İnsan anla işte, düşünebilmenin, sevebilmenin, görebilmenin yetenek haliyiz. Daha ne kadar anlatabilirim, insan kalabilmenin, adam olabilmenin o iyi hallerini.

İnsan anla işte, düşünebilmenin, sevebilmenin, görebilmenin yetenek haliyiz.
Daha ne kadar anlatabilirim, insan kalabilmenin, adam olabilmenin o iyi hallerini.
Dünyayı ancak insan güzelleştirebilir. Hayatın o yanmış gözeneklerine insan yama vurabilir, yaşamı bir kez, bir kez daha restore edip, güzeli ortaya çıkarmanın uğruna. İnsansın anla işte, hayvan olabilmekten, şeytan olabilmekten, arsız olabilmekten daha başka insan kalabilmek olmalı uğraşımız, kaygımız, yolumuz.
Parakolik, hırsızkolik, yalankolik, cimrikolik, terörkolik..
Penisçi, vajinacı, hapçı, sarapçı, alkolik..
Gaspçı, kavgacı, bıçakçı, silahçı, kaçakçı, piskolik..
İmamcı, hacıcı, sakalcı, üfürükçü, niyazcı, sapıkkolik.
Politikacı, siyatçi, bürokrat, avare, rantkolik.
Amreikancı, Alamancı, Fıransz, İngiliz, Atatürk'e düşman kolik.
Kolikler toplumuyuz adeta. Bir tutsaklığın, bir mahsur kalışın, bir harcanışın, hırslarımız uğruna yok oluşun tüm sapkınlıklarına ağır ağır gömülüyoruz.
Daha çok eğitimsizliğin ve ahlaki yetersizliğin bizlere sunduğu bu gürültülü toplum tipi, çözümün eşiğine ulaşmanın aksine, bir roplumu giderek bataklığa sürüklüyor. Ne kadar yazarsanız yazın, ne kadar anlatırsanız anlatın her şey ve her kes aynı dengede, aynı denklemde, umursuzca yaşam sürdürüyor işte.
Bir dünya en hassas yerinden yolunuyor. Cinayetler, savaşlar, tecavüzler, ihanetler bir biri ardına açığa çıkıyor. Masmavi gökyüzü, sıcacık güneşe rağmen mutlu kalmayı bilemiyor, yaşamın kısacık ömrümüze bağışlanmış bir değer olduğunu görememenin körlüğünü yaşıyoruz.
Bu bencillik,
Karadenizli fındık üreticisinin feryadını, Suriyeli göçmenden dayak yiyen bayan doktorun dramını, ''Atatürk sünnet olmadı, bunu hepimiz biliyoruz'' diyen pipi sevdalısı o kadının kudurganlığının tehlikesini kolik saplantılarımız sayesinde göremeyecek kadar sağırlaştırıyor ve körleşiyoruz.
İnternet erişimi gibi sosyal bir fırsatın olduğu teknolojiye tüm beceriksizliklerimiz bulaşıyor. Yediğimiz ne kadar verimsiz nane varsa kusuyoruz Facebook’ta, Twitter’de, orada, burada.. Yıkıma uğrayan toplumsal yanlarımızın taleplerini not düşmüyoruz, o meşhur “ne düşünüyorsun sorusuna.”
Deniz kıyısında parlattığımız baldırlarımızı, ojeli parmaklarımızı, renkli bikinilerimizi, kıl yüklü vücudumuzu, göğüs çatalımızı, sigaramızı, arabamızı, içkimizi not düşüyoruz. Dört beş ayarsız aydının değersiz kısa sözlerini, beş para etmez kimi siyasetçilerin siyasal taklalarını, fantastik takınıtıları, erotik mesajları sıralıyoruz sanal sayfalarda ardı ardına. Mayasızların ve omurgasızların dünyasına fırsatlar sunuyoruz, bu toplumu ve bu halkı sömürenlerin ayyukuna karşı miskinler gibi uyuyoruz.
Buyurun size Kırşehir, 2 yıldır uyuyoruz, iki yıldır her yerde altyapının o harabe çalışmaları. İki yıldır dağ şehri gibi, her yer çukur, her yer engebe, her yer ulaşılmaz bir biçimde. Siyasetin bir de ötekileri yok mu, o muhalefetçikleri, o her şeyi çok iyi bilmişçileri, bu şehre bunları bela edenleri sorgulamalı önce.
Bilim dahi günde 6 saatten fazla uyumanın uyuşukluğa, ciddi körlüklere, ihmalliğe yol açacağını hep söyler. Buyuz işte, uyumak bir ağacın gölgesinde, kimileri güneşin ve masmavi göğün tadını çıkarırken. Buyuz işte, bir başka yolu yok talihsizliği anlatmanın.