Geçtiğimiz 21 Mayıs mesleğimizin büyük ustalarından Mustafa Ekmekçi'nin yaşama vedâ edişinin 25'inci yılıydı.

Ecel boş durmuyor, beklenmedik anda sevdiklerimizi tek tek elimizden alıyor. İşte Mustafa Ekmekçi de çeyrek asırdır aramızda yok artık...

1924 yılında Konya'nın Hadim ilçesinde dünyaya gelmişti. Konya Lisesi'nden mezun olduktan sonra 'Milliyet', 'Öncü', 'Vatan', 'Ulus' gazetelerinde muhabirlik yapmış, Sadun Aren ve Behice Boran ile birlikte 1969 yılında 'Tüm' gazetesini çıkartmıştı. Bu süreçten sonra 'Yeni Ortam' ve 'Cumhuriyet' gazetelerinde yazıları yayımlanmıştı. 1964 ve 1974 yıllarında “Türk Dil Kurumu Gazetecilik Ödülü”yle onurlandırılmıştı. 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında 'Cumhuriyet' gazetesinde "Ankara Notları" başlığı altında yazdığı günlük yazılarından bir kısmını "Gün Ola, Harman Ola" adıyla iki ciltte kitaplaştırmıştı. 21 Mayıs 1997 tarihinde aramızdan ayrılmıştı. Kabri Ankara Cebeci Asrî Mezarlığı'ndadır.

Mustafa Ekmekçi zor günlerin adamıydı.

Yazık ki en çok ihtiyacımızın olduğu bir sırada sonsuzluğa uçuverdi.

Onun 'Cumhuriyet'te “Ankara Notları”nı okurken yaşam dolu renkli bir kalemin de fâni olacağını düşünemiyor, düşünmek istemiyorduk.

Önceki bir yazımda Mustafa Ekmekçi için “Dostum” sözcüğünü kullanmıştım.

Mustafa Ekmekçi gerçekten dost bir insandı.

Benim Ekmekçi ile dostluğumun 1961 Nisan'ında Abdi İpekçi'nin yönetimindeki 'Milliyet'in Ankara bürosunda muhabirlik yaptığı günlerde başladığını daha önce de yazmıştım.

Ben de çiçeği burnunda bir gazeteci olarak aynı gazetenin Kırşehir muhabiriydim ve Ankara bürosuna bağlıydım, ama çok önemli olaylarda gazetenin İstanbul merkezini de arardım.

1960'LI YILLARDA GAZETECİLİK YAPMAK ÇOK ZORDU

O yıllarda şimdiki gibi cep telefonu, teyp, bilgisayar, görüntülü görüşme yapma nerede?

Numara çevirmeli manyetolu telefonda PTT santralini arar, ya da PTT'ye giderek gişedeki memura gazetenin numarasını verip konuşma kaydımızı yaptırır, yukarı kattaki santralde görev yapan memur, ya da memure güç belâ 'mükaleme'yi sağlar, haberimizi telefon ahizesinden kelime kelime yazdırarak geçerdik.

Bazen konuşma yarıda kesilir, ya da santralde görevli Durmuş Tiryakioğlu ağabey, Melâhat Tabar abla 'Çok uzadı, süreniz bitti' diyerek fişi çeker, bu kez haberi tamamlamak için bir daha kayıt verir, yeniden beklemeye koyulurduk.

PTT'ye gittiğimizde iç salona açılan kapalı kabinden haberlerimizi yazdırmaya çalışırdık.

İşte böyle güç koşullarda gazetecilik görevimizi en iyi biçimde yerine getirirdik.

'Milliyet'i telefonla arayınca karşıma Mustafa Ekmekçi'nin çıktığı çok olmuştur.

Tekrar anlatayım, bir gün yine 'Milliyet'lik bir haber yakalamış ve Mustafa Ekmekçi'ye geçmiştim.

Şuayipli (Harmanaltı) köyünde bir çiftçinin evini Kur'an kursuna vermediği için aşırı dinci köylüler yakmışlardı.

Haberim gazetede yayınlanınca 'Milliyet'in talimatı üzerine Kırşehir'e gelen ve doğrudan beni bulan Ekmekçi'yle bir minibüs kiralayarak Şuayipli'ye gitmiş, evi yakılan Hasan Köşker adlı köylüyle röportaj yapmıştık.

İki gün yayınlanan röportajımız yurtta büyük yankı uyandırmıştı.

'Milliyet'te çalışırken telefonla sıkça görüştüğüm Mustafa Ekmekçi bu gazeteden ayrıldıktan sonra da bana sık sık selâm gönderdi.

KIRŞEHİR'E EN SON 1994'TE GELMİŞTİ

Mustafa Ekmekçi en son Kırşehir'e Uğur Mumcu'nun otomobiline bomba konularak katledilmesinin ilk yıldönümünde düzenlenen anma toplantısına katılmak için 24 Ocak 1994'te gelmişti. Bilindiği gibi Kırşehir Uğur Mumcu'nun doğduğu yerdi.

Kırşehir'de Vali Neşet Kanyılmaz'ın “Uğur benim arkadaşımdı” diyerek siyasî şova dönüştürdüğü anma toplantısına gitmemiş, Ekmekçi ile görüşme fırsatını kaçırmıştım.

Keşke anma toplantısına gidip kendisini bir daha görebilseydim, ne bileyim Mustafa ağabeyin böyle birden bizi bırakıp gideceğini!

Toplantıya katılan dostlarım Ekmekçi'nin “Yastıman'ı niye getirmediniz?” biçiminde sitem ettiğini söylemişlerdi de çok üzülmüştüm.

Konya'ya bağlı Hadim ilçesinin Hocalar köyünde doğan Mustafa Ekmekçi çalışıp çabalamış, sonunda yuvasını bulmuştu.

1 Mayıs 1975'ten ölümüne kadar 'Cumhuriyet'i 'Cumhuriyet' yapan birkaç kalemden biri oldu.

Su içer gibi bir solukta okuduğumuz uzun “Ankara Notları” ile o yeri kolay doldurulamaz bir gazeteci olmuştu.

'Cumhuriyet'te yazmasıyla ilgili görüşünü bir cümlede özetlemişti:

“'Cumhuriyet'i gözümü kırpmadan yaşatmak boynumun borcu değil midir?”

'BABAMIN TEK ÜZÜNTÜSÜ KIZLARINI OKUTAMAYIŞIYDI'

Mustafa Ekmekçi'yi bu denli güçlü ve mücadeleci kılan şey onun çilekeş bir Anadolu çocuğu olmasından kaynaklanıyordu kuşkusuz.

Yitirdiği ablası Meryem Gelmez'in ardından “Güç Bir Kalem Denemesi” başlığıyla yazdıkları onun Anadolu'dan kopamadığının göstergesiydi:

“Çok mu yaramazdım, çok dayak yedim babamdan. Kızlar dayak yemezlerdi, Meryem de, Nazmiye de. Babamın tek üzüntüsü kızları okutamamak olmuştu. Çevrenin baskısı ağır basmış, kızlar ilkokuldan sonra evde koca bekler durumda kalmışlardı.

“Babam 1950'de, anam 1953'te öldüler. Baba ocağından anamın kirmanı ile babamın gece fenerini aldım. Hadim'de evlenip kalan Meryem ablama bırakmıştık her şeyi. Ev, bahçe ne varsa...

“Hadim ilçesi yoksulluk bölgesiydi, Doğu Anadolu'nun bir ilçesinden ayrımı yoktu.”

Seni hep arıyor, özlüyoruz Mustafa ağabey...

Her halde kavuştuğun sonsuzluk âleminde Uğur Mumcu ile buluşup ömrünü harcadığın gazeten 'Cumhuriyet'in baskısını yapıyorsundur değil mi?

Nur içinde yat kabrinde, rahat uyu.

Daima sahip çıktığın lâik Cumhuriyet'ten yana gözün arkada kalmasın.

ESERLERİ:

'Gün Ola, Harman Ola' (2 Cilt), 'Uyanın Heeey', 'Kılçıklı Balıklar', 'Öksüz Yamalığı: Köy Enstitüleri,' 'Ankara Notları: Tilkiyle Kuyruğu', 'Ankara Notları: Çarıklılar', 'Domuzuna Yazılar'

                                                                                                                                                                             

                                                                                                                                                                                                                           

KIRŞEHRİM


- Ağabeyim Kâzım Kızıldağ'a saygılarımla... –


Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği o beldede
Yeşil yeşil libasları giyer de
El sallardı bize meyve dalları...


İkizarası'nın serin gölgesi,
Kavaklar altında suların sesi,
Dallarda kuşların aşk duaları...


Anlatın masalını bana çocukluğumun,
Kayabaşı çeşmesi, Üçgöz'ün çimenleri...
Yenice yollarında başlayıp
Kapıcı'da biten serüvenleri...


Getirin bana n'olur
İğde kokusu yüklü rüzgârları,
Taaa ciğerime işlesin...
''Bizim Samanyolu''nda tur attığımız
Ahmet'i, Rahmi'yi, diğer dostları,
Gençliğim dile gelsin...


Özbağ'da suya atlayan yapraklar,
Yerinizde olmak isterdim,
Sürüklenmek Kılıçözü sularında.
Kıvrım kıvrım bütün vâdi boyunca,
Karabacak, Kuyubaşı, İkizarası...
Duruvermek Kazankaya düzlüğünde
Gazel olup topraklara karışmak,
Bir bulut olmak dilerdim
Obruğun zirvesinde,
Kâh Yalnıztepe'de...
Ve Hırla Mezarlığı üstünde
Dudaklarımda Fatiha
Babamın kabrinde...


Senin burcu burcu kokuların,
Senin tozun toprağın,
Senin türkülerin,
Dillerin, ezgilerin,
Oy benim cennet Kırşehrim!
Anamın ellerini,
Senin taşını, toprağını
Öperim.


ZAFER KIZILDAĞ

(Zafer Kızıldağ bu şiiri bundan elli yıl kadar önce Isparta İmam-Hatip Ortaokulu Müdürü iken göndermişti, ama yayınlayamamıştım. Kendisi de, şiirini ithaf ettiği ağabeyi ilköğretim müdürü Kâzım Kızıldağ da rahmetli oldular.)