Şemsi Yastıman 92 yaşında. .

Şemsi Yastıman 92 yaşında...                                                                                                                                                                                                                                                                      

 

Geçtiğimiz 10 Temmuz aramızdan ayrılışının 22'nci yıldönümüydü.

Eli kalem tutan en yakını olmama rağmen onun için yazdıklarımın sayısı azdır.

İnsanlar en sevdiklerinin ölümüne inanmazlarmış. Ben de onun öldüğüne inanmadım, hâlâ da inanmıyorum.

Bir gün çıkıp geliverecek, “Nörüyon la emm'oğlu?” diyecek sanıyorum.

Her an kapımı çalmasını beklediğim Şemsi abinin arkasından nasıl ağıtlar yazabilirdim ki?

Şimdi bile yazmak içimden gelmiyor.

Evet, 10 Temmuz Şemsi Yastıman'ın hem ölüm, hem doğum yıldönümüydü. O aynı zamanda Cumhuriyet'in ilân edildiği yıl dünyaya gelmişti.

Kırşehir'in öz kültürünü unutarak Abdal kültürüne odaklanan Kırşehir'in temsilcisi Belediye Başkanı başta olmak üzere Kırşehir Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve sivil toplum kuruluşlarına sitem etmemek mümkün mü?

“Eski askerler ölmezler” diye bir söz vardır. Şemsi Yastıman da baba tarafından yakınım olması bir yana Kırşehirlilerin eski askeriydi.

Kırşehirlilik ruhunu, Kırşehirlilik sevgisini, Kırşehirlilik asaletini, Kırşehirlilik mertliğini, Kırşehirlilik efendiliğini, Kırşehirlilik onurunu yaşatan eski bir asker...

Gerçekten İstanbul onun sayesinde Kırşehirliyi tanımıştı. Yalnız  İstanbul mu, bütün Türkiye...

Kırşehir'in tanınmasında sazıyla, sözüyle kendine özgü bir yer edinmişti.

Hangi Anadolu çocuğu koca İstanbul'da onun gibi “Beşiktaş'ta kime sorsan gösterir” diye adres verebilmiştir?

 

ASLINI İNKÂR ETMEDİĞİ İÇİN ÇOK SEVİLMİŞTİ

 

Anadolu'nun kıraç topraklarından kalkarak sazı omuzuna vurup İstanbul gibi bir yere varmak, sesi ve sazıyla ünlenmek, iş-güç, ev-bark sahibi olmak, kendini bütün Türkiye'ye kabul  ettirmek, tek başına Kırşehirliler'in “İstanbul Konsolosluğu”nu yüklenmek kolay iş mi?

Hem de özünden, Kırşehirliliğinden zerre kaybetmeyerek...

İstanbullular onu zaten aslını inkâr etmediği, olduğu gibi göründüğü, konuşurken dil kırmadığı, artistleşmediği, kendi tâbiriyle “artikleşmediği” için sevmişlerdi, hem de çok sevmişlerdi.

Muhabiri bulunduğum “Milliyet” gazetesine her gidişimde Abdi İpekçi'nin yakın arkadaşı ve yazı işleri müdürü Turhan Aytul bana “Şemsi” diye hitap ederdi.

O İstanbul'da yalnız Kırşehirliliği değil, Anadolu geleneklerini, gerçek Anadolu insanını yaşatıyordu.

İstanbul'a giden Kırşehir hayranları, Kırşehir âşıkları onu bu haliyle görmek, bir-iki esprisini duymak için ziyaret etmeden dönmezlerdi. İstanbul'dan Kırşehir'e dönenlere herkesin ilk işi “Şemsi abiye uğradın mı?” diye sormak olurdu.

Tüm Beşiktaşlıların da sevgilisiydi. İş yerinin bulunduğu Çırağan Caddesi onunla ün kazanmıştı sanki...

Evi de Beşiktaş'ın Boğaz'a bakan Yıldız sırtlarındaydı.

Ev dedikse öyle İstanbul evlerinden biri aklınıza gelmesin. Kırşehir'de yetişen her ne bitki varsa aynısını apartmanının terasında bulabilirdiniz. O evinde yarattığı böyle bir ortamla Kırşehir özlemini dindirmeye çalışırdı.

Öyle ki bir tek “Tahar Elması” yetiştiren ağaç yokmuş; uğraştı, didindi, gelip gidenlere söyledi, bana da yazdı çizdi, sonunda Reşat Sülükçü ağabeyimiz (O da yakınlarda vefat etti, Allah rahmet eyleye!) bulup İstanbul'a götürdü de elinden kurtulduk!

 

KIRŞEHİR'E GELİŞLERİNDE YOLUNU HACI YOLU GİBİ GÖZLERDİK

 

Kendi memleketi olmasına rağmen Kırşehir'e gelişleri olay olurdu.

Ölümünden bir yıl önce kaybettiğimiz ablası Şaziye Hanım'ın oğlu Faik İnaler kanalıyla geleceğini daha önceden haber alır, hacı yolunu özler gibi yolunu gözlerdik.

Gelince dünyalar bizim olurdu. O memleketinin hasretini, biz de onun hasretini giderirdik.

Muhakkak âlemlerine katılır, sazından, sohbetinden doya doya nasibimizi alırdık.

Her gelişinde mutlaka uğradığı matbaam ve gazete idarehanem onunla bir başka şereflenirdi.

“Kırık”ları da peşini bir türlü bırakmaz, akşam beraber olmak için can atarlardı.

Her  akşam bir yerde onunla muhabbet âlemi yapmak farz gibi bir şey olmuştu.

Bir gün de yolumuz Keskin'e uzanmış, Keskinli ünlü halk sanatçısı Hacı Taşan ve ünlü kabadayı “Yırık Yaşar”ın da hazır bulundukları tadına doyum olmayan sazlı-sözlü âlem gün ışıyıncaya kadar sürmüştü.

Onun yanında yeğeni olarak izzet ve ikram görmekten koltuklarım kabarırdı ve bu şeref her şeye değerdi.

Şemsi Yastıman yaşadığı yıllarda altmış-altmışbeş milyon olan Türk insanından, altı milyar dünyalıdan biri değil, başlı başına kendisi bir dünyaydı.

Öylesine renkli, öylesine çok yönlü bir insandı.

 

ARİF SAĞ - BELKIS AKKALE - ŞEMSİ YASTIMAN KOALİSYONU

 

Onunla ilgili ne kadar yazsam bitip tükenmez, çünkü o tükenecek bir sanatkâr değildi. Sadece ben değil, onu tanıyan, onunla çalışan herkesin düşünceleri aynıdır.

Ölümünden dokuz yıl önce türkü dünyamızın bayrak isimleri  Arif Sağ ve Belkıs Akkale Türk halk müziğinde Şemsi Yastıman'la koalisyon yapmışlar, o güne kadar gerçekleştirilemeyen bir konser dizisiyle 2 Mart 1984'te İstanbul Şan Tiyatrosu'nda halk müziğine gönül verenlerin karşısına çıkmışlardı.

“Türkü Türkü Türkiyem” adlı bu konserler dizisinde ülkemizin dört bir yanından derlenmiş 30 türkü söyledi her akşam Arif Sağ'ın bağlaması, Türkiye'nin Louis Armstrong'u olarak adlandırılan nefesli çalgılar ustası Binali Selman'ın zurna ve neyi eşliğinde Belkıs Akkale... Şemsi Yastıman da konuk sanatçı olarak ünlü karikatürize türkülerinden bir demet sunuyordu. Belkıs Akkale hocası Şemsi Yastıman'la ilgili duygularını “Sazı eline, sözü diline yakıştırmayı hepimizden daha iyi beceren bir karikatürize türküler ustası” diye dile getiriyordu.

Şemsi abinin değerli bozlak ustalarımızdan Çekiç Ali'nin İstanbul'daki tedavisi sırasında yaptığı maddî ve manevî yardımlar unutulamaz.

Yine ölümünden dört yıl önce 12 Aralık 1989'da ziyaret ettiği Hacı Dölek'in mahallî ve doğal dekoruyla ünlü “Sır Saray Restoran”ı için kendi el yazısıyla yazıp duvara astırdığı şu dörtlük de ondan geriye kalmış nostaljik anılardan biridir:

 

                                   Sır Saray Restoran, Kırşehir'in pırlantası

                                   Gelir kalenderi, garibanı, kırantası

                                   Müşterileri sanki bir evin horantası

                                   Her şehirde bulunmaz böyle ihvan lokantası

 

BİZ UNUTTUK,  AMA BAŞKALARI UNUTMUYOR!

 

Yine de kaybolup gitmesin diyerek bazı şeyleri kâğıda dökmek, bu arada hakkında yazılanları da yeri ve zamanı geldikçe sütunlarıma almak istiyorum.

Örneğin Kültür Bakanlığı'nın yayın projeleri arasında yer alan “Yeni Türk-İslâm Ansiklopedisi”nin örnek fasikülünde hemşehrimiz Doç. Dr. Erol Ülgen'in kaleme aldığı Şemsi Yastıman biyografisi, ardından yine Erol Ülgen'in benim de katkılarımla hazırladığı Ahilik Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı yayını “Şemsi Yastıman - Hayatı ve Eserleri” adlı eseri mevcudu çoktan tükendiği  için görmemişsinizdir.

Ellibeş yıl önce şair Şükrü Afşin'in Özel İdare Müdürlüğü'nce çıkartılan “Kırşehir Vilâyet Gazetesi”ndeki “İçimizden Biri” sütununda onun için yazdıkları da gazete sayfaları arasında unutulup gitmiştir.

Kırşehirliler Abdal türküleri çala, söyleye, dinleye Şemsi Yastıman'ı unuttu, ama başkaları unutmadı.

Ulusal gazetelerimizden 26 Ekim 2014 günlü “Bir Gün” gazetesinin pazar ekinde Murat Meriç “Cumhuriyet Tarihinden Seçme Tuhaf Plâklar” listesinin ilk başına onun ünlü “Uzaylılar, Hoş Geldiniz” plâğını almıştı. Plâkla ilgili açıklamada şöyle deniliyordu:

 

“CUMHURİYET TARİHİNDEN SEÇME TUHAF PLÂKLAR”

Türkiye Cumhuriyeti 91 yaşında. 29 Ekim’e doğru geçmişin tozlu sayfalarını kurcalayalım, “Yeni Türkiye” lâfları telâffuz edilirken eskinin gülümseten anlarını hatırlayalım istedim ve çok zamandır “Şarkılı Memleket Tarihi” adıyla sunduğum seminerlerde anlattıklarım arasından bir derleme yaptım. Memleket tarihinden dokuz enteresan plâk seçtim, bunları art arda sıraladım. Dokuz plâkta 91 yılı özetlemek elbette mümkün değil, niyetim de o değil zaten. Sadece “Yok artık, bunu da mı yapmışlar?” diyebileceğimiz bir kısım şarkıları/türküleri anımsatmak, seminerlerde dinlettiklerimi (sesiyle olmasa da sözüyle) bu sayfaya taşımak amaç. Türkiye Cumhuriyeti’nin 91 yılından seçilmiş bu plâklar bir yandan memleketin ne kadar şahane bir yer olduğunun da göstergesi. İlk beşi bu hafta aşağıda; diğerleri önümüzdeki hafta huzurda. Köprüden uzaylılara, Avrupalı kızlardan Muhammed Ali’ye plâklarda duymaya alışık olmadığımız şeyler, bir küçük karnaval… O halde buyurun cümbüşe!

UZAYLILAR, HOŞ GELDİNİZ!                                                                                                                                                    

1969 yılında yapılan aya seyahati müteakip bir “uzaylı” furyası memleketi kapladı. Uzay her dem göz önündeydi, ama bu aşamadan sonra uzaylılarla alâkalı plâklar birbiri ardına piyasaya çıktı. Çok örnek arasında belki de tek güzel olan Şemsi Yastıman’ın meşhur “Uzaylılar Hoş Geldiniz” adlı plâğı. “Duyduğuma göre siz uzaydan gelmişsiniz / Hele şöyle bir oturun bakalım iki lâf edek” diyerek başlayan Yastıman hoşbeşi takiben yekten sorguya girişiyor: “Hangi rüzgâr attı sizi? / … / Kurcalardı zihnimizi / Uzaylılar, hoş geldiniz // Sizi gördük, sevindik çok / Karnınız aç mı, yoksa tok? / Atmosferde ne var, ne yok?” Uyruk, urba, il, dil derken “Güneşle aranız nasıl?” sorusunu müteakip hayat gailesine getiriyor sözü: “Ne durumda sizin devlet? / Liderlerde var mı hiddet? / Zor mu kurulur hükûmet? // Sizde kalp kırmak var mıdır? / Adam kayırmak var mıdır? / Sağı solu ayırmak var mıdır?” Bütçeden petrol sıkıntısına seçimlerden çöp sorununa memleket ahvalini bir çırpıda sayan Yastıman “Yapalım bir konsültasyon” diyerek sorularını sürdürüyor: “Ne yanda sizin istasyon? / Sizde de var mı enflasyon? // Ayda var mıdır boş arsa? / Rüşvetinen karaborsa? / Biz de gelek beleş varsa?” Şarkının sonunda öğüdünü esirgemiyor: “Der Şemsi Yastıman size / Dostça öğüt görev bize / Hemen dönün ülkenize…

 

ÇOCUK OYUNLARI “MEMLEKET HASRETİ”NDEN...

 

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Gündelik Hayatımızın Tarihi” adlı 678 sayfalık eserde de Kudret Emiroğlu “Oyun, Eğlence ve Spor”ları anlatırken eskiden çocukların oynadıkları oyunlara örnek olarak Şemsi Yastıman'ın “Memleket Hasreti” şiirinden örnekler vermiş:

Üç arkadaş şöyle bir bağça bulsak / Çalpıdan hatlayıp bir üzüm yolsak / Sağbısı dutsa da bir rezil olsak / O tatlı günlere ermek istiyom

Seğirdip dolaşsak hep tarla-dapan / Keklik dutmak için kursaydık kapan / Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan / Kafamı, gözümü yarmak istiyom

Enteremi giysem, sümüğüm  aksa / Koluma silerim yağlığım yoksa / “Başangı”dır diye mahalle bıksa / Kessekle camları kırmak istiyom

Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam / Yaylıların arkasına asılsam / Kımçıyı yiyince yere yassılsam / Yollarda ağlayıp durmak istiyom

Ceviz kaval etsem, sakam da toksa / Çızgılı oynarım eneğim çoksa / Koluma söylerken bir döğüş çıksa / Sumsuk yimek, hem de cırnak istiyom

Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam / Sakanın dımığna kurşun akıtsam / Üçyüz enek ütüp cebe bakıtsam / “Ne şişiyon la” dedirmek istiyom

 

KIRŞEHİR'İN ÖZ DEĞERLERİ UNUTULMAMALIDIR

 

Kalemiyle, sanatıyla, fikirleri ve düşünceleriyle, bulundukları mevkilerle Kırşehir'e hizmet etmiş bütün Kırşehir evlâtları gibi Şemsi Yastıman da sonunda unutulmuşlar kervanına katıldı ve ölüm yıldönümü olan 10 Temmuz ne yazık ki sessiz sedasız geçiverdi.

O Şemsi Yastıman ki yıllarca İstanbul ve Ankara'da düzenlenen Kırşehir gecelerinin “değnekçiliğini” yapmış, Kırşehirliler arasında birlik ve beraberliğin, dayanışmanın sürdürülmesinde baş rolü oynamıştı.

O Şemsi Yastıman ki yazdığı “Kırşehir'e küs müsünüz?” şiiriyle başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylûl ihtilâlini yapan dönemin tüm kudretli generallerini Kırşehir'e yığmış, Kenan Evren'in ziyaret edip gezdiği ve sorunlarını yerinde tesbit ettiği, şimdi 3000 kişinin ekmek kapısı olan Petlas Lâstik Fabrikası onun bu şiiri vesilesiyle ivme kazanmıştı.

Belki zamanın akışı içinde değişim ve gelişimlerin sonucu unutulmuşluklar bir dereceye kadar olağan sayılabilir.

Ancak Kırşehir'i Kırşehir yapan öz değerleri, bir Cevat Hakkı Tarım'ı, bir Âşık Boyacı'yı, bir Celâl Tekiner'i, bir Cahit Obruk'u anmazsak, anamazsak yarın Kırşehir'den geriye adından öte hiçbir şeyin kalmayacağını söylemek karamsarlık olmaz.

Bir “Memleket Hasreti” şiiriyle bile olsa Şemsi Yastıman'ı unutabilmek başlı başına ve  affedilemeyecek bir vefasızlık örneğidir.

Nurlar içinde yat Şemsi ağabey... Toprağın bol olsun...