"Çok dostum var benim, yeter ki işleri düşsün. ! "Eğer geçmişi çok seviyorsanız, yaşlanıyorsunuz demektir.

"Çok dostum var benim, yeter ki işleri düşsün.!
"Eğer geçmişi çok seviyorsanız, yaşlanıyorsunuz demektir."
"Kimin ne kadar işine yarıyorsanız, o kadar değerlisiniz. Fazla söze
gerek yok.
"Yorgunluk sadece bedende olmaz. En çok yürekte, hayallerde umutlarda olur."
"Tebessüm bir nimettir herkese. Hele birde ısmarlayan sevdiği ise.
"Huzurun varsa, bir parça kuru ekmek bile ,en güzel ziyafettir."
"Mutlu olmak için sebep mi arıyorsun.......... Bu güne daha sağlıklı uyandığını hatırla."
"Gözlerde ki acıyı göremeyen, yürekteki sevgiyi nasıl görsün."
“Bazı insanlar dua gibidir. Görünmez ama dokunur sana. Duyulmaz ama bırakmaz seni."
“Üzerimize giydiğimiz ucuz olsun mühim değil, yüreğiniz pahalı olsun yeter."
Ne güzel sözler değil mi?
Ah bu sözleri anlayabilsek, ah bu kelimeleri unutmasak güzel olmaz mı?
Ama insanlar vefasız, ekmeksiz olmuş ne yazık ki.
Kırşehir’de şöyle bir çevrenize bakın, ne insanlar göreceksiniz. Ne vefasız, ne duygusuz.
Ama benim şehrim Kırşehir böyle değildi eskiden?
Bu benim ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim Kırşehir’de sevgi ve sbaygı vardı. En önemlisi vefa vardı.
Şimdi kim görmüş ki bu vefayı…
Kim anlıyor ki sevgi ve saygıyı…
Yok, yok, Kırşehir ve burada yaşayan insanlar söyle olamaz.
Kırşehir kültür şehri…
Kırşehir hoşgörü ve kardeşlik şehri…
Kırşehir bağrından çıkan erenler ve evliyalar şehri…
Bozmayalım bu değerlerimizi…
Kişiliğimizi kaybetmeyelim, insanlığımızı araya vermeyelim.
Birbirimizin açığını aramadan, birbirimizin kuyusunu kazmadan, birlik ve beraberlik içinde yaşamak varken, nedir bu çekememezlik, nedir bu hasetlik?
Yapmayalım, bozulmayalım.
Bu güzel şehirde, bu güzel cennet vatanımızda mutlu bir şekilde yaşayalım.
Neyse değerli okurlarım, yine Kırşehir’de yaşanmış bir hikâyeyle devam edelim yazımıza…
NE DEMELİ ?
Yağarnıma yamalı bir haabe aldım. Bir gözünde yulaf, bir gözünde çavdar var.Kasabaya gidip satacak evimize yiyecek alacaktım. Saçlarımı aylardır kestiremiyordum.Çünkü köye berber iki ayda bir geliyordu. Berbere verecek paramız yoktu. Ceketimin her tarafı lime,lime,pantolonum da süvarilik dediğimiz yamalık vardı. O da bir kaç kat üst üste dikilmişti. Yakalı gömlek zaten yoktu.Anamın elden diktiği Amerikan bezinden bir göynek, kolları da çok uzundu.
Ayağımdaki ayakkabı yürüdükçe dil atıyordu. Herkes birer eşeğe binmiş,ben ise yaya gidiyordum.Öyle susadım ki yanmış ciğerlerin kebabı oldum.Çift oluklu bir çeşmeye vardım.Kana kana doya doya bir su içtim.Gözümün önü açıldı.
Yere bıraktığım haabeyi tekrar dalıma attım ve saatlerce yürüdüm.Kasabaya geldim.O da ne ?
Çok güzel giyinmiş hanım Efendiler, beyefendiler pazar yerinde sebze-meyve alıyorlar. Üzerime bakınca içimi çektim. Utandım.Neden benim de böyle bir elbisem yok diye için için göyündüm.
Zahire alan yere vardım. Yağarnımda ki haabeyi yere indirdim. Alıcılar gelip haabenin gözündeki yulaf ve çavdara bakıp burun şişirerek gidiyorlardı. Beğenmediler.Belki de üzerimde ki elbiseyi görünce aşağısıdlar. Saatler ileliyordu.Güneş tepemize çıktı zaten yalama olan duduklarım, kavrulmuş yanaklarım daha fazla acımaya başladı. Gelen gidiyordu. Yeise kapıldım. Her gelene haabedeki malzemeyi alması için yalvarıyordum. Eve malzeme almaktan vazgeçtim. Akşamdan yediğim yemekle duruyordum.
Bir ara sendeledim. Gözlerimin önü karardı. Düşecek gibi oldum.Olduğum yere oturdum.
Hemen karşımda zahire alan adam kocaman bir sini içerisinde lokantadan kebaplar, çorbalar, salatalar ve daha adını bilmediğim yiyecekler getirtmiş, kurmuş olduğu şemsiyenin altında kolunu çemreyerek tıkınarak yiyordu. Taaccüp ettim. Arkasından kovalayan mı vardı? Ara sıra da cebinden çıkardığı kirli yağlı ile anlından dökülen terleri siliyordu. Yemekten kolları yorulmuş, iştihasından hiç bir şey kaybolmamıştı. Gözlerimden akan yaşları su sandım.
Köylülerimizden bir tanesi pazardan gidiyordu. Görünce halimden anlamış olmalı ki 45 kuruş para verdi. Zahireni satınca ver diye de sıkı sıkı tembih etti.Zahireyi bırakarak Fırına koştum. Sanırım tek fırın vardı. Herkes sıraya dizilmiş, evlerine ekmek almak için çaba sarf ediyorlardı. Ben ise nasıl bir ekmek alırım düşüncesinde idim. Ön sırada ki birisine yalvardım. 4 yerine 5 ekmek alınca bir tanesini kaptığım gibi uzaklaştım. Eğer aldığımı bilseler cıllığımı çıkarırlardı.
Geri kalan kısmına da helva aldım bir duvarın üzerine oturdum. O sıcağın altında kocaman bir francala ekmek ve helvayı yedim. Orada bir sarışın hanım efendi geçiyordu. Önce dilenci sandı. Kim olduğu sordu. Bilmiyorum neden acıdı ? Kafasını sallayarak gitti.Ama çok sağlıklı gözükmüyordu.
Ekmeğimi yedikten sonra zahirenin başına vardım. Kimse kalmamıştı. Herkes malını satmış gitmiş, benim yulaf ve çavdarımı alan yoktu. Zahireci gür bir sesle:
Ulan ayağı yalın!
Dök şuraya da git.Bir de götürme parası verme dedi.Paramın yarısını verdi.Yarısını gelecek hafta al dedi. Gelecek hafta vereceği para tekrar kasabaya geleceğim parayı karşılamıyordu. Ancak çaresiz boyun kestim.Bulunduğu yerden uzaklaşacağım zaman da o sarışın hanım efendi ile bir beyefendi yanıma geldiler. Bir beyaz torba içerisinde bir şey verdiler ve uzaklaştılar.
Mevcut paramla alacaklarımı aldım. Habeyi sırtıma atarak yola koyuldum.Elimde verdikleri torba vardı.Sabırsızlanıyordum. Kasabanın hemen çıkışında izbe bir yerde torbanın ağzındaki ipi kestim sabırsızlıkla açtım.İçerisinde koyu lacivert renkte bir takım elbise,kahverengi bir iskarpin,iki adet te az giyilmiş gömlek vardı. Dönemedim. Geri elbiseyi ve ayakkabıyı veremedim.Kim olduklarını bile bilmiyordum. Söyleyemedim kimseye.Yıllarca o elbiseyi ve ayakkabıyı sakladım. Ancak düğün ve gezmeye gittiğimde giyiyordum.Alay konusu olmaktan korktum.Şimdi evlerimiz de belki 6-7 takım elbise, sayısız gömlekler,kaç çift ayakkabı var.Ama ağzımın tadı yok.Giymek içimden gelmiyor.O zaman hayat ne tatlı idi. O insanları bir daha görmedim.. Göremedim... İnsanları hiç kırıp,rencide ediyorlar mıydı ?
Şimdi göstere göstere ve tahrik ederek,onurlarını kırarak veriyorlar.Bir de çocukları görmüşse. Aa ! Bu babamın elbisesi diye. Bacağınıza sarılıyorlar.
Şimdi yardım edeceğimiz şeyleri insan onuruna yakışır şekilde yapalım. Göstere göstere, bağıra bağıra ifşa ederek değil.Veren elin alan elden üstün olduğunu düşünerek verelim.
-Sana bir takım elbise verdiydim biliyon mu ? Dedirttikten sonra o elbiseyi giymenin ne kıymeti kaldı ki ?
Hep hatırlarım kasabada ki o sarışın hanım Efendiyi ve beyini. Kimdi? Ne iş yapardı ? Kimlerle akraba idi ? Bir türlü bulamadım. Onlara Allah'tan rahmetler diliyorum. Şimdi giyeceğimiz çok, yiyeceğim çok ama. Gözlük camlarımız gazoz şişesinin arkasına döndü. Ağzımızdaki dişler döküldüğü için, ağzımız salata çanağına gibi.
Ha şu da var ! O zaman giydiğim o elbise yakışmıştı. Şimdi en güzel elbise yakışmıyor. Çünkü vücudumun anatomisi bozuldu. Kemiklerim eğrildi.
Ama yine de Allah bu günümüzü aratmasın. Kimselere muhtaç etmesin.Biz kimseye bir şeyler veremiyoruz.
Yarın ÖLÜ SOYHASI diye kimse almayacak. İşte ona yanıyorum.