HATİCE HASTALIĞI Bugünkü yazımda Kırşehir’e bağlı Karacaören köyümüzde yaşanan bir hikayeyi anlatacağım. Karacaören Kervansaray Dağları’yla Seyfe Gölü arasında düzlük mü düzlük bir arazide yerleşim yeri olarak çeşitli kavimlerce kullanılmış bir alandır.

HATİCE HASTALIĞI
Bugünkü yazımda Kırşehir’e bağlı Karacaören köyümüzde yaşanan bir hikayeyi anlatacağım.
Karacaören Kervansaray Dağları’yla Seyfe Gölü arasında düzlük mü düzlük bir arazide yerleşim yeri olarak çeşitli kavimlerce kullanılmış bir alandır. Bu arazinin içerisinde bulunan Güneyin Burnu, İn, Kızılağıl, Kayanın Burnu, Yayla, Ağaçlı Kozluca gibi adlarla anılan alanlarda halen mezar kalıntılarına rastlanmakta, dağlık kesimlerinde bulunan “Kaya Mezarlar” definecilerin hâlâ hayallerini süslemektedir. Türklerin Anadolu'ya geçişlerinden sonra Karacaören zamanla buraya göçen kabilelerle Türk yurdu olmuştur. Rivayete göre buralar öyle ormanlık bir yermiş ki Ağaçlı'dan, yaylaya atlarla gelin getirirlerken gelinin o zamanlarda giydiği gelinlik adeta koyunların yününün çalılarda takılıp kaldığı gibi parça parça olduğu dilden dile söylenir.
Bu ormanlarda sürüler halinde Karacalar barınır, köylü de bunların kılını örmek suretiyle değerlendirirmiş. Rivayete göre bundan ötürü köyün adı Karacaören olmuştur.
Karacaören'deki ekim alanlarının azlığı sebebiyle kırklı yıllardan sonra buranın insanları okumaya büyük önem vermişlerdir. Yüzlerce öğretmen, doktor, hâkim, mühendis yetiştirip devletin çeşitli kademelerinde görev yapmışlar ve yapıyorlardır. İş böyle olunca da altmışlı yıllarda köyden şehirlere ister istemez göç başlamış, halen de devam etmektedir.
Güdük İreşid'in Hasan askerden geldikten sonra köyünde çiftçilik, kahvecilik, çelikçilik (canlı hayvan alım-satımı) zahirecilik, taşımacılık gibi işlerle uğraşıp geçimini temin etmiştir. Yetmişli yılların hemen başında o da “köyden şehre göç” kervanına katılanlardan biridir.
Köyden zamanla şehre göçüp de orda barınamayanların tekrar köye dönmesi Hasan'ı “Bende mi onlar gibi olurum” korkusu sarmıştır. Göçünü taşıyan kamyon tam Kervansaray Dağı’nın tepesine geldiğinde Kırşehir aşağıda ışıl ışıl yanmakla adeta ayaklar altına serilen halı gibi durmaktadır. Ellerini semaya kaldırıp “Ey Kırşehir sana geliyorum, beni besleyeceksin, geriye dönüş yok, yarabbi beni mahcup etme” diye dua ettiğinde cesarete gelmiş dönüş korkusu o an kaybolmuştur. Kırşehir'de üç yıl pastane çalıştırdıktan sonra bir Kayserili orloncu esnafına verdiği ödünç parayı alamayınca alacağı karşılığında adamın orlon-yün dükkanındaki malını devir alarak saat kulesi karşısında bir dükkan kiralayıp oraya taşır.
O yıllarda örgü işini fazla bilen olmadığı için işleri iyi gitmese de zamanla açılmış, kendisine rakip bir sürü orlon-yün mağazaları açılsa da o mesleğinde tanınan bir kişi olmuştur. Yetmişli yıllarda esnafın toplumda bambaşka bir kariyeri vardı. İstanbul esnafı öyle kolay kolay herkese mal vermez, şehirde tanınmış esnafların kefilliği ile veresiye mal verirdi. Zamanla Hasan'da İstanbul esnafının güvendiği kişilerden biri haline gelmişti. Kendisine işinde yardım eden oğlu Erdoğan'a askerden geldikten sonra dükkanını devredip Yenice Mahallesi Kapıcı Camii karşısına iplik mağazası açmıştı. İşler çok iyi gidiyor, kendisi de ve bilhassa “orloncu Hasan” diye köylüsü kentlisi ve bilhassa kadınlar tarafın-dan bilinip tanınıyordu. Üç kızı üçte oğlu vardı.
Zamanla oğullarını everince eve sığmadıklarından evlerini ayırmıştı. Kendisi Kervansaray Mahallesi Benzinlik civarında müstakil bir evde oturuyordu. Ortanca oğlu Raşit'de askerden gelince ona da Ahi Çarşısı’nda bir iplik dükkanı açmış böylelikle “aile boyu orloncu” olmuşlardı.
Hanımı Kadriye ve kendisi aradan geçen yıllar içerisinde yaşlanmışlarsa da çocuklarına yük olmuyorlar, kendileri pişirip kendileri yiyordu. Yozgat Şefaatli'de fotoğrafçılık yapan kızı Hatice ile damadı Kadir'in işleri son zamanlarda iyi gitmediğinden onlara da Ahi Çarşısı’nda bir ip dükkanı açıp göçünü Kırşehir'e taşımıştı.
Kadriye bacı çocuklarını ne kadar sevse de onun nazarında kızı Hatice'nin yeri ve tadı bambaşkaydı. Onu haftada en az iki kere görmez ise rahat edemezdi.
Akşam dükkanı kapatıp yorgun argın dönen kocasına “hadi kalk gidelim de Hatice'ye diyeceklerim var, çocukları göresim geldi” veya “ona şunu diktireceğim, bunu yaptıracağım” gibi bir sürü bahanelerin arkasına sığınıp misafirliğe gitmelerini söylerdi. Adamın bir yerde gönlü olursa da bir yerde olmazdı. Her günde başka gidecek bir kapı yokmuş gibi hep oraya gitmek Hasan'ın zoruna gidiyorsa da bu hanımının hiçte umurunda değildi.
Bu gidiş-gelişleri duyduklarında oğullarının zoruna gidiyor “Acaba bizim hanımlar anamıza ters mi davranıyor da her gün Hatice'ye gidiyor” diye veise kapıldıkları oluyordu. Ev hastaneye yakın olduğundan Kadriye bacı kızına gitmek için hastalık bahanesine sığınıyor, “Şuradan dükkana giderken şuram ağrıyor, buram ağrıyor, beni doktora muayene ettir” bari diye arabanın önüne geçiyordu. Kocası, “Bıktım senin bu bitmez tükenmez hastalığından” diye bağırıp çağırsa da komşulara rezil olmaktan utandığı için hanımının isteğini geri çevirmiyordu.
Hasan onu muayene ettirdikten sonra alıp eve götürecek, “Hazır gelmişleyin beni şuradan Hatice'nin evine götür, şimdi ben evde yılınız ne yapacağım” diyen hanımının ricasıyla karşılaşıyordu. Bu ve bunun gibi bahanelerin arkasına sığınarak Kadriye bacının Hatice'ye gitmesi adamı canından bezdirmiş ama ne yapsın ki “aileye geçim şart” o da buna ister istemez boyun eğmek zorunda kalıyordu.
Yine bir gün Kadriye bacının içini Hatice'ye gitme hevesi sarmıştı. Kocası ne kadar itiraz etse de o illa hastanede muayene olacak sonrada kızına gidecekti. Dediğinde yalvar yakar kocasına yaptırır. Önce iç hastalıklarından randevu alırlar. Hastane o gün çok kalabalık olduğundan bir türlü kendilerine sıra gelmemekte, Orloncu Hasan'ın “Bu kadının yüzünden bugünde dükkanı yine geç açacağım” diye içi içini yemektedir. O sırada muayene olmak için sırasını bekleyen bir hanım tanıdığı Orloncu Hasan'a yaklaşmış, hal hatır sormuş, onun yanında duran Kadriye bacı da aynı anda dikkatini çekmişti.
“Hasan amca bu teyze senin neyin olur?” diye sordu. Benim hanımdır. Kızım… O mu hasta yoksa sen mi hastasın? Teyzen hasta yavrum… Neresi ağrıyor, hastalığı neymiş? Kızım teyzen Hatice hastalığına yakalandı. Aldığı bu ilginç cevap karşısında kadın bir müddet şaşırmış ne diyeceğini bilememişti. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, “Hasan amca bu hastalıkta yeni mi çıkmış, vallahi adını bu zamana kadar hiç duymamıştım” sözü olayı dinleyenlerin bir hayli dikkatini çekerken koridor kahkaha sesleriyle çınlıyordu.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.