Bugün güzel ilçemiz Mucur'umuzun pazarı… 1960 ve daha önceki yıllar da Cumartesi günleri pazar kurulurdu. Küçük yaşlardaydık.

Bugün güzel ilçemiz Mucur'umuzun pazarı…
1960 ve daha önceki yıllar da Cumartesi günleri pazar kurulurdu. Küçük yaşlardaydık. Büyüklerimiz bizleri eşeklere bindikten sonra terkilerine (arkalarına) bindirir, pazara getirirdi. Genellikle harman yerden kalkıktan sonra getirilirdik. Pazar yerine kurulan çamaşır satıcılarının bulunduğu yerlere varır orada üzerimize uyacak ve uydurulacak ucuz fiyatta elbiseler alırlardı. Bir de fırından sıcak bir somun, içerisine birazcık helva veya çarşıdan parmak üzümü alırlarsa nasıl da yerdik onları.
Ayrıca panayır kurulurdu. Orada oyunbazlar, hokkabazlar, çeşitli çalgıcılar getirilirdi. Oyunlara doyulmazdı. O oyunları gören büyüklerimiz köy odalarında uzayıp giden ve bir türlü sonuçlanmayan yılan hikâyesi anlatırlardı.
Hemen parkın olduğu yerde buz gibi bir su içmek kadar, içerisine sarı boya katıp gazoz satan gözü açıklar vardı ki buz gibi gazooooz diye bağırlar ve gazoz kapakları açan kişiler...
Hele köy de bağrı yanıkların "25 kuruş verip Geycekli Aşık Hasan ve Karaovalı Aşık Behçet'in matbaalarda çeşitli zorluklarla bastırdıkları DESTAN yok mu ya?
Doğrudan içerisinde geçmiş yılların sevdası kalmış, yürekleri yanmış insanların kalbine işlerdi. Okur-yazar oranı az olduğu için ilçemizden götürdüğümüz o destanları bize okuturlardı. Yaşlı kadınların içini çekerek ağlayışları, yaşlı adamların 3.sınıf tütünden tütün sarıp içişleri hiç gözümün önünde gitmez.
O destanlar okundukça elden ele dolaşır herkes haberdar olur birbirlerine yorum yaparlardı. Karacoğlan, Aslı ile Kerem,Leyla ile Mecnunu Arzu ile Kanber'in hikayelerini alır getirir köylerde okuduğumuz zaman birer yumurta veya yünden örülmüş birer çift çorap mükafatımız olurdu.
Pazar günleri kurulan panayır da çadırların içerisin de Deniz kızını seyretmek ayrıca bir zevkti. Gözümüzle gördüğümüz kızı çadır içerisinde denizden yakaladık diye söyleyip insanları kandırmaları, parsayı topladıktan sonra akşam ortadan tüymeleri görülmeye değerdi.
Cuma günü köyden gelerek malzemeleri satmak için pazar yerinde sabahleyin o insanlarımızın dramı hiç gözümün önünden gitmez. Durumu iyi olanlar küçük lokantalarda 1 lira vererek bir porsiyon haşlama et yemişlerse herkesin gözü belerir günlerce köy odalarında onu anlatırlardı.
O zamanlar şimdi ki gibi araç yoktu. Köyün birinden kiraladıkları bir küçük kamyon sabah erkenden gelir, erkek, kadın ve çocuklar malzemeleri ile birlikte o arabaya binerlerdi.
Bir kaç kile buğday satarlar, temel ihtiyaçlarını alırlardı.
Şimdi araçlar var, her şey bol. Günü birlik sabahtan pazara giderek, ellerinde mallar satılıyor ihtiyaçlar alındıktan sonra geri dönülüyor. Her şey tertemiz. Düzenli. Ne ararsan var. Şimdi vatandaşta para da var. O zamanlarda insanlar birbirlerin de ödünç alarak pazara giderlerdi.
Yine de çok özlüyorum o günleri. Çünkü çocuktum, genç oldum. O günleri yaşadım. Şimdi herkesin durumu iyi muhtaçlığımız yok ama hani şu yaşlılık var ya! Kapımıza geldi dayandı. Bir de bazı hastalıklar…
Çürümeye yüz tutmuş araçlara döndük. Allah akıbetimizi hayır eylesin. Herkese mutluluklar ve esenlikler diliyorum sevgili arkadaşlarım.
AYÇİÇEĞİ...
Heybesine koyduğu su dolu boçça ile ortadan kayboldu. Herkes onu arıyordu. Çocukları, köylülerini ahizer etmesi sebebiyle komşu köylerden bir yerde tarla aldı. Oraya bolca devramel ekecek, yıllık geçimini o şekilde temin edecekti.
Evinde bulunan bir çift öküzünü getirmesi için oğluna haber gönderdi. Çok konuşup, alaşalık yapan eşi, eşeğin üzerine melefesiz, lime lime olmuş bir yorgan koyarak öküzleri oğlunun önüne kattı.
Çevresinde hiç sevilmeyen başangı çocuk, her gittiği yere bela getirirdi. Arkadaşları arasında münasebetsiz sözler söyleyerek, insanları birbirine düşürürdü. Çoğu zaman babasını ve annesini dinlemez, kendi bildiğine kimseye danışmadan iş görmeye kalkardı. Yaptığı işlerin çoğunda da başarısız olurdu.
Adamın eşi iki gün önce hışırlayıp ölen koyunun etinden iki parça söğürme koyarak, tarlada çalışırken yemelerini istedi. Oğlunun geriye dönmesi zaman alacağından bakır cıngıl kapla yoğurt koyarak, yiyeceklerinin yanında katık etmelerini söyledi.
Eşek ve öküzlerle tarladaki babasının yanına varan genç, henüz daha eşekten inmemişti ki, eşeğin kötü huyu tutarak, aksiliği depreşti. İnatlaştı. Bir adım dahi atmak istemiyordu. Elinde bulunan iğde ağacından kesilmiş değnekle kulaklarına ve sırtına birkaç tane çırpıştırdı. Yine de eşek, inat edip gitmek istemiyordu. Sıkıntısı neydi acaba?
Adam, heybeyi ve içerisindekileri tek tek oraya indirdi. Yemek saati geçmişti. İyice acıkan baba ile oğul, hemen orada topladıkları çalı çırpı ile bir alamaç yaparak etraftan temin ettikleri paslı tenekelerin üzerine söğürmeleri koydular. Yanan ateşin üzerindeki söğürmeler enfes kokuyordu. Adam, etlerin kokusunu aldıkça kendi kendine “tavatır” diyordu. Arazide de et çok iyi yenirdi. Oğlan, bir taraftan yakacağın yetmeyeceğini düşünerek, hâlâ etrafta çalı çırpı topluyordu. Et iyi pişsin istiyordu.
İnadı depreşerek, kirten eşek, hâlâ orada bekliyor, sineklenerek kendi kendine kuyruk sallıyordu.
Eşek komşu tarlaya ekilmiş bulunan bostanları görmüş o yüzden damarı tutarak bir adım ileriye gitmemişti. Ara sıra gözünün altından bakarak fırsat kolluyordu. Adamlar yemeğe başladığında o da hayal ettiği bostan tarlasına dalarak, ham kelek ve mısırları kıtır kıtır zevkine göre yiyecekti.
Öküzler sürülecek tarlanın içerisinde bulunan düğmecik ve diğer otlardan nasiplerini almışlar, tırman kenarında yatarak geviş getiriyorlardı. Oldukça uslu olan hayvanlar, komşu tarlaya hiçbir zarar vermiyordu. Tenekenin üzerinde pişirilen etler kıvama gelmiş, çektikçe pelte gibi sünüyordu. Boğazını oldukça seven oğlan, bostan tarlasının içerisinde bulunan daha yeni gövermiş sarımsaklardan biraz kopararak etin içerisine doğradı. Maksadı etin lezzetini artırmaktı.
Adam ve oğlan her nedense yapacakları işi unutmuşlar, boğazlarının derdine düşmüşlerdi. Bostanın içerisinde bulunan firekler kızarmış, hiç gübre atılmadığından ağza alındığı zaman tam domates tadı veriyordu.
Yağlığının içerisine biraz firek toplayan oğlan, yakılan alamacın yanına geldi. Babası cıngıldaki yoğurdu çıkartıyordu. Oğlan eline aldığı bir kösengi ile sac yerine kullanılan tenekelerin altındaki ateşi karıştırdı. İkiye böldüğü firekleri ateşin üzerine attı domateslerde kızarmalıydı. Domatesler kızarıyor, sac üzerinde bulunan etlerde dinlensin diye bekletiliyordu.
Oğlanın aldığı sarımsak ve domatesler sahibine çok zarar sayılmazdı. Ancak gövermiş bostanın içerisine dalan boz eşek, ne kadar kelek, karpuz, mısır varsa hepsini havuş ederek ortalığı darmadağın etmişti.
Adam ve oğlu sadece pişirdikleri eti yemeyi düşünüyorlar, komşulara verilen zarardan haberdar olmuyorlardı. Başıboş eşek ara sırada çifte atarak, bostanın içerisinde bulunan devramelleri kırıyordu.
Cıngıldaki yoğurtla iyice çalkama yapan adam, içerisine sarımsakları doğramış, çıkındaki ekmekleri çıkarmaya çalışıyordu. Oğlanda nal gibi kızaran etleri tenekenin üzerinden indirmiş bıçakla küçük küçük dilimlere ayırıyordu.
Yaptıkları enfes yemeği birlikte yiyecekler, sonra da yatan öküzleri kaldırarak devramel ekecekleri yeri süreceklerdi.
Etleri yemeye henüz başlamışlardı ki, köye çıkan ve birazda kağnıların geçmesi ile tozlanmış olan yoldan bir atlı seğirterek geliyordu. Bir taraftan da avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağza alınmayacak sözler konuşuyordu.
Atının kuyruğunu bağlayıp kısa zamanda yemek yiyen adamların yanına ulaşan adam, hiçbir söz söylemeden birden bire yemek yiyen adama çullandı. Üzerine abanarak ezmeye çalışıyordu. Göz kızgınlığı ile davranışlarını kontrol edemeyecek şekilde aşırı öfkelenen adam, gözlerini belerterek oğlanın oradan uzaklaşmasını istedi. Öfkesinden gözlerinin akyuvarları gözüküyordu.
Oğlan öküzlerin yanına doğru kaçtı. Atından inen adam, doyup, usanıp istemez hale gelinceye kadar, et yiyecek adamı hırpaladı. Adam büyük bir gazaba uğramıştı.
Suçlu adam sesini çıkaramazdı. Çehre züğürdü gibi çirkin ve suratsız olan atlı adam, adamın çanına iyice ot tıkamıştı. Aniden sert bir şekilde gurbete yere vurduğu adam, yerleri cırmalıyor, kalkmaya çalışıyordu.
Orada bir karışıklık yaratıp ortalığı gürültüyü boğan adamın ne konuştuğu anlaşılmıyordu. Gelen adam basık dil, peltek konuşuyordu. Adamdan öfkesini almıştı. Öküzlerin yanına kaçan oğlana doğru baktı. İyi şeyler düşünmüyordu. Acaba ne yapacaktı?
Bostan sahibi adam, öküzlerin yanında bulunan oğlanı yakaladı. Oğlan adamın ayağına kapanarak aman diledi. Öfkesini yenemeyen adam hiçbir şekilde ikna olmuyordu. Adam iyice azıtmış, sınırı aşmıştı. Oğlanın üzerine abanan adam, burnunu topraklara sürerek kollarını geriye kanırdı. Çocuğu bağırmaya zorluyordu. Kendi köylerinde burnundan kıl aldırmayan oğlan yerlere kapanmış, bilmezlikten yanlış yaptığını söyleyerek adamdan merhamet dileniyordu. Babası dayaktan nasibini almış kalkamayacak duruma gelmişti. Kendisine karşı koymayan baba ve oğla karşı kabadayı tavrı takınarak bıyık buran adam, tarlasını adamların başına zindan etti.
Oğlan bilmezlikten yanlış iş yaptığını ve cahillik ettiğini söyleyerek aman diledi ise de atlı adamı durdurmak ne mümkün...
Neye uğradığını bilmeyecek kadar kötü duruma düşen baba ve oğul, birbirlerinin yüzüne baktığı zaman utançlarından gözlerini kaçırıyorlardı. Her ikisinin de defteri dürüldü. Dut yemiş bülbüle döndüler.
Atlı adamın öfkesi hiçbir şekilde geçmek bilmiyordu. Öküzler bu velvelenin arasında kalmışlar, ürkerek sürecekleri tarlanın ortasına doğru gidiyorlardı.
Eşek hâlâ gövermiş bostanların içerisinde hartadak kelekleri ısırıyor, burnunu yukarı kaldırarak doyduğunu ifade ediyordu.
Bütün utanma ve sıkılmayı unutan adam, oğlu ve babasını öldüresiye hırpalamış, sıra hayvanlara gelmişti. Öfkeden solurken, dudaklarından ses çıkaran adam, acımasız ve merhametsiz bir şekilde eline aldığı kalın iğde değneği olanca gücü ile eşeğin sırtına indirdi. Neye uğradığını şaşıran hayvan, havalara sıçrayarak bastığı yuları kırıp yere yuvarlandı. Adam neresi gelirse hayvanın orasına vuruyordu. Adam, söz dinlemez hale gelmiş, karşı koyacak kimse olmadığından iyice azgınlaşmıştı. Keyfine göre eşeğe sopa atan adam, hayvanın cıllığını çıkarmış, onu hiçbir zaman iş göremez hale getirmişti.
Diğer tarlalarda işlerini gören adamlar, bu kavgayı ayırt etmeyerek her nedense bıyığa gülüyorlardı. Adam, eşeği dövmekten iyice terlemişti. Sanki büyük bir iş yapmıştı. Hayvanı bu kadar dövmesine rağmen hâlâ ağır ve fena sözler söyleyerek, ağız dağıtıyordu. Avurtlarını şişirerek ağzı alınmayacak sözler söylüyor, daha da öfkesini alamıyordu. Adam eşeğe dersini vermişti.
Şimdi sıra kimde idi?
Bu çirkef adam, tarlanın ortasına yönelen zavallı, suçsuz, tarlasına hiç zarar vermeyen öküzlere yöneldi. Öfke ile yarı anlaşılmaz sözler sarf ederek homurdanıyordu. Kızgınlığı iyice arttı. Köpürdü. İyice kudurdu. Ilgara hayvanlara doğru koştu. Duyumlarını iyice yitirinceye, bir daha iş göremez hale gelinceye kadar hayvanları çırpıştırdı. Hayvanlar bel bel bakıyorlardı. Hatta orada bulunan boyunduruğu dövmeye başladı. Zelveleri üzerinde kırdı. Bu hayvanların suçu neydi?
Adamla oğlu bir tarafta, öküzler bir tarafta, eşekte bir tarafta yediği dayaktan dolayı inim inim inliyorlardı. Sopa atma keyfi yeten adam, bostanın bulunduğu tarlanın ortasına oturarak tabakasını çıkardı. Yeşil tütünden bir tütün sardı. Bir sigara tatmin etmezdi. Hemen peşine diğer tütünü yaktı. Bu o adamın öfkesinin geçtiğine bir işaret miydi acaba?
Tütünü içtikten sonra tekrar kalktı. Adam ve oğlunun yanına doğru yöneldi. Et de nefis kokuyordu canım! Dayak yiyen adamların iniltisine aldırmadan söğürmeden biraz kopararak aldı. Adamlar ne güzel et pişirmişler diyerek, fikir yordu. Hele hele koyun yoğurdundan yapılmış olan çalkamanın yüzü tüm yağ bağlamıştı. Kocaman ayranı kafasına kaldırarak doyuncaya kadar içti. Orada üç kişinin yiyebileceği yemek vardı. Bunları tek başına yiyen adam, karnının şişmesi neticesinde sığışamıyordu. Ara sıra geğirerek midesinde fazla bulunan gazları çıkarmaya çalışıyordu.
Durup dururken, yine öfkelendi. Nedendir bilinmez, sac üzerindeki etlere bir tekme savurdu. Diğer helkede bulunan ayranı sağa sola savurarak tamamını yere döktü.
Tekrar adamların yanına yaklaştı. Adam, sürdüğü yerlere devramel çekirdeği getirmiş, topraklar tapanlandıktan sonra çekirdekleri ekecekti. Gözü torbaya bakıyordu. Aniden eline aldığı torbayı savurarak çekirdeklerin sağa sola dağılmasına neden oldu. Öfkelenen adam, heybenin içerisinde bulunan su içilen boççayı da kırmıştı.
Adam bostanına getirilen zarardan dolayı öç almıştı. Zehir zemberek söylediği sözlerle adamı ve oğlunu tarladan kovdu. Baba, oğul doludizgin tarladan son hızla gittiler.
İçe oynayarak böyle olayları başlarına getiren eşek, sanki suçlu değilmiş gibi yan taraftan dolanarak yanlarına yaklaştı. “Çüüüş” diyerek eşeği durduran adam, yedikleri dayağın ceremesini eşeğe ödetmek istiyordu. Eşek, biraz eşindikten sonra başına geleceklerin farkına varmadan yanına geldi. Elindeki eşeği kaçırmak istemeyen adam heybenin gözünü kafasına geçirdi. Adamda kuyruk acısı vardı. Birden paldır küldür eşeğe vurmaya başladı. Vurdukça da “trampa” ederim diyerek yemin ediyordu.
Cıs cıbıl kalarak evlerine dönen adamın bıraktığı et, hâlâ sacın üzerinde cızırdayarak etrafa enfes kokular saçıyordu. Bıçkınlık yaparak tarlasından adamları uzaklaştıran tarla sahibi, hazır tenekenin üzerinde yarı pişmiş etleri iyice pişirdi. Bostanından aldığı çeşitli yeşilliklerle etleri bir güzel yedi.
Baba ile oğul bilme ve düşünme yetilerini yitirmiş, köylerine gelmişlerdi. Adamı sevmeyenler ise zurna ile çalınan keriz havası dinliyorlardı.