İç dünyalarımızda gittikçe artan heyecan, ürperti, korku, tedirginlik, vesvese ve telaşın tuhaf bir şekilde tıka basa içimizi doldurduğu ve daha derin deşince;

Toplumsal hassasiyetlerimizin, kırılma noktalarımızın şahsi kaygılar, öfkeler, hayal kırıklıkları, utançların, kederlerin, beri yandan hayranlıklar, sevinçler, teselliler gibi iç renklerimizin toplumsal ruh halimizi belirliyor olduğu görülecektir.

Ancak hayatın geri vitesi yoktur. Geçmişi sadece dikiz aynasından seyredebiliriz.

Sorunlara lafın dışında çözümler getirmeli ve geçmişi geleceğe yönelik bir operasyon kapsamında değerlendirmeliyiz.

Bunun da iki vazgeçilmezi vardır.

Birincisi;

Hedeflerimiz ne kadar büyük olursa, o hedeflere ulaşmak için göstermemiz gereken fedakârlık da o derece büyük olmalıdır. Az emekle büyük işler başarıldığı, büyük hedeflere ulaşıldığı görülmemiştir.

Ekmeği yutmak için birkaç saniye onu çiğnemeniz yeterlidir. Ancak amacınız ekmeği yemek değil de yetiştirmekse; işte o zaman en az bir sene çalışmalı, emek vermelisiniz.

Kişi çalışıp emek verdiği sürece istediklerini elde edebilir. Zoru başarmak, imkânsızı elde etmek istiyorsanız, imkansıza yakın bir çaba göstermeli, azmin zirvesini yaşamalısınız.

Aksi halde, istediğinizi asla elde edemezsiniz.

İkincisi ise;

Bu dünyada her şey karşılıklıdır. İyiliğe karşı iyilikle, kötülüğe karşı da kötülükle karşılık verilir. Bizler birine nasıl davranırsak, o da bize aynı şekilde davranacaktır.

İnsanlar çoğu defa başkalarına kötülük ederler, olmadık davranışlar sergilerler. Ancak o kişiler kendisine kötülükle cevap verdiğinde şaşırır kalırlar. Daha ne bekleyebilirler ki? Elbette kötülük yapan biri kötülük bulacaktır.

Ne ekersen onu biçersin, derler. Arpa eken buğday değil, arpa biçecektir elbette. Yani iyilik yapan iyilik, kötülük yapan ise kötülük görecektir.