Birinci Dünya Harbinden sonra galip gelen ülkeler arasında fazlada bir yararlığı olmayan ABD yani coni, İkinci Dünya Harbi’nden de başarılı bir şekilde galip ülkeler arasına girince bütün dünyayı çiftliği zannederek, ekonomik ve askeri üstünlüğünü de kullanıp haraç sinirini genişletir.
İkinci Dünya Harbinin bıraktığı harabe ülkelerin durumunda istifade etmeyi kafaya koyarak, kendi çıkarı doğrultusunda kuzu postuna bürünüp enkaza çevirdiği ülkelere güya yardıma soyunur. Bu ülkeler arasında Türkiye’de vardır. Yardım önerdiği ülkelere bazı şartlar koyar. Hangi ülkelere nasıl ve ne yardım edeceğini hesaplayarak Marşal yardımını devreye sokar. Tabi bu arada hangi ülkeyi kendisine bağımlı kalacak ve gelecek zamanda ne satacağını hesaplar. Türkiye ikinci dünya harbine girmemiş olsa da, dünyada yaşanan krizde elbette etkilenir.
Türkiye 1954 tarihine kadar zeytinyağı ve hayvansal yağlardan başka yağ kullanmaz. O tarihlerde, tam olarak bilinmese de nüfusun 15-17 milyon olduğu sayılarak, yıllık yağ tüketimi düşük te olsa gelecek zaman içerisinde Türkiye’nin iyi bir pazar olduğu düşünülür. Yoksul ve geri kalmışlık kandırılmaya çok müsait bir ülke sayılır. Bilhassa okuma ve yazma oranı düşük olan Türkiye gibi ülkelere komut etmek ve kandırmak, ekonomik savaşın en geçerli taktiği ve argümanıdır. Bu zaman içerisinde ABD’nin elinde mısırözü yağı ve bitkisel yağ stoklarının erimesi gerekir. Bu arada Marşal yardımından faydalanmak için ABD’nin satmak istediği malları alma koşulu öne sürülür. Türkiye’ye ne olduğu belli olmayan süt tozu ve mamulleri, margarin ve bazı gıda maddeleri gönderilir ve bunlar okullarda çocuklara sabahları yedirilir. Bu gıdalarda yiyenlerin azda olsa hala yaşayanlar vardır.
Bu yağ ve süt tozunda yapılan sütlerde bende içtim. Kokusu hala burnumda tütüyor ki tiksinti uyandıracak bir lezzeti vardı. Elindeki yağları satmak için reklam gerekirken, yöresel yağları kötülemek de lazım ki kendi malına rağbet artsın. Bu nasıl olacak o zamanlar okuma yazma oranı düşük olduğu gibi fazla da gazete yoktu, olsa bile devletin efendisine (Halkın efendisi köylü ya) fazla ulaşamaz. Fakat TRT radyo yayınları her yerde olmasa bile bazı kıraathanelerde ve zengin kitlelerin evlerinde radyo dinleniyordu. (Şunu belirtmeden geçemeyeceğim, Atatürk’ün gayret ve cabalarıyla 1927’de ilk radyo yayınları İstanbul’da başladı ve kısa zaman zarfında Ankara’nın Gölbaşı mevkiinde uzun dalga ve orta dalga yayınları yapan istasyonlar kuruldu, daha sonra değişik bölgelere ulaşmaya başladı. Dünyada radyo istasyonları kurulan ülkeler arasındadır Türkiye. (Atatürk’ü beğenmeyenlere ithaf olsun)
Bunu niye yazma ihtiyacı duydum, çünkü “zeytinyağlı yiyemem amman, basmada fistan giyemem amman” diye başlayan ve sipariş üzere yazılan bu türkünün önemini ve halka ne şekilde ulaştığının yollarını tarif için yazdım. Bu arada naylon ve sentetik giysilerin imalatı ABD hızla gelişmiş satacak yer arıyorlar. Başka bir propaganda da, zeytinyağının kanser ve değişik hastalıklara sebep olduğu söylentileri halk arasında yayılmaya başlamasıyla beraber zeytin dalları kesildi ve yerine Aminin ne olduğu belli olmayan yağları mutfaklarda yerini almaya başladı ki, değişik hastalıklarla da Anadolu insani böylece tanışmış oldu. Yani Türkü zeytinyağını ve basma kumasını kötülemek için yazdırılmış. Ne enteresan değil mi. Buna benzer pek çok kandırılma ve pazar kapma propagandaları olmuştur. Türkiye’de buna benzer bir olaya bizzat şahit oldum ve bunun reklamını yapmak için bana da geldiler. Türkiye’de Fransız mali bir arabanın Türkiye’de, bilhassa taksi duraklarında reklamının nasıl yapıldığına şahit oldum. Onu da başka bir yazımda aktarmaya çalışacağım.