Maraş ilinin Süleymanlı bölgesi, 1924 yıllarında Yunanistan’ın Selanik iline bağlı olan Ayvalık ve Karaferya kasabalarından mübadele ile gelerek yerleştirilen Balkan Türklerini barındırır.

Tam yedi yüz yıllık geçmişi olan bu yerleşim merkezi, kimi tarihi eserleriyle görüntü oluşturur. Selçuklular döneminden kaldığı varsayılan; Soğuk Çeşme, Kanlı Köprü ile Tarihi Hamam en önemlileri olarak sayılır.

Ermenilerin kurduğu “Zeytun Fedai Alayı” adlı çeteyle savaşırken şehit düşen Maraş Jandarma Bölük Komutanı Binbaşı Süleyman Bey’in adına saygıyla “Süleymanlı” olarak değiştirilmesi kararlaştırılır.

Bir süre nahiye (bucak) merkezi konumunda olan Süleymanlı, Kahramanmaraş’ın büyükşehir olması sonrasında şimdilerde Onikişubat ilçesine bağlı bir mahalle olarak kayıtlarda yerini alır.

EŞİNİN KATİLİ İLE EVLENDİRİLEN KADININ TRAJİK (ACIKLI) ÖYKÜSÜ

Güvenilir kaynaktan edindiklerim ışığında; yukarıda adı geçen Zeytun yöresinde 1956 yıllarında gerçekleşen, tüyler ürperten ve insanın içini acıtan bir vicdansızlık olayı yaşanır. Yargıya intikal etmez, yerinde üstü örtülür. T.C. sınırları içinde olan, kent merkezine 69 km uzaklıktaki uygarlıktan da uzak yerleşim yerinde gerçekleşen olay! Filmlere senaryo olacak nitelikte denebilir!

Burada verilen kişi adlarının tümü gerçek adları olmayıp birer simgedir. Muhtar Mahmut, Faysal adlı iri yarı, güçlü kuvvetli birisini bekçi olarak görevlendirir. Faysal, ormanlık alana evlerinin yakacak ihtiyacını karşılamaya giden kadınlar üzerinde kimi yöntemlerle etkili olur, onları kendisine bağlar.

Öykümüzün odağındaki Havva, uzun boyu ve köyün en güzeli olan evli bir kadındır. Hicran, Bekir ve Leyla adlı üç çocuğu var. Aşkın adlı, narin ve sanat ruhlu elinden oyma ve yazma gibi uğraşlarda başarılı nezih bir eşi var. Cezmi, Havva’nın kayın pederi…

O yıllardan bugünlere sarkan, acısı yüreklerden bir türlü silinmeyen ve belleklerde derin ve trajik iz bırakan olayı, anlatmaya çalışalım mı? Öyleyse dikkat buyurunuz, derim.

Havva, kimi zaman evinin gereksinimini karşılamak amaçlı ağaçlık alana yakacak odunu kesmeye gider. Bekçi Faysal, kendisinden on bir yaş büyük olan Havva’ya göz koyar. Rahat bırakmaz, zamanla istediğini gerçekleştirir. Kendisine bağımlı kılar.

Öyle zaman olur ki; Faysal ile Aşkın tarla sınırı konusunda anlaşmazlığa düşerler. Köylülerin toplandığı bir ortamda tartışırlar. Faysal, cahil ve kabadır. Aşkın’a hakarette bulunur ve küfür eder. Aşkın, onuruna yediremez. Eve gelince eşi Havva’ya ‘yarın kente giderek mahkemeye başvuruda bulunacağını’ söyler.

Tanyeri ağarmasında Aşkın’ın yola çıkacağı haberini alan Faysal, atıyla Ceyhan nehri köprübaşında Aşkın’a ulaşır ve heybesinden çıkardığı satırla arkadan vurarak nehre düşürür! Aşkın’ın o yağız atı acı acı kişneyerek eve gelir! Aşkın eve dönmeyince durum bir şekilde anlaşılır! (Aylar sonra cesedi Ceyhan nehri aşağı havzasında bulunur.)

Birey, kendisine verilen yetki ve yetenekleri tahrip için kullanırsa, dünyanın en zararlı yaratığı haline gelebilir. Dünyada en tehlikeli varlık, öfkesi ve şehveti aklının önüne geçen insandır. Öfkenin ve kaprisin sınırı yok, denebilir.

Birkaç gün sonra Faysal, Havva’yı saçlarından sürükleyerek kendi evine götürür ve kendisine karı yapar! Ufak tefek ses çıkarmalarına karşı Muhtar Mahmut, sulh yolu için aracılıkta bulunur. Faysal’dan alınan belli miktarda para ve arazi ile Cezmi Dede’yi ikna eder, susturur. Olay kapatılır.

Olan olur, ama asıl olan küçük yavrulara olur! Faysal istemez, ana çocuklarını götüremez. Çocuklar, yakınlarının yanında kısa süre kaldıktan sonra Muhtar’ın çabasıyla Maraş’a götürülerek dokuz yaşındaki Hicran Selman’a, bir yaşındaki gülen yüzlü o güzelim Leyla, Öğretmen Rafet’e evlatlık verilir. Bekir’de yetiştirme yurduna yerleştirilir.

Leyleğin yuvadan attığı örneği evlatlarına sahip çıkmayan ve onurunu kaybeden Havva, Faysal’dan altı çocuk yapar. Artık Hava iyice mankurtlaştırılmıştır. O üç çocuğunu, hiçbir zaman arayıp sormaz! Dahası mı? Faysal, yıllar sonra genç bir kadın ile nikâhsız birlikteliğini sürdürür. Altı çocukta ondan yapar. Katil ruhlu ve sadist kişiliğe sahip olan Faysal, çocukları tarafından da yergiyle anılır!

Zaman olur, Hicran ve Leyla da büyürler, evlendirilerek çoluk çocuk sahibi olurlar. Bir bakıma aile yaşamına dönüş başlar. Bekir, yaşamını yitirir! Nasıl mı? Askerden geldikten sonra evlenir. Çoluk çocuk sahibi olur. Ne ki moralsiz yaşam sürdürdüğü günlerinde traktör altında kalarak can verir!

Hesapsız yaşamın karanlığında
Zalimlik, sadistlikten beslenir,
Aşkın, seherde tuzağa düşürülür
Onur ve vefa beyni terk eder,
Zevke karışan acı, çığlığa dönüşür
Vicdansızlık, acımasızlık kulvarında
Anadan koparılan evlatlar,
Kişisel yoğunluklu iç acılarında
Yazgının rüzgârıyla savrulup
Erken ev bark ortamına sürüklenir.

 

Yıllar geçse de bu acı olay unutulmaz! İğrençlik ve şaşkınlıkla dillerde dolaşır. Gizli, saklı konuşulur. O yıllarda orada yaşayan kimseler, olayı anlatmaktan da kaçınırlar. Oysa acılar, paylaşılmakla azalır!

Hele hele küçük bir olay, hiç mi hiç unutulmaz. Öğretmen Rafet’in evindeki bir yaşında olan sevimli ve güzel Leyla’nın soğuk mu soğuk bir kış gününde içindeki psikolojik yangıyla bağırarak ağlamasına karışan sözcükleri, şimdilerde bile duyarlı kulaklarda yankı yapar, vicdanları kanatır!

Ne mi demiş Leyla’mız? Buyurunuz okuyalım:

“Açın kapıyı, çok sıcak yanıyorum! Biraz da dışarı ısınsın!”

Anlamlı ve düşündürücü değil mi? Söyleyeni belli olmamakla birlikte deneyimin süzgeçlediği kimi sözcükleri buraya aktarmayı uygun buldum:

“Yaranın yerini sorsalar gösteremezsin ama dinlediğin şarkılar ve türküler, gözleri kapalı buluyor yarayı…”

Öğretmen Rafet’in evinde olaylardan habersiz büyüyen sevimli Leyla, neşeli ve yerinde duramayan yapıda güzel bir kız olarak atılır, serpilir, gelişir. Çevredekilerin gözleri onun üzerindedir! Mahallesindeki bir aile, görücü yöntemi ile oğulları ile evlendirmek üzere ailesinden ister. İstek gerçekleşir. Leyla 16 yaşında olduğundan nikâh için ana babanın olurunun alınması gerekir. Sağ olan anne bulunup getirilir. Oluru alınır. Kendisini dünyaya getiren annesinin o olduğunu o anda anlar!

Leyla, şaşırır, yıkılır! Hayatta olduğu sürece şaşkınlığı sorgulamalarla devam eder! Acı da olsa gerçeği öğrenir. Anne olarak onu bir daha da yakınında göremez! Tüm olumsuzluklara, özellikle kaynana baskısına karşın dik duruşundan ve erdeminden asla ödün vermez. Kimi zaman gözleri ışığı yanan evlerde olur!

                            ***

O ortamdan dönüş yaparak şiirlere ve ezgilere konu olan empatik dizeleri içselleştirerek okuyalım, bir yandan da internet ortamında ‘Ruhumdaki Sızı’yı dinlerseniz örtüşür, kanısındayım.

***

                            Dünya Şairi Nazım Hikmet: “Yok, öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak… Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak…” demiştir.

Elbette ki, boşuna dememiştir. Yaşama direnmek gerekir.