İnsanoğlu varoluşundan bu yana yalnızlığa karşı bir mücadele verirken, diğer yandan da başkalarıyla anlamlı bağlar kurarak bu yalnızlığı aşmaya çalışır.
“İnsan, insanın gönlünde dinlenir” sözü, bu arayışın en zarif ifadesidir. Zira insan yalnızca bir bedene değil, gönle, ruha ve derinliğe de muhtaçtır.
Ve bu gönül, çoğu zaman bir başkasının yüreğinde yankılanır.
Aristoteles insanı toplumsal bir varlık olarak tanımlar. Bu tanım sadece fiziki bir birliktelikten öte, gönül bağlarını da içine alır. İnsan başkalarının yanında huzur bulur; çünkü anlaşıldığını, sevildiğini ve kabul gördüğünü hissettiği yer, başkasının gönlüdür. Bu bağlamda insanın bir liman arayışı, diğer insanların gönlünde demir atma arzusuna dönüşür.
Modern psikoloji, insanların ruhsal iyilik hâllerini sürdürebilmek için anlamlı ilişkiler kurmaları gerektiğini vurgular. Empati, dinlenilme, anlaşılma ve güven duyguları, kişinin zihinsel sağlığı üzerinde doğrudan etkilidir. Bir dostun sözü, bir annenin bakışı, bir sevgilinin suskunluğu bile çoğu zaman bir terapiden daha şifalı olabilir.
Çünkü insan, gerçek anlamda ancak bir başka insanın gönlünde huzur bulur.
Toplumun en küçük birimi olan aileden başlayarak, geniş sosyal ağlara kadar insan, ötekinin varlığıyla şekillenir. Yalnızlık çağında büyüyen bireyler için bile en temel ihtiyaç, birinin gönlünde bir yer edinebilmektir. Bu ihtiyaç, aidiyetin, dayanışmanın ve karşılıklı saygının temelini oluşturur.
Toplumlar gönüllerini birbirine açtıkça güçlenir, merhamet ve adaletle beslenir.
İnsanın gerçek sığınağı, çoğu zaman dört duvar arasındaki bir ev değil, başka bir insanın gönlünde bulduğu sıcaklıktır.
Bugün, yaşadığımız şehirler,caddeler,sokaklar,evler, yapılar, davranışlar her şey yüreğimizin yansıması ise, durum hiç iç açıcı değil.
“İnsan, insanın gönlünde dinlenir” sözü, hem bir teselli hem de bir öğüttür. Bize hem başkalarının gönlünde huzur aramayı, hem de kendi gönlümüzü başkalarına açmayı hatırlatır.
Belki de en büyük insanlık görevi, bir başkası için “dinlenilecek bir gönül” olabilmektir.