Polis teşkilâtımızın kuruluş yıldönümü olarak kutlanan ve Polis Haftası'nın da başlangıcı olan 10 Nisan'ın aynı zamanda Kurtuluş Savaşımızın efsane kahramanı, ahlâk ve nizam timsali ilk mareşalimiz Fevzi Çakmak'ın ebediyete göçtüğü gün olduğunu kaç kişi biliyor, ya da hatırlıyor?    
Kaderin cilvesine bakınız ki bir yanda aynı gün başlayan ve hafta boyunca süren kutlamalar, gösteriler, şenlikler, bir yanda anılmayı, ruhu için bir Fatiha okunmayı bekleyen bir Millî Mücadele kahramanı... Nedense biz böyle bir anmaya kutlamayı tercih eden vefasız, duyarsız bir toplum olup çıktık. Kim derdi ki gün gelecek, tarihî fotoğraflarda en yakın ve sâdık silâh arkadaşı olarak hep Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında “Mareşal” kıyafetiyle gördüğümüz pos bıyıklı, Dr. Rıza Nur'un tanımıyla “uzunca boylu, şişman, esmer renkli, top çehreli, sevimli yüzlü” Fevzi Çakmak'ı bir vatan bağışladığı milletinin yeni kuşakları unutacaktı!
Ben 2006 yılının Nisan'ında komşularımızla beraber Çanakkale'ye yaptığımız gezi sırasında Mareşal Fevzi Çakmak'ın 8 Ağustos 1915 günü Conkbayırı'ndaki kanlı savaşlarda şehit düşen kardeşi üsteğmen Mehmet Nazif Bey'in kabrine rastlamış, aziz ruhu için dua etmiştim. 
“Kanla, irfanla” kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini hazırlayan istiklâl mücadelemizin Mustafa Kemal ve İsmet İnönü ile birlikte üç büyük kumandanından biriydi Mareşal Fevzi Çakmak... Bu paşalarımızın yanında Millî Mücadele dönemine ait bazı iddialar içeren “İstiklâl Savaşımız” adlı kitabının basılmadan toplanıp yakılmasıyla da gündeme gelen “Şark Fatihi” Kâzım Karabekir'i de anmak yurtseverlik borcumuzdur.
CUMHURİYET'İN İLK MAREŞALİ 
Fevzi Çakmak Arnavutluk harekâtı, Balkan savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katılmıştı. Cumhuriyet dönemi askerî tarihimizin iki mareşalinden ilki oydu, ikincisi Mustafa Kemal...
Aslen Erzurumlu Çakmakoğulları ailesinden olan Fevzi Çakmak 1876'da İstanbul'da doğdu. Harp Okulu'ndan sonra Harp Akademisi'ni de bitirerek kurmay oldu. Ordunun çeşitli kademelerinde karargâh ve birlik komutanlıkları yaptı. 6 Ocak 1918'de Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. 28 Temmuz 1918'de korgeneralliğe yükseldi. 27 Mayıs 1919'a kadar bu görevi yürüttü. 1'inci Ordu Müfettişliği'nden sonra getirildiği Harbiye Nâzırlığı görevinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasından iki gün önce istifa ederek Anadolu'ya geçti. Millî Müdafaa Vekilliği ve Hey'et-i Vekile Reisliği görevine atandı. 3 Nisan 1921'de orgeneralliğe, 31 Ağustos 1922'de Büyük Zafer'in kazanılmasında gösterdiği üstün başarılarından dolayı mareşalliğe terfi ettirildi. 1922-1924 yıllarında Genelkurmay Başkanlığı Vekilliği, 1924'ten 1944'e kadar 20 yıl Genelkurmay Başkanlığı yaptı. 12 Ocak 1944'te yaş haddinden emekli oldu. Fransızca, İngilizce, Almanca bilirdi. İki çocuk babasıydı. İbadetine de düşkündü.
Emekliye ayrıldıktan üç yıl sonra da uğrunda iktidarın ilçeliğe düşürüp kolunu kanadını kırdığı Kırşehir'in kaderinde önemli rol oynayacak olan Millet Partisi'nin Osman Bölükbaşı ile kurucuları arasında yer alarak siyasete atılmıştı. Ama felek onu tek parti iktidarının son bulduğunu görmesine 34 gün kala milletinin elinden çekip aldı. Onun liderliğindeki partinin halkın büyük teveccühüne mazhar olacağı, en azından Demokrat Parti'nin tek başına iktidar olma şansını rahatlıkla elde edemeyeceği muhakkaktı. 
MAREŞAL'İN SIRLAR DOLU ÖLÜMÜ
Mareşal Fevzi Çakmak'ın iktidar değişikliğine yol açacak 14 Mayıs 1950 seçimlerinin arefesinde kuşku uyandıracak bir şekilde ölümü ister istemez akıllara “Acaba öldürüldü mü?” sorusunu getiriyor. Bu konuyu ilk olarak İzmir'de çıkan haftalık “Hüryol” gazetesi 29 Eylûl 1966 günlü sayısında gündeme getirmişti. Araştırmacı tarihçi Mustafa Armağan da bir gazetedeki “Mareşal Çakmak'ı kimler öldürttü?” başlıklı yazısında aynı konuyu bir kere daha işlemişti. Gerçekten halkın sadece “Mareşal” diye andığı Fevzi Çakmak 1947'de siyasete atılırken başına gelecekleri sezmiş gibi düzenlediği basın toplantısında şu çarpıcı açıklamayı yapmıştı:
“CHP propagandacıları beni kastederek 'O da, Demokratlar da asılacaktır' diyorlar. Evet, bu gidişin sonunda ben de, Demokratlar da asılabiliriz. Fakat şuna emin olsunlar ki asılırsak sadece bu memlekete ve millete hizmet etmek uğruna asılmış olacağız.” 
Nitekim Fevzi Paşa'nın kehaneti doğru çıkmış, zaman içinde dedikleri aynen gerçekleşmiştir. 
1949 yazında İstanbul'a dönen Mareşal soğuk almış, zatürree olmasından korkulurken prostattan yatağa düşmüştür. Ameliyat olması gerekmektedir. Teşvikiye Sağlık Yurdu'na yatırılır. Ameliyattan bir gün önce o zamana kadar ortalıkta görünmeyen bir doktor çıkar meydana... Adı Fevzi Taner'dir, asker kökenlidir. İlk prostat ameliyatını yapar, fakat başarısız olur. Basında ameliyatın yanlış olduğu yazılarak çeşitli şüpheler öne sürülür. 
Mareşal eve geçer. Bülent Ecevit gibi hastanede bozulan sağlığı evde düzelmeye başlamıştır. Ancak aynı doktor onları yalnız bırakmamaya kararlıdır. Acayip bir teklifte bulunur. Der ki: “Hastane masrafı çok fazla olacak. Paranız yetecek mi?” Fitnat Hanım'ın cevabı gayet nettir: “Gerekirse evimizi satmaya hazırız.”
AİLESİNE EV ve PARA TEKLİFİ
Yine de esrarengiz doktor Mareşal'in ve ailesinin yakalarını bırakmak niyetinde değildir. “Hükûmet size istediğiniz yerden bir apartman ve bir miktar para vermek istiyor” deyince kafalar karışır. Bu doktor hangi yetkiyle hükûmet adına konuşmaktadır? Besbelli ki CHP hükûmeti 1946'da kendi saflarına çekemediği Mareşal'a çengel atmayı istemektedir. Hem de bu sıkışık zamanında yapacağı teklife evet dedirtebilirse “Bakın, Paşa bizim sayemizde apartman sahibi oldu” diyecek, böylece önünü kesecektir. İktidara karşı muhalefeti tek başına bir parti kadar kudretle yürüten Mareşal'e seçim rüşveti verilmek istenmektedir. Teklif tabiî ki reddedilir. 
Fitnat Hanım her türlü oyunun döndüğü 1950 seçimleri atmosferinde Mareşal'in bir suikaste kurban gitmesinden korkmaktadır. Ne ki esrarengiz doktorun yaptığı tıbbî hatanın da düzeltilmesi gerekmektedir. Diğer doktorlar “Acelesi yok, yazı bekleyin” dedikleri halde aynı doktor lapa lapa yağan kar altında bu defa ikinci ameliyatı yapmak için bastırmaya başlamıştır. Sonuçta ailesinin tanıdığı bütün doktorları ve profesörleri çağırmasıyla onların gözetiminde gerçekleştirilen ameliyat gayet başarılı geçmiştir. Böylece tıbbî suikast plânı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 
Şimdi sıra ikinci plânı uygulamaya gelmiştir. Ailesi hastaneye Fevzi Paşa'nın kan grubundan 10 şişe kan getirtmesine rağmen esrarengiz doktor Fevzi Taner Ankara'dan bir şişe “plazma” buldurmuş ve hastanede yeni çalışmaya başlamış bir başka doktor ve hemşireyle el birliği yaparak Mareşal'in damarlarına vermeyi başarmıştır. Bu arada aile dostu doktorları da her şeyin normal olduğunu söyleyerek hastaneden göndermiştir. İkinci meş'um plân başarıyla işlemeye başlamıştır. Bundan sonrasını Mareşal'in hanımı Fitnat Hanım şöyle anlatıyor:
“Ben odaya girdiğimde bir hemşire ile hastabakıcı kan veriyorlardı. Kan verme 10 dakika sürdü. (Ancak) 10 dakika sonra sapasağlam Mareşal gitmiş, yerine başka bir adam gelmişti. (O anda) Hastanede tek bir doktor bile yoktu.”
Mareşal'in titremeye başlaması üzerine Fitnat Hanım hastane müdürünün evine koşar. Hastayı gören doktorun “Gitti Mareşal... Benim haberim olmadan tek bir iğne bile yapılmayacak demedim mi size?” diye bağırmaya başlar. Kan verilmesiyle ateşi birden 41'e fırlayan Mareşal Çakmak yapılan 30 iğne de fayda etmeyecek ve birkaç saat sonra son nefesini “Allah! Allah!” diye verecektir. Takvim 10 Nisan 1950 Pazartesi'yi, saat 07.35'i göstermektedir.