Merhaba sevgili okurlarım,

Bazı hayvanlar yırtıcılardan korunmak için ölü taklidi yapar. Tavşanlar ise aksine, hasta olduklarında bile sağlıklıymış gibi davranır, böylelikle kolay lokma olmadıklarını cümle aleme gösterirler. Ta ki bir gün enerjileri tamamen bitene kadar.

Doğada, hissettiği acıyı tavşandan daha iyi gizlemeyi başaran tek canlı insandır.

Üstelik bunu sadece düşmanlarına karşı değil sevdiklerine karşı da yapar.

Çünkü kırılgan görünmekten utanır.

İnsanlar sosyal ve yardımsever canlılardır.

Bir insanı boğulurken gördüğümüzde canımız pahasına onu kurtarmaya girişebiliriz.

Bizden kilometrelerce uzakta açlık çeken insanlar için erzak gönderebiliriz.

Yardıma muhtaç olduğuna inandığımız hayvanlar için barınaklar inşa edebiliriz.

Ama ayrılık acısı yaşayan arkadaşımız bağırıp çağırmıyor diye onun iyi olduğuna da inanabiliriz.

Çünkü bariz bir şekilde ifade edilmedikçe yardım sinyallerini okumakta çok beceriksiziz.

Bilim insanlarına göre yardım sinyallerini okumaktaki başarısızlığımızın temel nedenlerinden biri bilişsel cimriliğimiz.

Beynimiz enerji israfı olmasın diye genel kategorilerle çalışır. Kırılganlığını başarıyla gizleyen Ayşe’yi bir kere “güçlü” ve “dayanıklı” olarak kodlamışsak onu her zaman güçlü ve dayanıklı görmeye başlarız.

Onun psikolojik olarak zorlandığını gösteren sinyalleri fark etmez veya durumu başka bir şeye, örneğin uykusuzluğuna yorarız. Yani oynadığımız rol üstümüze yapışır 

İçimizde yoğun duygular beslediğimizde, acı çektiğimizde, öfke duyduğumuzda, kaygı yaşadığımızda sanki camdan yapılmışız gibi, bunun çevremizdekiler tarafından kolayca algılandığına inanırız. Buna “şeffaflık yanılsaması” denir.

Ama algılanmaz. Çünkü aslında o kadar belli etmeyiz.

Ve durumumuzu anladıkları halde bize destek olmadıklarını düşünürüz.

DUYGUSAL DESTEK İSTEMENİN İNCELİKLERİ

Bu bilgiler ışığında nasıl duygusal destek isteyebileceğimizi düşünelim:

1. Duygusal desteğe ihtiyacımız olduğunda bunu direkt olarak söylemeliyiz. Mırıldanmalar, oflayıp puflamalar, söylenmeler işe yaramaz. En yakınımızdakiler bile çoğu zaman desteğe ihtiyacımız olduğunu anlayamaz.

Üstelik bir kişinin yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüğümüzde bile onun yardım isteyip istemediğini bilemeyiz. Çünkü karşımızdaki kişi bunu gurur kırıcı, hatta taciz olarak görebilir.

2. Yardımsever bir türüz ama çaresiz hissetmekten nefret ederiz.

Birine yardım edemeyeceğimizi anladığımızda savunma mekanizmalarımız devreye girer ve sorunları önemsizleştirmeye başlarız: “Seninki de dert mi, milletin başına neler geliyor…”

Bu nedenle nasıl bir yardım istediğimizi açık ve net bir şekilde ifade etmeliyiz. Sadece “mutsuzum” veya "kaygılıyım" dediğimizde karşımızdaki insan ne yapabileceğini bilemez.

Aslında çoğu zaman tek dileğimiz birinin bizi yargılamadan, can kulağıyla dinlemesidir.

3. Güçlü görünme çabası hep utançla ilgilidir. Ya başkasına yük olmaktan, ya reddedilme ihtimalinden ya da yetersiz görünmekten utanır ve dayanıklılık maskesinin ardına saklanırız.

Oysa bağlanma sistemimiz şunu sorar: Kimin yanında kendinsin?

Kimin yanında kırılganlıklarımızı, saçmalıklarımızı, tuhaflıklarımızı gösterebiliyorsak orada güvende hissederiz.

Üstümüze yapışan “dayanıklı” rolü, aslında ömür boyu güvensizlik demektir. Bu nedenle bir çırpıda olmasa bile adım adım o rolden kurtulmamız gerekir.

4. En nihayetinde, yardımsever bir insanın kendisine yardım edilmesini “utanç” ve “yetersizlik” olarak görmesine neden olan karanlığı sorgulamamız lazım.

Çünkü vermenin güçle, istemenin güçsüzlükle damgalandığı bir kültürde güçsüz görünmemek için rol yapmamız şaşırtıcı değil.

Eski güneş saatlerinin kadranlarında, geçen her saatin bizi sona yaklaştırdığını hatırlatan bir deyim bulunur. Bu söz, sevdiklerimizden sakladığımız duygusal sorunlarımız için de söylenebilir:

“Her biri yaralar, sonuncusu öldürür.”