“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözüyle çok yerinde bir söz söyleyerek insanların nasıl bir kişiliğe sahipse o şekilde gözükmesini, nasıl gözüküyorlarsa ona yakışır olmasını açık ve net bir şekilde özetlemiş Mevlana. Oldum olalı gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden, iki yüzlü insanlardan, yalakalardan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan nefret ettiğim gibi gerçeğin her şeyin üstünde tutulmasını isterim.

“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözüyle çok yerinde bir söz söyleyerek insanların nasıl bir kişiliğe sahipse o şekilde gözükmesini, nasıl gözüküyorlarsa ona yakışır olmasını açık ve net bir şekilde özetlemiş Mevlana.
Oldum olalı gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden, iki yüzlü insanlardan, yalakalardan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan nefret ettiğim gibi gerçeğin her şeyin üstünde tutulmasını isterim.
Ben böyle istiyorum, gösterişi, gösteriş budalalarını, yalakaları, taklacıları sevmiyor, nefret ediyorum ama kaderin cilvesinden midir nedir bilemiyorum nereye gitsem yalakalar, ikiyüzlüler, aklı üçe beşe ermeyen, ömrü boyunca bir tane kitap okumamış, tarihten, kültürden habersiz, kıyafetle, süsle, boyayla, cilayla, kokuyla, arabayla kendini ne oldum delisi zanneden annesi soğan babası sarımsak insanlar her zaman çıkarlar karşıma. Hem de öylesine çıkarlar ki içtiğim çay, yanıma gelen misafirler, ettiğim ikramlar ve kapıya kadar uğurlamam dahi bu basit zihniyete sahip insanlar tarafından günü kurtarmak, puan kazanmak, şirin görünmek köşelerde yer tutmak için şikayet konusu edilmiştir. Omuzum soğuk olduğu için hiç iyisinin beni bulduğu olmamıştır.
Bu anlayış Kırşehir’de de diğer illerimizde de böyledir. Zaten Kırşehir’deki özel ve resmi kuruluşlara, Ankara caddesine, Terme caddesine, Kent Parka, Cacabey Meydanı’na ve alış veriş merkezlerine yolunuz düştüğü zaman şık, güzel ve çağdaş giyimli beyler ile hanımların ellerindeki kağıt mendilleri, yedikleri çekirdek kabuklarını, dondurma külahlarını, kasıla, kasıla içtikleri sigara izmaritlerini yerlere attıklarını, tükürenleri gördüğünüzde hak verirsiniz. Sonra da altı kaval, üstü şişhane olan gösteriş meraklısı muhteremlere teşekkür mü edersiniz, maşallah mı dersiniz, ne dersiniz bilemiyorum.
Gösterişe merak sarmış insanlara sorarsanız, sürekli modayı takip ettiklerini söylerler ama gerçeği iyicene analiz ettiğimizde kazın ayağının öyle olmadığını ve yapmaya çalıştıkları tek şeyin insanların dikkatini çekmek olduğunu görürsünüz.
Aslında bu insanlar da haklı diyebiliriz. Evden çıkacak kitapçıya gidecek, istediği kitabı alacak, ödeme yapacak, tekrar eve gelecek, aldığı kitaba zaman ayırarak, sayfalarını çevirerek okuyacak bir sürü zahmetli iş.
Niye uğraşsın ki bu kadar zahmetle?
Sonra kitap okuduğunu kimse görmez ama aldığı modalı markalı elbiseyi, ayakkabıyı, takıyı, tukuyu, son model arabayı herkes görür. Yani bir yemekhanenin, pastanenin, lokantanın sağlıklı, hijyenik olması, kaliteli yemek, pasta, börek, tatlı yapması için uğraşmak yerine daha basit ve herkesin göreceğini düşünerek giriş kapılarının önüne galoş koymak gibi.
Zaman, zaman insan neden olduğundan farklı ya da başka biriymiş gibi görünmek ister? Diyerek sorduğum olmuştur kendime.
Karşısındaki, kendini olduğundan daha iyi görsün, daha farklı düşünsün diye mi?
Peki ama bu düşünce, bu zihniyet neden?
Gerçekçilik varken böyle gösterişe, riyakarlığa ne gerek var?
Olduğun gibi, her halinle doğal, sade, mütevazi, zıtlıklarınla çelişkilerini kabul ederek yola devam etmek varken, nedendir kendinden başka biri olma isteği?
İnsanların olduğundan farklı görünme çabaları; hayatının ya da kendi içindeki sessiz çığlıkları mı?
Ya da kendine benzer birini bulayım derken aslında kendilerini bile bulamamış olmaları mı?
Tabii ki hepimiz daha güzele, daha iyiye ulaşmak için mücadele veriyoruz yaşamımızda. Daha başarılı, daha iyi daha güzel, daha zengin olmaya.
Ama bunu olmayanlarla değil; bize verilenlerle, sunulanlarla, elimizdekilerin paralelindeki yeteneğimizle, bizdeki var olanlarla yapmaya çalışsak ne kaybederiz.

Amacımız başka kimliklere bürünerek, akıntıya karşı yüzerek nehrin başlangıcına gitmek mi? Yoksa kendimizi akıntıya ‘olduğumuz gibi' bırakıp yüzerek gideceğimiz yere gitmek mi olmalıdır?
Buna iyi karar vermeliyiz diyerek, herkesi, her insanı Allah’a havale ederek kendi dünyamda, kendi hayatımda “Ne gösteriş yaparız görmemişler gibi, ne de övünürüz sonradan görmeler gibi. Biz sadece şükrederiz gerektiği gibi” prensibiyle yaşamayı tercih ettiğimi söylemek isterim.