Kırşehir’de aylardır devam eden altyapı çalışmaları yapıldığını görüyorum. İnşallah bu çalışmalar tez zamanda tamamlanırda Kırşehir bu önemli sorunlardan kurtulur ümidini taşıyorum.

Kırşehir’de aylardır devam eden altyapı çalışmaları yapıldığını görüyorum. İnşallah bu çalışmalar tez zamanda tamamlanırda Kırşehir bu önemli sorunlardan kurtulur ümidini taşıyorum.
Tabi bu çalışmalar nedeniyle herkes sıkıntı çekiyor. Trafik allak bullak olmuş, esnaf iş yapamamaktan, insanlar yol ve kaldırımlarda yürüyememekten dert yansa da şurası unutulmamalı ki altyapı olmadan üst yapı olmaz. Ne yaparsanız yapın önce altyapıyı yapacaksınız.
Neyse bu ayrı bir konu.
Ben yine kendime döneyim.
Evet, çok paraları yok. Giyecek o kadar elbiseleri de yok. Evlerinde günlük yiyeceklerini alabiliyorlar. Büyüklerine saygılılar. Küçüklerini severler. Karşılıklı akrabalarını tanır ve severler. Birbirlerinin sözünden hiç ayrılmazlar. Yemeklerini mutlaka birlikte yerler. Eşi gelmediği zaman pencerenin camında perdesinin arkasında eşini gözler.
Toplum içerisinde asla birbirlerini kırmazlar. Karşılıklı olarak insan içerisinde birbirlerini yüceltirler. Elbiseleri yetersiz olsa da yakışanları giyerek birbirlerine iltifat ederler. Birisi kapıdan çıkarken "Hakkını helal et" diye gözlerinin içerisine bakar. Diğeri dönünceye kadar eşini hatırından çıkarmaz.
Hiç birbirini başkaları ile aldatmazlar. Evinde bir eşi olduğunu,yolunu beklediğini hatırlar. Evlatlarına eşit davranırlar.Komşularını ve yakınlarını asla üzmezler.
Ve. SAYGI ....SAYGI ....SAYGI.....
İşte mutluluk ve güzel geçinmek budur sanırım.
Neyse ben asıl yazıma döneyim.
Hüsrev ağa köyün en zenginlerinden birisi idi. Evinde iki avradı vardı. Avratlarından 13 çocuğu oldu.
Hüsrev 1.90 metre boyunda 120 okka civarında gelirdi.Ensesi pek kalın,gözlerinin üzeri etli,saman yabası gibi elleri vardı.
Kendisi fazla çalışmazdı. İki çobanı, 2 tane de çiftçisi vardı.
Düğünlerde yakın arkadaşları ile içer,nerede zirzop kişiler varsa onlarla gezerdi.
Artık rakıyı su ile değil göğ içiyordu. İçtiği zaman ırmaklar gibi coşar, denizler gibi dalga döverdi. Duramıyordu yerinde.
Kim vefat ederse hemen onun avradına talip olurdu. Almasa bile o köyden uzaklaştırırdı. Çünkü arkası çok güçlüydü. Arpaladığı insanlar olduğu gibi meydana getirdiği zirzop çocuklar ne güne duruyordu. Çocukları eksildikleri zaman onların sayısını bile bilmezdi.
Cebindeki paralar Hüsrev'i yerinden durdurmuyordu. Artık gayri münasip işler yapmaya başladı.Geçici arzularını bir türlü bastıramıyordu.
Avratlarını ve çocuklarını köyde bırakarak şehirde bir ev tuttu.
Düzensiz düşüncelerle vakit geçirmeye başladı.
Artık kabadayılığa özenmeye başladı.Nerede sapı silik,zırtaboz kişi varsa onlarla arkadaş oldu. Kimin güzel gelini varsa onu kaçırmak,yolda giden kızlara sataşmak yollarını kesmek artık Hüsrev için en kolay işlerden birisi olmuştu.
Bir gün kasabanın ileri gelenlerinden Deli Hurşit ile şişeleri kırmaya ve gönül eğlendirmeye gittiler. Lokanta oldukça eski,sandalyeleri ağaçtan,üzeri kontraplak ile kaplı idi.Masaların üzerine kirli mermer taşları konmuştu.
Deli Hurşit zahire tüccarı idi. Nerede kazaya uğramışsa sol elinin baş parmağı kesikti.Hurşit etine dolgun,tıknaz, gür kaşlı,çakır gözlü idi. Çarşıda gezerken, bir iş yerine girdiği zaman karşısından bulunan kişiler şerrinden olsa gerek yolunu değiştirerek,Hurşit'e yol verirlerdi.
İki kafadar, Hüsrev ağa ve Deli Hurşit mermer kaplı masaya oturdular. Önlerinde biraz kırık leblebi, özelliğini yitirmiş çerez, tabak içerisinde ekşimiş yoğurt vardı.
İki arkadaş saatlerin geçtiğini bilmiyorlardı. Rakıları susuz deviriyorlar, birbirlerine uzayıp giden ve bir türlü sonuçlanmayan yılan hikayesi anlatıyorlardı.
İçeride sobanın dumanı iyice boğmaya başladı.Hüsrev ile Hurşit dumandan hiç koku bile almıyorlardı.
Gecenin geç saatleri idi. Bir ara Hüsrev Deli Hurşit'e dönerek, “Hurşit altın dişini severim. Zaman ilerledi kalkalım” dedi.
Deli Hurşit iki yıl önce büyük şehirlerde birinde parmağına çok iri bir altın yüzük almıştı. Gözünün birini yıldırdı. Parmağındaki yüzükle oynuyordu. Çirkin, yırtık ağzıyla gülümsemeye başladı.
Orada bulunan kişiler konuşmaları dinliyorlardı.
Deli Hurşit birden celallendi. Öfkesini kontrol edemedi. Saniyeler geçmemişti ki Hüsrev'e öyle bir yumruk indirdi ki Hüsrev sırt üzeri yere düştü. Deli Hurşit mermer masayı Hüsrev'in üzerine devirerek sırra kadem bastı.
Hüsrev'in gözüne ilk takılan döner bıçağı oldu. Koştu aldı bıçağı. Ancak Deli Hurşit'i bulmak ne mümkün?
Hüsrev'in fiyakası bozularak orta oğlanına döndü. Köyde sarkıntılık yaptığı ve yıktığı ocaklar aklına geldi. Boyuna ve kilosuna baktı. Boyun ve kilonun bir şeye yaramadığını anladı.
Ancak Hüsrev fıkır fıkır kaynıyordu. O yediği marizi çabuk unuttu. Yetiştirdiği o kadar zirzop oğlanlarının bir tanesinin bile faydası olmadı.
Hayat böyle acımasız işte!
Dağların yer değiştireceğine inanın da, insanların huy değiştireceğine inanmayın.
Huyunu bir türlü değiştirmeyen Hüsrev ne aldığı avratların, ne de zirzop çocuklarının vefasını görebildi.Çünkü yaptığı karanlık işler hep ayağına dolaştı.