PETLAS'IN ORTAYA ÇIKARDIĞI “ŞANLI KALPAZANLIK” HİKÂYESİ. .

PETLAS'IN ORTAYA ÇIKARDIĞI

“ŞANLI KALPAZANLIK” HİKÂYESİ...

 ÇANAKKALE SAVAŞLARI'NI BÖYLE KAZANDIK

 Galatasaray Sultanîsi'nde öğrenci iken 19 yaşında askere gönüllü yazılan teğmen Mehmed Muzaffer birliğinin ihtiyacı lâstikleri karaborsadan alabilmek  için para bulamayınca bir gecede sahte banknot yapıp lâstikleri satın aldı  

 Sanayi devleri arasında yer alan, Kırşehirimizin övünç kaynağı, üçbin kişinin ekmek kapısı Petlas Lâstik Fabrikası'nın bir zamanlar televizyon reklâmlarında izlediğimiz teğmen Mehmed Muzaffer'in kalpazanlık hikâyesini tam olarak bildiğinizi sanmıyorum. Ben de bilmiyordum. Tâ ki Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin 27 Temmuz günlü Türkiye gazetesinde “Dünden Bugüne” köşesindeki yazısını okuyuncaya kadar...

Çanakkale Savaşı'nın şimdiye kadar meçhul kalmış bu kahramanımızın bilinmeyen hikâyesini ortaya çıkaran Petlas'la Kırşehirliler olarak ne kadar öğünsek azdır. Petlas'tan da bu beklenirdi zaten... Çünkü 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nda dost (!) Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'ye ambargo uygulayarak uçaklarımıza lâstik vermemesi üzerine hava kuvvetlerimize uçak lâstikleri üretmek için kurulan Petlas A. Ş.'nin böyle bir olayı sahiplenip ortaya çıkarmasının arkasında Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı sermayesi vardır. Hava Kuvvetlerimizin mayasında da analarımızın ak sütü kadar temiz ve helâl bağışlarımız bulunmaktadır. Şu ilâhî tecellîye bakınız ki ordumuzun lâstik ihtiyacını bir gecede yaptığı sahte banknotla Yahudi tüccardan karaborsa fiyatına satın alarak karşılayan ve sonuçta savaşın kazanılmasında rol oynayan teğmen Mehmed Niyazi'yi yıllar sonra Kırşehir'de lâstik üretmeye başlayan Petlas'ın sahibi Abdülkadir Özcan A. Ş. Türk insanına hatırlatmıştır. Başka bir deyişle dün Mehmet Niyazi'yi efsaneleştiren bir gecede sahte para kullanarak aldığı lâstikti, bugün de onu yaşatarak gözümüzde daha da büyüyen, Kıbrıs çıkarmasında uçaklarımıza Amerika'nın vermediği lâstikleri üreten Petlas'tır. Sadece para kazanmayı düşünen, ülkenin insanlarını ve dertlerini umursamayan, çıkarları uğruna sırtını devlete dayayıp her türlü dolabı çeviren ve hattâ yatırım adı altında doğal zenginliklerimizi tahrip etmekten bile çekinmeyen şirket perdesi arkasına gizlenmiş sözde iş adamlarına ne güzel örnektir Abdülkadir Özcan A. Ş.'nin mütevazı ve gösterişi sevmeyen sahipleri... On yılı aşkın zamandır Kırşehir dışında yaşadığımdan kendileriyle tanışma fırsatını bulamadım. Kurulması yolunda ilk adımın atılmasından itibaren Sakıp Sabancı'nın “Devlet lâstik sanayiine girmesin. Bizim kuracağımız lâstik  fabrikasına rakîp olmasın” diyerek engellemek istemesine ve hattâ büyük patronların adamı dönemin başbakanı Tansu Çiller'in kapatma kararı almasına rağmen Petlas'ı yaşatma uğruna verdiğimiz mücadeleler de Mehmet Niyazi'nin yarattığı efsane kadar önemlidir. Petlas için yaptığımız mücadelelerin hikâyesini yazmaya kalksak birkaç kitap olur. Son zamanlarda Petlas'ın sahiplerinin Kırşehir'de gerekli ortamı bulamadıkları için Çankırı'da Japonlar ile ortaklaşa kuracakları yeni lâstik fabrikasında Kırşehir'in de payı vardır.

Sözü fazla uzatmadan konumuza dönelim ve teğmen Mehmed Niyazi'nin “şanlı kalpazanlık” hikâyesini dinleyelim:

 "BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR!"

Osmanlı Devleti’nin son senelerinde uğradığı bâdireler ve içine düştüğü harb ateşi elbette halkı da kavurmuştur. Askerlikten muaf veya tecilli olan niceleri, bu arada fakülte ve lise talebeleri askere alınmıştır. Hattâ Cihan Harbi yıllarında nice mektepler mezun vermemiştir. Çünkü hiçbiri cepheden geri dönmemiştir.     

Bunlardan birinin, Galatasaray Sultanîsi talebesi Mehmed Muzaffer Bey’in hikâyesi bambaşka bir maceradır. 19 yaşında askere gönüllü yazılan Mehmed Muzaffer üç aylık bir talimden sonra Mart 1916’da Çanakkale cephesine gönderildi. Düşman birkaç ay evvel artık mıntıkayı terk etmiş, buradaki birliklerin çoğu başka cephelere sevk edilmişti. Mehmed Muzaffer alay kumandanlığında vazifelendirildi.  

Kamyon ve otomobil lâstiği birliklerin en mühim ihtiyaçlarındandı. Mehmed Muzaffer’in birliğindeki iki kamyon ve iki otomobil için lâstik lâzım oldu. Bunun için Mehmed Muzaffer vazifelendirilerek İstanbul’a gönderildi. Lâstikler karaborsaya düşmüştü. Mehmed Muzaffer uzun aramalardan sonra ihtiyaç duyulan lâstikleri Karaköy’deki bir Yahudi’nin dükkânında buldu. Fiyatı çok yüksekti. Pazarlık yaptı, söz kesildi. Tahsisatı almak üzere bugün Bayezid’de İstanbul Üniversitesi’nin yerinde bulunan Harbiye Nezâreti’ne gitti. Levâzım işlerine bakan yarbay askerin üzerine kaput, ayağına postal alınamayan bir zamanda bu parayı veremeyeceğini söyledi.                                                                                              

 Sahte parayı Şehzâde Abdülhalim Efendi satın alıp müzeye teslim etti

Mehmed Muzaffer bir plân düşündü. Tüccara kâime (kâğıt para) verileceğini, bunun da akşam tahsil edileceğini, malları koyacak yeri olmadığı için sabah ezanında gelip alacağını ve vapura yetiştireceğini söyledi. Hükûmet harb sırasında üzerinde “Karşılığı harbden sonra altın olarak ödenecektir” yazılı kâğıt paraların kabulünü tüccara mecbur etmişti. 

Mehmed Muzaffer ertesi gün sabah erken merkez kumandanlığından aldığı araba ile tüccarın dükkânına dayandı; loş ışık altında malları teslim aldı; bedelini ödedi; az tutan para üstünü de aldı. Dört nala Sirkeci’ye vardı. Mallar acele gemiye aktarıldı. Gemi denize açıldı. İş tamamlanmıştı.  

 Üç gün sonra tüccar 100’lük banknotu bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gittiğinde ortalık karıştı. Para sahte idi. O zaman piyasada tedavülde bulunan en yüksek para 50’lik idi. Mehmed Muzaffer banknot basımında kullanılan kâğıdın aynısını kırtasiyecilerde bulmuş, bütün gece boyu çini mürekkebi ve boya ile sahtesini yapmıştı. Paranın üzerindeki “Bedeli Derseadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” ibaresini de “Bedeli Çanakkale’de tesviye olunacaktır” şeklinde değiştirmişti. 

Tüccar işi büyütmedi. Ancak hâdiseyi işiten Şehzâde Abdülhalim Efendi bu sahte parayı altın olarak karşılığını verip satın aldı. İçi kadife, dışı sedef kakmalı bir mücevher kutusuna koyup İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne teslim etti. Mehmed Muzaffer’in hikâyesi sınıf arkadaşı gazeteci Naci Sadullah tarafından Parmak İzi mecmuasında neşredildi. Paranın peşine düşen Galatasaraylı tarihçi Ziyad Ebuzziya parayı kutusu kaybolmuş ve kendisi de perişan bir halde buldu. O para şimdi Polis Lâboratuvarı Daire Başkanlığı Grafoloji ve Sahtecilik Şubesi’ndeki bir dosyadadır.

Mehmed Muzaffer daha sonra Sina cephesine gönderildi. Nisan 1917'deki 1. Gazze muharebelerinde yaralandı. Mülâzımlığa (üsteğmenliğe) terfi etti. İyileştikten sonra tekrar birliğine döndü. 6 Aralık 1917’de Gazze’ye giren İngilizler’le yapılan sokak müsademelerinde şehid düştü.              

19 yaşında, sanat erbabı olmayan, grafikerlikten anlamayan bir gencin fotokopi, kompüter, yazıcı bulunmayan ve fotoğrafın yaygın olmadığı bir devirde bir gecede böyle bir ‘eser’ meydana getirmesi şaşılacak bir şeydir. Demek ki Osmanlı liselerinde okuyan çocuklar yüksek bir şuur yanında belli meziyetler de kazanmaktadır. Cihan Harbi işte bu tahsilli nesli tırpan gibi biçmiştir.

 Saltanat kaldırılmasaydı Mustafa Kemal Abdülhalim Efendi'yi halife seçtirecekti                                                                                                                        

 Abdülhalim Efendi Sultan Abdülmecid’in tahta çıkmayan çocuklarından Selim Süleyman Efendi’nin oğludur. İttihatçılar’ın şehzâdeleri Alman usulü tahsil ve terbiye etme politikası çerçevesinde Almanya’da tahsil yaptı. Prusya Kraliyet hassa alayında yüzbaşı rütbesiyle staj gördü. Gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı; yaralandı. Cihan Harbi’ne miralay (albay) rütbesi ile katıldı. Yunan Harbi sırasında birçok arkadaşının Anadolu’ya geçmesine yardımcı oldu

Harbiye Nâzırı ve devletin bir numaralı adamı Enver Paşa’nın kayınbiraderi olduğu için popüler bir şehzâde idi. 1920’de adına tertiplenen futbol kupasını Fenerbahçe kazanmıştı. Motosiklete merakı vardı ki o devirde bu dikkat çekici bir şeydir. Yılmaz Öztuna “Saltanat devam etseydi Mustafa Kemal’in taht için tercih edeceği birkaç şehzâdeden biri idi” diyor. Ankara hareketini desteklemenin mükâfatını ne yazık ki sürgün edilerek görmüş oldu!                                                                                                                                               Abdülhalim Efendi 1924’te 30 yaşında iken hânedan ile beraber çıktığı gurbet hayatına iki sene dayanabildi. 1926’da Paris’te siroz hastalığından vefat etti. Sürgünde vefat eden ilk şehzâdedir. Kendisinden 10 gün evvel vefat eden Sultan Vahîdeddin’in cenâzesi ile beraber Cenova’dan vapurla Beyrut’a nakledilmiş, Şam’da Süleymaniye Câmii hazîresinde defnolunmuştur. Hemen herkes tarafından sevilip sayılan bir zât idi. 

Şehzâde’nin beraberce sürgüne çıkan kızı Fatma Sâmire Sultan (1920-2000) Mısır’ın Rio sefiri Dr. Hüseyin Şevki ile evlendi. New York’ta kızının yanında vefat etti. Abdülhalim Efendi’nin Paris’te dünyaya gelen oğlu Cengiz Efendi (1925-1950) ise bir boks müsabakasında aldığı darbeden dolayı beyin kanaması geçirerek vefat etti. 

Tarihe geçen şanlı bir kalpazanlık hikâyesinin baş aktörü Mehmed Muzaffer ‘biçilen gök ekin’ gibi hayata veda ederken maceranın görünmeyen aktörü Şehzâde Abdülhalim Efendi gurbet acısına mahkûm edilmiştir. Mehmed Muzaffer’in macerası son zamanlarda tekrar hatıra geldi; filmlere mevzu oldu. Ama parayı satın alıp bugüne intikalini temin eden Şehzâde Abdülhalim Efendi’yi bugün hatırlayan kalmamıştır.    

ARIBURNU'NDAKİ ANITINI HER YIL BİNLERCE KİŞİNİN  ZİYARET ETTİĞİ ÇANAKKALE SAVAŞLARI KAHRAMANI:

KIRŞEHİRLİ MEHMET ÇAVUŞ

Çanakkale'de yaşanmış “şanlı kalpazanlık” hikâyesini aktarmışken yine Çanakkale Savaşı kahramanlarından olan, Arıburnu Cesarettepe'deki anıtını her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği Kırşehirli Mehmet Çavuş'un hikâyesini de anlatmadan geçemezdim.

Bundan dokuz yıl önce 2006'da hemşehrimiz Mehmet Canpolat'ın Zonguldak'a bağlı Karadeniz Ereğlisi'nde gümrük muhafaza müdürü olarak görev yaparken bana gönderdiği hikâyeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum:

Çanakkale Savaşları sırasında Cesarettepe'de düşmana karşı gösterdiği kahramanlıklarla dikkati çeken ve gerçek kimliği son yıllara kadar belirlenemeyen Mehmet Çavuş'un kimliğini Çanakkaleli bir tarih araştırmacısı ortaya çıkardı. Bu konuda açıklamalarda bulunan Çanakkaleli yerel tarih araştırıcısı Cemalettin Yıldız yaptığı araştırmalar sonunda Çanakkale'de yatan meçhul kahramanlarından birini daha gün yüzüne çıkarmaktan mutlu olduğunu belirterek “Arıburnu'nda Cesarettepe'de bulunan Mehmet Çavuş Anıtı'nı her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor. Ancak kahramanımız Mehmet Çavuş'un kimliğiyle ilgili çok şey söyleniyordu. Şimdiye kadar birçok yazar Çanakkale'de şehit düşen yedi Mehmet Çavuş olduğundan söz etmişlerdir. Ben de Mehmet Çavuş'un kimliğini tesbit etmek için Mustafa Kemal'in kurmay başkanı İzzet Çalışlar'ın 'Çanakkale Savaşları Günlüğü'nden izini sürdüm. Yaptığım araştırmalar sonunda Mehmet Çavuş'un (Mehmet Canpolat) İstiklâl Harbi'nde 64'üncü Alay'la Doğu Cephesi savaşlarına katıldığı ve Kırşehir'in Çiçekdağı ilçesine bağlı Safalı köyü nüfusuna kayıtlı bir kahramanımız olduğu gün yüzüne çıktı” dedi.  

Anzaklar ile çarpışırken ağır yaralanan Mehmet Çavuş'a Sultan Reşat mülâzım rütbesi verip Kırşehir'e gönderdi 

 Araştırmalarına göre Mehmet Çavuş'un Cesarettepe'de Anzaklar ile yapılan bir çatışmada ağır yaralandığını belirten araştırmacı Cemalettin Yıldız şöyle konuştu:    

“Mehmet Çavuş zamanın padişahı Mehmet Reşat tarafından mülâzım rütbesi verilerek ödüllendirilir. Bunun ardından hava değişimi için memleketine gönderilir. Ankara'da 'İkdam' gazetesi muhabiriyle görüşme yaparken kendisine Çanakkale'deki kahramanlıkları sorulur. Ama o 'Ben herkesin yaptığını yaptım' karşılığını verir ve hatırından çıkmayan bir olayı anlatmadan da edemez: 'Çok sıcak bir yaz günü Cesarettepe'deyiz. Sağımızda deniz, düşman gemilerinin bombardımanı var. Sol tarafımızdaki Korku Deresi'nden yapılan makinalı tüfek atışları karşısında zor durumdayız. Susuzluktan âdeta kırılıyoruz. Bir ara Korku Deresi'nin çamurlarını eşeleyip susuzluğumuzu gidermek istedik. Fakat bunu gören düşman burayı ateş yağmuruna tuttu. Allah'ın hikmetine bakın ki atılan bombalardan biri eşelemekte olduğumuz çamura saplandı ve oradan gürül gürül su fışkırmaya başladı. Çıkan suyu kana kana içerek susuzluğumuzu giderdik. Kendimize güç gelmişti. Allah'ın bizimle olduğuna bir kere daha inandık.' 

“Çanakkale Savaşları'nda Türk askerinin hangi şartlar altında savaştıklarını bu olay açıkça gösteriyor. 91 yıl sonra Mehmet Çavuş'un gerçek kimliğini ortaya çıkarmaktan dolayı çok mutluyum. Bunu yeni yazdığım kitabıma da koydum.”

Teğmen Mehmed Muzaffer ve Kırşehirli Mehmet Çavuş, kabirlerinizde müsterih uyuyun. Bu millet sizleri unutmayacaktır. Emanet bıraktığınız vatanı korumak için milyonlarca Mehmetçik hazırda bekliyor. Aziz ruhlarınız önünde milletçe bir kere daha tâzimle eğiliyoruz.