Süleyman Onan - "Kırşehir Çiğdem"le 40'ıncı Yıl

Süleyman Onan - "Kırşehir Çiğdem"le 40'ıncı Yıl

Süleyman onan

Rastlantılarla geçen 74 yıl...

Aydınlı Mustafa Kemal Yılmaz

Mucurlu Süleyman Onan'ı anlatıyor 

“Hayat tesadüflerle doludur” denilir de tesadüflerin böylesi de görülmemişti. Aynı yılda, 1921'de doğ, yine Mart ayında tanış, askerliği aynı dönemde aynı yerde beraber yap, aynı yıl aynı partiden milletvekili ol ve aynı ayda, Mart'ta dünyaya veda et. Bu kişileri merak ettiniz değil mi? Sizi fazla merakta bırakmayayım: Biri Mucur'lu Süleyman Onan, öteki Aydın'lı Mustafa Kemal Yılmaz... İçinde bulunduğumuz Mart ayı Süleyman Onan ile Mustafa Kemal Yılmaz'ın aramızdan ayrıldıkları ay... İlkin Süleyman Süleyman Onan, 18 yıl sonra da Mustafa Kemal Yılmaz...

Genç yaştakiler Süleyman Onan'ı tanımazlar. 1921 yılında Mucur'da doğmuş, Halkalı Ziraat Okulu'nu bitirmişti. Çok partili siyasî hayatımızda İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (CHP), Halil Sezai Erkut (CHP), Osman Canatan (CKMP) ve Memduh Erdemir (MP)'den sonra Meclis'te Kırşehir'i temsil etmiş Mucurlu beşinci parlâmenterimizdi. 1965 seçimlerinde AP'den Mehmet Güver, MP'den Memduh Erdemir milletvekili seçilirlerken o da CHP'den Meclis'e girmiş, doğum tarihi de aynı olan askerlik arkadaşı aynı partiden Mustafa Kemal Yılmaz ile bir dönem, yani dört yıl parlâmenterlik yapmıştı. 1969 seçimlerinde de Altı Ok'lu bayrağı Çiçekdağlı Mustafa Aksoy'a devrederken Mustafa Kemal Yılmaz bir dönem daha milletvekilliğini sürdürmüştü. Meclis'te en çok söz alan ve çiftçilikten yetiştiği için konuşmalarında özellikle çiftçilerin sorunlarını dile getiren sayılı milletvekillerimizden biriydi. Güzel ve etkileyici konuşurdu. Dört yıl içinde Meclis kürsüsünden tam 86 konuşma yapmıştı. Oğlu Şevki'yi çok genç yaşta kaybetmesiyle âdeta yıkılmıştı. 74 yaşında iken 1995'in Mart ayında hayata vedâ etmesi üzerine sevgili arkadaşı Mustafa Kemal Yılmaz “Parlâmento” dergisinde ardından kaleme aldığı duygu dolu bir yazıyla onu uğurlamıştı.

“Peki, Mustafa Kemal Yılmaz kimdi?” diyeceklere de onu kısaca tanıtayım. Süleyman Onan'la aynı yıl 1921'de Aydın'da dünyaya gelmişti. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü ve Paris Üniversitesi mezunuydu. Bartın Çiftlik Köyü İlkokulu öğretmenliği, Nazilli Ortaokulu Fransızca öğretmenliği, Millî Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü Şube Müdür Yardımcılığı, Londra Büyükelçiliği Eğitim Ataşe Yardımcılığı, Millî Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Şube Müdürlüğü ve Umum Müdür Muavinliği, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Fransızca ve İngilizce öğretmenlikleri, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Dünya Öğretim Mesleği Konfederasyonu Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonu temsilciliği, 7. Millî Eğitim Şûrası üyeliği, TBMM XIII. ve XIV. dönem Aydın milletvekilliği, Avrupa Konseyi Kültür Fonu Kongresi Türkiye delegeliği, Avrupa Konseyi Kültürel İşbirliği Toplantısı Türkiye delegeliği, Avrupa Konseyi Eğitim Kongresi Türkiye temsilciliği yapmıştı. Onu da üç yıl önce Süleyman Onan gibi Mart ayında, 13 Mart 2013'te kaybettik.

Sayfamı aşmamak için sözü fazla uzatmadan Mustafa Kemal Yılmaz'ın Süleyman Onan için kaleme aldığı Mart 1995 tarihli “Parlâmento” dergisinde yayınlanan yazısını sizlerle paylaşmak istedim. İşte o yazı...

SÜLEYMAN ONAN'IN ARDINDAN...    

Doğumu 1921, Mucur. Onunla dostluğumuzun doğumu ise 1942, Menemen. Yine böyle bir Mart ayında tanışmıştık. Menemen'de Yedek Subay Hazırlık Kıt'asında başlamıştı arkadaşlığımız. Yarım yüzyılı geçen bir arkadaşlık bu. Şu anda o çetin savaş yıllarının anıları fışkırıyor hâfızamdan...

Elimize iki kaput bezi torba tutuşturmuşlardı. Birisi büyük, birisi de küçük. Bunların içine dağlardan kuru ot toplayıp dolduracaktık. Büyüğü yatağımız, küçüğü de yastığımız olacaktı. Şehit Kubilay Anıtı'nın bulunduğu tepeden ellerimize diken bata bata yolduğumuz kuru otlarla hazırlamıştık yatağımızı, yastığımızı. Sıkı disiplin altında iki ay askerlik temel eğitimi... Sonra trenle Ankara'ya Yedek Subay Okulu'na hareket... Uzun katar... Ve yanık bir asker havası:

            Yemenimin uçları... Çıkamam yokuşları...

Oysa ne yokuşlar çıkmıştık daha sonra. Aynı bölük, aynı takım, aynı mangada beraberdik onunla. Yaz sıcağında askerlik eğitimi, gece yürüyüşleri, ceza marş marşları... Okulun bahçesine diktiğimiz ağaçlar bile ihtiyarlamış olmalı...

Asker ocağında paylaşılan ortak yaşam, ortak sıkıntılar, ortak mutluluk. Bambaşka oranın arkadaşlığı.

 NEREDEN NEREYE...

Sonra yıllar geçti aradan. 1965'te buluştuk onunla TBMM'de. Aynı partiden, o Kırşehir'den, ben Aydın'dan milletvekili seçilmiştik. Bu güzel tesadüfle dostluğumuz sıcaklığından hiçbir şey kaybetmeden devam etti.

Atatürk'e, İnönü'ye, onların partisine yürekten bağlı idi. Meclis müzakerelerinin en çalışkan, en devamlı üyesi idi. Gündemi önceden dikkatle inceler, her konuda hazırlanır ve kürsüde öyle konuşurdu. Titizdi, yurtseverdi, milliyetçi idi.

Vatandaşlarla, hemen herkesle, Meclis'te her düzeydeki görevlilerle tatlı, dostça, babaca ilişkiler içindeydi. Kendisini herkese sevdirmişti. Otoriter, saygı toplayan bir davranış içinde olmuştu hep.

Bir kimseyi üzüntülü görmesin, hemen ilgilenir, derdini dinler, çözüm yolu önerir, ona moral verirdi. Üzüntüleri, mutlulukları paylaşmasını bilirdi. Onun bu insancıl niteliğinden pek çok yararlanmışımdır.

 GÜLLER... GÜLLER...

Halkalı Ziraat Okulu mezunu idi. Toprağa, doğaya âşıktı. Ağaçlar, çiçekler onun şefkatle okşadığı çocukları gibiydi. Toprakta sevişir gibi çalışırdı. Bahçelievler'deki evinin bahçesinde yetiştirdiği güller, leylâklar, erikler, kayısılar mahallenin tüm çocukları ile beraber Süleyman amcalarını çok severlerdi.

Onun bir de Cebeci Mezarlığı'nda evi, bahçesi vardı. Orayı da ağaçlarla, güllerle donatmıştı. Daimî ve geçici ikametgâhları arasında fark gözetmezdi. Bir gün bana “Bak Kemal, demişti, şöyle köşe başı, güzel bir yer seçtim.” Ne güzel, ne kadar bakımlı idi aile kabristanı...

 YİNE BİR MART GÜNÜ...

Onu yine güzel bir bahar günü kaybettik. Bahçelievler'deki güller, ağaçlar, çocuklar, komşular, eşi ve oğlu hüzün içinde. Bu bahar hep soluk, hüzünlü geçecek günleri.

Cebeci'deki ağaçlar, güller ise memnun olsalar gerek. Seçkin konuklarını ağırlamak içim kim bilir neler yapacaklar...

Fedakâr eşi ve oğlu uzun hastalık yıllarında Süleyman Onan'a olağanüstü ilgi, sevgi ve şefkat gösterdiler. Süleyman Onan bu bakımdan çok şanslı idi.

Bir toprağım olsa derim

Şöyle bir avuç, el kadar

Ya da bir adam boyu

Çağırıyor albenisi toprağın

Neylersin  

Benimkisi toprak soyu

O bu çağrıya uydu. Toprağına, sevgili oğlu Şevki'sine kavuştu. Şimdi orada baba-oğul birlikte uyuyorlar.

O kuş öter yeniden ötebilirse

Başımız üstünde yeri baharın

Bir kez daha gelirse

Bahar işte yine geldi. Ama Süleyman Onan yok artık. Nurlar, güller, yeşillikler içinde yatsın. Mekânı cennet olsun sevgili arkadaşımın.

Evet, Süleyman Onan ve Mustafa Kemal Yılmaz, ikinizin de mekânı cennet olsun. Nurlar, yeşillikler içinde uyuyun...

“Kırşehir Çiğdem”le 40'ıncı Yıl...

“Kırşehir Çiğdem”in okumakta olduğunuz 40’ıncı yıl yazısı için bilgisayarın tuşlarına vururken nedense bir zamanların ünlü şarkısı “Benim balonlarım vardı” aklıma takıldı. “Benim balonlarım vardı / Onları kimler aldı / Mutlu bayramlar vardı / Kim bilir nerde kaldı // Söylenen bütün masallara inanırdık / Onlar mı bizi kandırdı, biz mi aldandık / Bayramları bekler, bayramları yaşardık / Bayramlar mı eskidi, bizler mi yaşlandık” şarkısını etkileyici ses tonuyla ne kadar içten okurdu İbo...

Evet, Türkiye’de çeyrek asır öncesine kadar mutlu gazetelerimiz ve gazetecilerimiz vardı. Dinî bayramlarımızın ilk günleri dışında bütün ulusal gazetelerimiz susar, onların yerine basınımızın merkezleri olan İstanbul ve Ankara’da gazeteciler cemiyetlerinin yayınladıkları “Bayram” gazeteleri çıkardı. Böylece gazete emekçileri hem birkaç gün tatil yapma fırsatını bulur, hem de o gazeteleri temsil eden cemiyetler aldıkları ilân ve reklâmlarla gelir sağlarken özellikle eski ustalar meslekî sorunlarını ve anılarını gazetelerinde okurlarıyla paylaşarak mesleklerine karşı görevlerini yerine getirmiş olurlardı. Ama bu güzel gelenek rekabet uğruna yok edildi, “Bayram” gazeteleri de tarihe karıştı. O bayram günleri bir daha geriye gelir mi bilinmez. Basın mesleği tartışılır duruma düştü.

Çoğumuzun hayat pahalılığı olarak algıladığı ekonomik enflâsyon rakamsal olarak çok aşağılara indi, ancak yeni bir enflâsyon ortaya çıktı ki hayat pahalılığını unutturdu. Bu da gazete enflâsyonudur.

Demokrat Parti döneminin bakanlarından Samet Ağaoğlu bir kitabında “Ahlâk düzeyinin düşük olduğu ülkelerde basın birinci kuvvettir” der. Her yönden ahlâken tam bir çöküntünün yaşandığı mesleğimizde de ne acı ki tam bir enflâsyon hüküm sürüyor ve dilekçe bile yazmaktan âciz kimseler “Basın” şemsiyesi altında birbirleri ardından mantar gibi bitiyor.

Sözü daha fazla uzatmayayım. Asıl amacım “Kırşehir Çiğdem”in 40’ıncı yaş günü vesilesiyle duygularımı, düşüncelerimi anlatmaktı. “Kırşehir Çiğdem”i artık uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Ofset baskı tekniğiyle basılan 14 sayfalık “Kırşehir Çiğdem” işte elinizde. Dün ne kadar güzelse bu gün daha güzel...

Şevket Güner “Kırşehir Çiğdem”i bu günlere getirinceye kadar çektiği sıkıntıları gazetenin yıldönümlerinde hep anlatır. Anlatırken de ustası olan benden söz etme vefakârlığını gösterir. Ben artık övülmekten gururlanma dönemini çoktan geriye bıraktım. Övgüler karşısında sadece duygulanırım.

Benzetmek bazılarınıza ters gelebilir. Biz gazeteciler şarap gibiyizdir, eskidikçe değerleniriz. Bugün geldiğimiz noktada düşünüyorum da mesleğimizde beklemeye bırakılacak adam bulmak ünlü filozof Diyojen’in fenerle adam aramasına döndü. İki kelimeyi bir araya getiremeyenler yarım yamalak öğrendikleri basmakalıp lâflarla gazeteciliğe soyunmuşlar, çökmeye yüz tutmuş toplum ahlâkında bazı güzellikler, erdemler kalmışsa onları da yok etme peşindeler... Gazetecilik tam bir aşağılık içinde icra edilen, sahtekârlığın, dolandırıcılığın, şantajın hâkim olduğu sıradan bir iş olup çıktı.

Basının bu duruma gelmesinde en büyük vebal de her işte olduğu gibi yine politikacıların... Ünlü İngiliz devlet adamı Churchill (Çörçil) “Bir memlekette alıcısı varsa karaborsa daima vardır” demiş. Ülkemizde de ahlâksızlıklara prim veren politikacılar var oldukça basında ahlâksızlıklar sürüp gidecektir.

Bütün bu ahlâkî enkazın üzerinde kalmaya çalışan ve başarılı da olan “Kırşehir Çiğdem” diğer bazı gazetelerle iş birliği yaparak ulaştığı teknik mükemmelliğinin yanında çok sesliliği ile de Kırşehir basınının yüz akı olmayı başarmıştır.

Bununla birlikte Şevket’in dediği gibi “Ömrünü bu mesleğe adamış kişiler olarak mesleğimizin her gün biraz daha ayaklar altına alındığını görmekten utanıyoruz”. Daha da acısı mesleğin en eskisi olarak ben kendime “Gazeteci” demeye utanıyorum.

Gerçek anlamda gazetecilik mesleğiyle hiçbir ilgisi bulunmayan ve “Gazeteci” sıfatına bile lâyık olmayan kişilerin hüsnü kabul gördüğü bu günkü ortamda ideal beklentiler içinde olmak zaten yersizdir.

Söz buraya gelmişken “Kırşehir Çiğdem”in yaşının ulaştığı 40 rakamıyla da ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Eğitimci Ramazan Çakır bir yazısında “Sayıların da dili vardır” diyor ve bunları örnekler vererek şöyle sıralıyor: “Sayılar içinde en anlamlısı 40’tır. 40 ata sözlerimize girmiştir. 40 sayısı olaylar içerisinde özel anlam taşır. 40 özel ve aynı zamanda uğurlu sayıdır. Atalarımız 40’ın doğal güçleri temsil ettiğine inanmışlardır. 40 sayısı sadece Türk kültüründe ve islâm inancında değil, evrensel kültürde de önemli yer tutar. 40 sayısı aynı zamanda kadınların yaşamında özel anlam ifade eder.”

Ramazan Çakır yazısının sonunda “40 neden böylesine gizemli bir sayı? Neden evrensel kültürde unutulmaz izler bırakmış? Neden yaşamımızın tüm alanlarını derinden etkiliyor? Bunları hiç düşündünüz mü? Bunlar rastgele söylenmiş sözler mi, yoksa bunun gerisinde gizemli bir dünya mı var? Kırşehir’in plâka numarasının 40 olması da bir tesadüf mü? Tesadüf de olsa bu gizemli sayının Kırşehir’i simgelemesi güzel değil mi?” diyor.

Bu gün böylesi kutsal bir sayıyı yakalamış olan “Kırşehir Çiğdem” elbette ki üstünlüğünü hep koruyacak, toplumda daima saygı görecek, Kırşehir basın tarihine adı büyük harflerle yazılacaktır.

Nice 10’lu yıllarda buluşmak üzere Kırşehir'e hizmet yolunda ufkun açık olsun “Kırşehir Çiğdem”...