ya da dile geldi diyebilirim. Hem de acımasız sürgün günlerimiz… Biz konuşurken Aliberk dikkatle ve ilgiyle izledi.
    Sonrasında sergi salonunda olduk. Tanıdık gözlerin: “Hoş geldiniz, nasılsınız? ” türü sıcak ve içten karşılamaları ile mutlu olup deprem yararına düzenlenen sergideki resimleri bir bir inceleme olanağı bulduk. Hem de anı fotoğrafladık. Kimdi tanıdık sanatçı dostlar? Adlarını sıralayalım: Bedia Bıçakçı, Gülşen Şenderin, Enver Perver Hergüler, A. İlhan Gülek ve Ata Türk…
    Burada çağrışım oldu. Atatürk’ün sanata ve bu arada resim sanatına olan ilgisi ve duyarlılığı öğrencilik yıllarına kadar dayanır. Bu konuyla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktaralım: “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı. Çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... Bir ara Mustafa Kemal dedi ki: “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye ‘de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... Sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 
    Sergi salonundan ayrıldıktan sonra Bakırköy İlhan Selçuk Kafede kahvelerimizi yudumlarken dik duruşumuzdan kaynaklanan çileli sürgün günlerimizi tekrar değerlendirdik. Söyleşimiz ve geçmişi anma dakikalarımız sürdü. Bu sırada Sami Özgen ile görüntülü görüşmemiz de gerçekleşti. Fidanlara şükranlarımı sundum. Demiryolu İstasyonunda vedalaştık…

  DURUCAN’IN KALEMİ

-Sayın Muhsin Durucan’a saygıyla-

İstanbul Feshane’de imza günüm var idi
Birden karşıma çıktı, Muhsin beyin selâmı
İçimde bir sıkıntı, yüreğimse dar idi
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi

Saatlerce bekledim, kimse kitap almadı
Hep uzaktan baktılar, soran bile olmadı
Dostlarım da vefasız, hiç kapımı çalmadı
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi

Gelişiyle unuttum, inanın gamı derdi
İçeriye adeta mutluluk huzur serdi
Çıkardı çantasından güzel bir kalem verdi
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi

Bir şiire başladım, bir dörtlük karaladım
Rızkımın kapısını birazcık araladım
Birkaç saat geçmeden on kitap imzaladım
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi

Cevap bulamıyordu, kafamdaki tüm soru
Kimse söndüremezdi, içimdeki bu koru
Kendi gibi tertemiz, adı gibi dupduru
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi

Ali der ki, yüzlerce binlerce teşekkürler
Beni çok önemsedi, şahsıma verdi değer
O kalemde bir tılsım, bir sihir varmış meğer
Bana uğur getirdi, Durucan’ın kalemi.

                 19.05.2012 - Ali Dilki