Sabahın ilk ışıkları ile kalkardı Şadiye Teyze. İnekleri, çobanın önüne katar sonra da Karaşimşek’in önüne saman döker, tavukları yemler, ahırı temizlerdi.

Evin erkeği ekmek parası kazanmak için ırgatlığa giderken altı çocuğun anası Şadiye Teyze de tandırı harlar, konu komşuyu başına toplar yufka ekmek yapardı.

Beş dakika boş durmazdı. Otomatik makinaların olmadığı o dönemlerde sobada su kaynatır, çamaşır yıkar, evleri süpürür silerdi. Kerpiç evlerinin damı akar, sıvası sürekli dökülürdü. Yerlerde yağlı beton olmadığı için ot süpürge ile her süpürüşte direk direk toz yükselirdi. Şadiye Teyze oflayıp, puflamadan evini temizlerdi. Pencerenin önündeki salça tenekelerine dikilmiş olan camgüzellerinin pempe çiçekleri hiç solmazdı.

Şadiye Teyze, evin önündeki bahçeye sebze diker, onları sular, çapalardı. Çoluk çocuk uyuyunca gaz lambasının ışığında yırtık sökük diker, çorap yamar, patik, kazak örerdi. Yatsı namazını beklerken oturduğu çul minderin üzerinde yorgunluktan uyuya kalırdı.

* * *

Hayriye Abla, çocuklarını okula gönderir göndermez mahalledeki halı atölyesinin yolunu tutardı. Mahallenin kadınları ile birlikte akşama kadar halı dokurdu. Halı tezgâhının üzerindeki desene gözlerini diker çözgü iplerinin üzerine hızlı hızlı ilmek atardı. Düğüm at, ipi kes, düğüm at, ipi kes; siyah ipi bırak kırmızıyı al; düğüm at, kes, düğüm at, kes… Düğüm sırası tamamlanınca kirkit ile ilmekleri sıkıştır... Istar tarağı ile tara... Saatler süren bu emeğin sonucunda ancak üç, beş sıra yani beş, altı milimlik bir dokuma yapılırdı.

Yan tezgâhtan Emine’nin sesi yükselirdi:

“Değmen benim gamlı yaslı gönlüme. Değmen benim gamlı yaslı gönlüme. Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım… Ayrıldım… Ayrıldım…”

Emine, bulamadığı selvi boylusunu türkülerde ararken, ıstar başındaki kadınlar da Emine'nin söylediği türkülerle neşelenirdi.

Öğleden sonra parmaklarını hissetmez olurdu Hayriye Abla. Saatlerdir aynı pozisyonda oturmaktan ayakları uyuşur, beli tutulurdu.

Hayallerini ilmek ilmek dokurdu tüm kadınlar. Nakışlarda dil bulurdu umutlar. Kimi zaman bir kuş olur saraylara taşırdı, kimi zaman da beyaz atlı bir prens...

* * *

Cevriye bir tekstil fabrikasında haftanın altı günü çalışıyordu. Sabah servisi kaçırmamak için saat 7’de evden çıkar akşam 8’de ancak eve düşerdi.

Kırkına merdiven dayamış olmasına rağmen bekârdı. Yirmili yaşlarında gönlü bir karaoğlana düşmüştü düşmesine de gel gör ki metropol şehrin hayat şartları yüzünden evliliği ertelemişti. Sonra da çalışma hayatı onu içine almış ve evliliği unutturmuştu.

Dikiş makinasının başında akşama kadar pantolon dikiyordu Cevriye. Yemek paydosu ve çay molaları dışında mesai arkadaşları ile bile konuşma imkânı olmuyordu. Kısıtlı zaman diliminde bir araya geldiklerinde ise herkesin anlatacak pek çok derdi oluyordu.

Bir günlük Pazar tatilinde ise haftanın yorgunluğunu üzerinden atmak için neredeyse günün yarısını uyuyarak geçiriyordu. Kalan yarısında ise yine kendisi gibi mesai yapan annesine ev işlerinde yardım ediyor, babasıyla çay içip, sohbet ediyordu.

Cevriye’nin hayatına renk katan tek şey ise cep telefonuydu. Fırsat buldukça sosyal medyada geziyor, komik üç beş video izliyor, seyrettiklerine gülerek mutlu olmaya çalışıyordu. Ev ile iş arasında mekik dokurken yapabildiği tek aktivite buydu.

* * *

Fahriye Hanım, güler yüzü, samimi ve sevecen tavırları ile hastalarının gönlüne taht kurmuştu. Hastalarının önce yüzüne bakar, derdini dinler sonra muayeneye geçerdi. Hastalarına hızlı hızlı ilaç yazıp başından savmazdı. Öncelikle onlarla sohbet eder, moral verirdi.

Fahriye Hanım, Dahiliye doktoruydu ama onun bu candan tutumu sebebiyle hastalığı her ne olursa olsun pek çok insan onun kapısını çalmadan geçmezdi.

Uzman Doktor Fahriye Hanım, sabahları poliklinikte hasta muayene eder, öğleden sonra tahlil sonuçlarına bakar, akşam ameliyatlara girer, gece nöbetlere kalırdı. Neredeyse yedi gün yirmi dört saat hizmet verirdi. İzinli olduğu zamanlarda ise telefonu hiç susmaz, Acil’den çağırırlar ve acil hastalar için hastaneye gelirdi.

Onun için uyku lükstü. Oturduğu koltukta, boş bir hasta yatağında ya da bir sedyede yarım saatlik kestirmelerle günü geçerdi. Tüm bu yorucu hayat temposuna rağmen Fahriye Hanımın yüzünden gülücük eksik olmazdı.

* * *

Sevgili okurlarım, sizlere hayatın içinden birkaç kadın profili sundum. Zaman ve mekânlar değişti ama emekçi kadınlar hiç değişmedi. Onlar sadece emekleri ile değil gönülleri, yürekleri ile de çalıştılar. Yılmadan, usanmadan alın teri döktüler.

Kadınlar her zaman ve her şart altında emekçiydi bana göre. Ömürleri hep mücadele ile geçti, geçmeye de devam edecek. Cümlelerimi büyük usta Neşet Ertaş'ın sözü ile bitirmek istiyorum: "Kadınlar insandır biz insanoğlu..."

Tüm kadınların gününü kutluyorum.

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma