Çocukluk yıllarımızda bizleri “meslek öğrensin” diye usta kişilerin yanına gönderirlerdi. Gönlümüz olsun veya olmasın büyüklerimizin verdiği göreve gider mutlaka bir meslek öğrenerek ileri yaşlarda hayatımızı idame ettirirdik.

Daha önceki yıllarda ilkokulu bitirince sanat okullarının orta kısımları vardı. Orada üç yıl öğretim gören çocuklar, elinin yatkın olduğu mesleklere ayrılarak Sanat Enstitüsüne giderler ve orada mesleklerini iyice geliştirerek birer sanatkar olurlardı.

Hatırladığım kadarıyla 1966 yılında sanat okullarının orta kısmı kaldırıldı, iki yıllık sanat Enstitüleri üç yıla çıkarıldı.

Enistein der ki ; “İlk önce oyunun kurallarını öğrenmelisiniz, sonra da herkesten iyi oynamayı.”

Orta sanat okulları kaldırılıp, tam gençlik çağına gelen ve yaşları ilerlemiş olan gençlerimiz diğer lisede ki öğrencilere imrenerek sanatlarını unutmaya başladılar.

Sanat Enstitüsünde okuyan gençler gerek toplum tarafından, gerekse halkımız tarafından küçümsendi. Herkes teknik okulların dışına yönlendirildi.

Normal liselerde, Ticaret Meslek Liselerinde, İmam-Hatip liselerinde öğrencilerimiz okuduktan sonra önleri açıldı. Doktor, hukukçu, öğretmen ve diğer mesleklerden iş sahibi oldular. Sanat Enstitüsünü bitirenler ise belli bir zamana kadar sadece Erkek Teknik Öğretmen okulu ve Yıldız Teknik Üniversitesine girebildiler. Belli bir kontenjanı olan bu yerlere çok az sayıda öğrenci girebildi, diğer mezunlar ise açıkta kaldılar.

“Demini almış çay kadar değerlidir ;kalbi kıvamına varmış insanlar!”

Demini almış çay gibi değerli olan Sanat Enstitüsü mezunu öğrencilerimize değer vermedik. Onları sokaktaki normal bir işçi gibi gördük. Küstürdük.

Gün geldi ne fabrikalarda, ne atölyelerde kalifiye eleman bulabildik. Meydanlarda bol laf üreten, ağız tamburası ile insanların gönlünü eğlendiren bir toplum olduk.

Gidin bakın sanayi sitesine kaç tane teknik eleman bulabilirsiniz ? Çırak, kalfa ve usta yetiştiren Çıraklık okulumuz var .Kaç kişi sanayide iş bulabiliyor?

Kahve köşelerinde sokaklarda faydasız sözler ederek zaman öldürmekten başka bir şey düşünmüyoruz.

Hz. Mevlana der ki: “Varlık alemi çarelerle dopdoludur. Ama Allah sana bir kapı açmadıkça çaren yoktur.”

İşte iş kapıları... Nerede kalifiye eleman ? Orta öğretim okullarını bitiren her öğrenci sadece masa başı iş istiyor ve kendilerini o yöne hazırlıyorlar.

Belki güleceksiniz yazdıklarıma. Çocukluk yıllarımızda öküz kağnısı arıza yapsa onun tamirini bile yapamazdık. Bir tırpanı kurmayı, bir tırpan çekiçlemeyi bilmezdik.

Bir berber traşının kaç lira olduğunu biliyor musunuz ? Bir otomobil tamircisinin malzeme hariç işçilik ücretini biliyor musunuz?

Şimdi hiç bir çocuğumuza gücümüz yetmiyor. Onları meslek hayatına yönlendiremiyoruz. Anne ve babanın hiç bir sözü geçmiyor.

Anne ve babaya hayrı olmayanın hiç kimseye hayrı olmaz.

Sadece not almak için okula gitmemeli. Şimdi müfredatta ne var bilmiyorum ama, geçmiş yıllarda Sanat Enstitülerinde okullar tatil olurken bir ay, bir de okul açılırken bir olmak üzere iki ay atölye stajı olurdu. Bir öğrenci verilen bir işi o zaman içerisinde yapamazsa atölyeden sınıf geçemez ve sınıfı tekrarlardı. Okul bitince de çok iyi kalifiye eleman olarak yetişirdi.

Sevgili gençler!

“Kimsenin bardağına kaşık olmayın, şeker eridikten sonra işiniz biter.”

Elinde hiç bir iş gelmeyen bir kişi neye yarar ? Bu sanayide çalışıyor diye arkanızdan konuşsunlar. Cahil kişi gülün güzelliğini görmez, gider dikenine sarılır.

Meydanlarda boş gezmeyi, kahvehanelerde taş oynayarak birbirinizin cebindeki parayı almayı, sokaklarda laf öğrenmeyi bırakarak sanat öğrenin ve işinize bakın.

Douglas Ardams şöyle söyler:

“Okşayan elin kıymetini bilmeyenler, tekmeleyen ayağı öperler.”

Yıllarca başka devletlerin sanayilerine bağımlı kaldık. Üretmedik. Üretmek isteyenlerin kıymetini bilmedik. İyi örnekler almadık. İşçi gönderdiğimiz insanlarımız oradaki teknolojiyi alamadılar. Alsalar da o devletler daha ileri gittiler.

Sevgili genç kardeşlerim!

“Geçmişte yaşadıklarına geçmiş olsun de ve bırak. Devamlı dikiz aynasına bakarsan önünü göremezsin.”

Sözün özü;

“İnsanların seni en çok sevdiği zaman, onların işine en çok yaradığın zamandır."

Haydi hep birlikte boş zamanları bırakalım kendimizi işe yönlendirelim. Evlerimizde yoksuzluk gidecek, cebimiz para görecek, ev halkı ve herkes bizi o zaman sevecek.

Sokaktaki boş insanlardan boş sözler dinleyip de gençlik yıllarınızı boşa harcamayın. Davul da çok ses çıkarır amma içi boştur. Hiç bir şey gelmiyorsa elinizden gidip pazarda sebze satın. Bir şeyler üretmeye bakın. Sanat öğrenmenin zararı olmaz. Evinizde bir musluğu tamir edemiyorsanız, kendi evinizi boya badana yapamıyorsanız, bir elektrik ampulünü duya takamıyorsanız hiç bir şekilde söz etmeye hakkınız yok demektir. İş yok diye bahane aramayın. İş çok ! Yeter ki elinizden bir iş gelsin.

Ne diyor Ulu Önderimiz Atatürk:

“Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

Hoş kalın...Hoşça kalın...Sağlıklı kalın sevgili arkadaşlarım..