Sevgili Çiğdem okuyucuları; ben bir gazeteci değilim, ben bir köşe yazarı da değilim. Çiğdem Gazetesinin bana ayırdığı köşede, hafta da bir nostaljik ve bazen de güncel konulara değiniyorum. Tabii bu yazdıklarım beğenilir beğenilmez, bu ayrı bir konudur. Konumuz bugün de ekonomi olsun istedim. Ha bu arada ekonomist de değilim. Günlük hayatımızda ekonomik konular herkesi ne kadar ilgilendiriyorsa beni de o kadar ilgilendiriyor ve o kadar ilgileniyorum. Ancak ne yazık ki, son yıllarda tüm toplumumuzun birinci güncel konusu ekonomi olmuş durumdadır.

Şunu herkes görmektedir ki; Türkiye son yıllarda bu konuda hayli sıkıntılar yaşamaktadır. Tarım ve de hayvancılığın can çekiştiğini uzmanlar her gün bağıra bağıra söylemektedirler. Üreticiler mallarını değerinde satamıyor ve her gün karpuzunu, patatesini yollara döktüklerini görüyoruz.

Ben bir memur emeklisiyim. Dikili soğan, sayılı sarımsak hesabı aybaşını bekleyerek ayakta kalmaya çalışıyoruz. Ama herkes ne durumda asıl konu odur. Şöyle milletin yüzünden neler okunuyor hele bir bakalım. Yaz aylarında meyvenin, sebzenin bol üretildiği bir bölgemizde yaşıyorum ve bu haftaki pazar alışverişi izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Devasa bir pazar yeri yapılmış, etrafı otopark ama paralı. Üstü kapalı pazarın içinde ne ararsan var. Ankara, İstanbul pazarlarında bile bulunmayan her şey burada var. Beni ve benim gibi tatilcileri ilgilendiren ise haftalık sebze ve meyve ihtiyaçlarımızı gidermektir. Bu arada kışla nöbeti bekler gibi zabıtalar kol kol geziyorlar. Ne iş yapıyorlar, toplum adına ne faydaları var görmüyoruz bilmiyoruz. Duyuyoruz ki, tezgâh kuranlardan tahsilat birinci görevleri imiş. Oysa fiyatlar tabir caiz ise(eskilerin deyimi ile) yangın yeri. Birkaç örnek vermem gerekirse: Limonun üçü yüz lira. Şeftali yüz elli lira. Üzüm yüz elli lira. Peynir dört yüz lira. Kavunun kilosu elli, karpuzun kilosu yirmi lira, incir bölgesinde, incirin kilosu iki yüz liradır. Arayan soran yok, işler tutturabildiğine gidiyor. Şimdi bana diyeceksiniz ki; “her taraf böyle, sizin oranın ne özelliği var ki gündeme getiriyorsunuz.” Var efendim var, bir özelliği var, izninizle anlatayım.

Yurdumuzda belli önemli tatil merkezlerimiz var. (Bodrum, Kuşadası, Marmaris, Ayvalık gibi) Bende yaz aylarımı Ayvalık yakınlarında geçiriyorum. Sahiller boyunca da siteler, müstakil evler tatilcilerle dolu. Yani bir dışardan gelip ev sahibi olan yabancılar, birde oranın yerli halkı var. İşte buraların yerli halkı, tatilcilere sağılacak koyun gözüyle bakıyorlar. “Bunlar iki-üç-dört aylığına geliyorlar, zengin olmasalar zaten gelemezler.” O nedenle ne çarparsak kâr diye düşünüyorlar. Üretmesine üretiyorlar ama tatilcilere pahalı satmalarına karşın yine de ağlıyorlar. Oysa Anadolu’da üreticiler çok daha zor durumdalar.

Toparlayacak olursak, asıl anlatmak istediğim şudur. Eskiden Pazar yerlerinde, devlet denetimi olurdu. Zabıtalar gezer, fiyat denetimi yapar, ancak satıcılarda da insani ahlak olurdu. Şimdi denetim görevlileri sadece işgaliye parası topluyor, iş ahlakı dip yapmış durumdadır. Ne kazanırsak kâr diye düşünülüyor. Olan da ne olursa olsun almak zorunda olan vatandaşa oluyor. Bir artı durum da, burada olan yabancıların hemen tamamı emekli insanlarımız. E şimdi emeklilerin durumunu da burada gündeme getirir isem işin içinden çıkılmaz. Yani demem o ki; toplumsal yaşamımızdaki çürümeler diz boyu olmuş. Kimsenin kimseyi düşünme gibi bir derdi yok.

Pazar yerinden ayrılırken şöyle gelip geçenlere bir baktım, insanların yüzünden gülümseme adına tek bir işaret yok. Dokunsanız ya ağlayacaklar, ya da kavga edecekler. Sesleri dinleyecek olursan, beddualar, küfürler, yakınmalar kulakları tırmalar. Ömrümce hep pazarlara gittim. Böyle sıkıntılı pazarlar yaptığım hiç olmamıştır. Geçim derdi bizleri ne hale soktu böyle.

Yaşamım boyunca saygı ve sevgi duygularımı hep ön planda tutmaya çalıştım. Bu değerleri kaybettiğimizi görmek insana çok üzücü geliyor. Sahi bu hale nasıl geldik.