Eşimin annesinin rahatsızlığından dolayı bir haftadır Eskişehir’deyiz. Uzun bir süre Eskişehir’ de olacağımızdan dolayı yazılarımı buradan yazmaya devam edeceğim.

Bugün ki konum “Asrın en geçerli mesleği yalakalık“ ama yazıma geçmeden önce geçen hafta Kırşehir’de yaşadığım bir olayla birlikte bu yazıya başlamadan önce İstanbul’da ikamet eden Kırşehirli hemşerimiz, Prof. Dr. Hüsnü Özek ağabeyimle olan görüşmemizi sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Prof. Dr. Hüsnü Özek ağabeyim görüşmemizde benimle bir üzüntüsünü paylaştı ve “Osman sen bilmezsin ama Kırşehir’de Dursun Yastıman ve Şevket Güner gibi yaşı büyük olanlar bilirler. 1965-1976 yıllarında Kırşehir’ de doktor olarak görev yapan, Kırşehirliler tarafından sevilen ve İstanbul’ da sürekli görüştüğümüz Dr. Şemsettin Kodal’ı 91 yaşında kaybettik, kendisini İstanbul Kuzguncuk mezarlığına defnettik çok üzüldüm, Kırşehir’e hizmet eden değerlerimizi birer birer kaybediyoruz. Dr. Şemsettin Kodal uzun yıllar önce Kırşehir’ den ayrılsa da bizlerle her görüştüğünde Kırşehir’i ve Kırşehir’de ki tanıdıklarını sorardı, İstanbul’a yolu düşen Kırşehirlilere yardımcı olurdu,  iyi bir Kırşehir sevdalısıydı” dedi. Ben de üzüntülerimi belirterek kendisine taziyede bulundum.

Bende şahsım ve gazetemiz “Kırşehir Çiğdem“ adına Kırşehir’e hizmet etmiş Dr. Şemsettin Kodal hocamıza Allah’ tan rahmet diliyorum.

Prof. Dr. Hüsnü Özek ağabeyimden bahsetmişken şu hususu da belirtmek istiyorum.  Prof. Dr. Hüsnü Özek benim çok sevdiğim ağabeyim olup, zaman zaman görüşürüz. Uzun yıllar İstanbul’ da yaşamaya devam etse de Kırşehir’ de bulunan akrabalarıyla, arkadaşlarıyla, dostlarıyla bağını kesmeyerek sürekli görüşen,  fırsat buldukça Kırşehir’ e gelerek ziyaretlerde bulunan, Kırşehir havasını teneffüs eden hemşerimizdir. Ayrıca hemşerilerimiz Prof. Dr. İlhan Şahin, Doç. Dr. Erol Ülgen, şair ve yazar Aynur Saydam, gazeteciler Dursun Yastıman ve Şevket Güner’le birlikte geçmişten günümüze Kırşehir’in tarihini anlatan bir ansiklopedi çalışması içerisindeler çalışmalarını bende yakından takip etmekte ve elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışmaktayım. Buradan şu hususu belirtmek istiyorum elinde Kırşehir’ in tarihiyle ilgili bilgi, belge ve fotoğraf olanlar varsa bunu bana iletebilirler bende hocalarımıza, ağabeylerimize iletirim.

*  *  *

Paylaşmak istediğim ikinci olayı da geçen hafta Kırşehir’ de yaşadım.

Bazen acaba benimde sevenim, eşim, dostum var mıdır ki diye kendi kendime sorar ve cevabı yine “ bir işe yaramam, bir yaralı parmağa merhem olmam, Kırşehir için taş üstüne taş koyamam diyerek kendim verir ve beni kim sevecek derdim.  Meğer yanılmışım. İki hafta önce vefat eden Kırşehir Belediyesi eski başkanlarından Dr. Cahit Gürses hakkında “ KIRŞEHİR SENİ UNUTMAYACAK“ başlıklı yazı yazmıştım.

Benim bu yazımı, merhum Dr. Cahit Gürses’in amcasının oğlu Hayri Gürses sosyal medyada paylaşmış. Arkadaşlarımız bakmışlar paylaşımı yapan Hayrı Gürses fotoğraf ve isim Osman İlhan ve başlık “Kırşehir Seni Unutmayacak“ olunca bazı arkadaşlarım benim öldüğümü zannetmişler, birbirlerine telefon ederek neden öldüğümü sormuşlar. Tabi benim bunlardan haberim yok çünkü beni arayan olmadı ben Kırşehir caddelerinde gezmeye devam ediyorum. Benim öldüğümü zanneden bazı arkadaşlar beni görünce çok şaşırdılar, boynuma sarıldılar, beni bir kafeye götürerek çay ikram ederek sohbet ettiler, sevinçlerini dile getirdiler. Bende kendilerine konuyu anlatarak yanlış anlamanın nereden kaynaklandığını söyleyerek beni düşündükleri için memnuniyetimi belirttim. Her halde Allan bana ömür verdi dedim. 

Bu olaydan sonra yanıldığımı anlayarak benimde sevenim varmış dedim. Allah seven dostlarımızın eksikliğini vermesin. 

*  *  *          

Gelelim bu gün ki konumuza  “Asrın en geçerli mesleği yalakalığa”…

Kırşehir’in cadde ve sokaklarında, kurum ve kuruluşlarında sanatkar sayısında artış olduğunu, hareket tarzını hava durumuna, güneşe, rüzgara göre ayarlayanların,  puan almak, şirin görünmek, köşelerde yer kapmak için, siyasete, makama, yönetime, genel müdüre, müdüre  atabildiği kadar takla atanları,  havada üç-beş defa dönüp yere düştükten sonra bir düz, bir ters takla daha atanların mantar gibi patladığını gözlemlemekteyim. Ben Kırşehir olarak diyorum ama bu meslek Türkiye’ de en geçerli meslek herkesin, er kişinin, şerefli insanın yapabileceği bir sanat değildir. Bahsettiğim sanatın okulu, mektebi, medresesi, diploması, sertifikası yoktur. Asrın en geçerli mesleği, en çok kazandıran, köşelerde yer tutulmasına sebep olan bahsettiğim sanat “yalakalık”.

Bu sanat sahiplerinin yüzleri insan yüzünden çıkmış, camız derisi kaplamış, hatta o camız derisi utanmazlıklara, riyakârlıklara tahammül edemediğinden yırtılmıştır.

Bir saniye sonrasının ne olacağının bilinmediği dünyamızda hiç ölmeyecekmiş gibi,  dünyada tohumluk kalacakmış gibi kurumlarda yer tutmak, makam sahibi olmak ve hoş görünmek için gün boyu birlikte çalıştığın, başına bir iş geldiğinde yanında olacak arkadaşını harcayarak puan kazanmak, makam sahibi olmak insanlıkla, şerefle, bağdaşmadığı gibi şeref sahibi olan, insan olan er kişinin de yiyebileceği bir sanat değildir yalakalık.  Çünkü İnsanın mayasında, kanında olması şarttır.

Her ilimizde olduğu gibi Kırşehir’de faaliyet gösteren kurumlarda yalakalık o kadar çok yapışmıştır ki kişinin üzerine, o bile farkında değildir yalakalık yaptığının.

Ceket ilikler, “Evet efendim, haklısınız efendim, doğrudur efendim, siz haklısınız efendim, siz ne söylerseniz doğrudur efendim, en büyük sizsiniz başka büyük yok efendim ” onun alfabesidir.

İşin şekli önemli değildir onlar sadece yalakalandığı kişiye odaklanır.

O ne derse onaylar, değişik bir gülümseme içeresinde yalakalandığı kişi ve kişilerin etrafında döner.

Yalaka kişi üretmez, üretemez.  Çünkü onlarda üretme, hizmet etme, çalışma, doğru, dürüst, şerefli ve namuslu bir hayat sürme yeteneği yoktur, hal böyle olunca çareyi yalakalık yapmakta bulmaktadırlar.

Gelelim yalakalanan kişiye,

Aslında çok fazla da çözebilmiş değilim yalakalığa maruz kalan kişinin ruh halini.

“Evet efendim, öyledir efendim” diye etrafında dolaşan kişinin kendisine bir şey katmadığını anlıyor mudur, çözemedim.

Özne olan kişiler, kişilerin yalakalık yapıp yapmadığını anlayabiliyorlar mı, onu da anlamış değilim. Neyse, yalayan da yalatan da memnunsa, çok fazla araya girmemek lazım.

Şöyle bir hikâye de eklersek, tam anlamıyla anlatmış oluruz diye düşünüyorum.

Eskiden yaşayan kralın biri patlıcanı çok severmiş. Patlıcandan her bahsettiğinde, Soytarısı iç geçirir Kralı tasdik edermiş. Kral; “Patlıcan dolma gerçekten mükemmel bir yemek” diye konuşsa, Soytarı atılır ‘Evet patlıcan dolmanın üzerine yemek tanımam’ dermiş. Kral patlıcan musakkadan bahsetse ‘Ah var mı patlıcan musakka gibi bir yemek’’ diye söze başlarmış. Kral ‘ Üç öğün patlıcan kızartma olsa yerim’ dediğinde, ‘Bir ömür patlıcan kızartma yiyebilirim’’ dermiş.

Zaman geçtikçe Kral patlıcandan bıkmış nefret eder olmuş. ‘Bu patlıcan yemeğini nasıl yerler bilmem. Böyle tiksindirici bir yemek daha olamaz’ demiş.

Soytarı “Haklısınız Kralım millette ne mide var. Aslında tüm patlıcan yemeklerini yasaklamak lazım’ demiş. Soytarının daha önceki söylediklerini bilen bir kişi ‘Yahu! Daha düne kadar sen değil miydin, patlıcan yemeğini öve öve göklere çıkaran?’ diye sorduğunda Soytarı atılmış. ‘Ben Kralın Soytarısıyım patlıcanın değil” demiş.

Yazımı Şeyh Edebali’nin şu sözleriyle bitirmek istiyorum.

Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır.

Bu nedenle; 

Bir lokma ekmek için şerefini ayakaltına almaya, 

Bir anlık zevk için namusunu lekelemeye, 

Bir zamanlık mevki için ayak öpmeye 

Günlük menfaatler için haysiyetini karartmaya değmez."