ZAMAN-1

Zaman bizi bırakır gider. Zamana ne kadar asılırsak asılalım o kendi mecrasında akar, kimselere sormadan, kimseleri umursamadan. Ardından bakarız kırık bir kalple, kederli bir yüzle, nereye gittiğini, neleri alıp götürdüğünü bilmeden. Sonrasında hayıflanır, boş avuntular ararız. Kimimizi yorgun bezgin bitkin, kimimizi umutsuz karamsar, kimimizi yaralarımızla bırakır. Peşinden koşmamız, arayış çabalarımız beyhude bir avuntuya dönüşür. Akıp giden yılların sonrasında “şimdiki aklım olsaydı “ söylencesi ile teselli ararız. Ancak o boşluğunda, kendi mecrasında yaşadıklarını, yaşattıklarını tüketip geçmişin sonsuzluğundan, geleceğin sonsuzluğuna çoktan yol almaya başlamıştır.

Odamdaki; defterlerde, kartlarda, notlarda akıp giden zamanın mezarlıkları var. O mezarlar bir zamanlar canlı, diri, hoş anılarla doluydu. Anılara karışan o yazılanlar zamanın tanıkları olarak beni geçmişe sürüklüyor. Bazen imrenerek, bazen hayıflanarak, bazen kederlenerek zamanın geçmiş sonsuzluğunda hatıraların yaşanmışlığına giderim. Bugün geçmişi yeniden yaşatmanın imkânsızlığıyla, geleceğe ilham olmasının beklentisi dışında da elimden bir şey gelmiyor.

Yazmanın ciddiyetinden uzaklaşıp çiziktirmeye kalkmak, yarı yolda takılmak ve intihar demektir. Ciddiyetle düşünülmeli yazılacak olanlar. Kaldı mı diye soracağınızı da… Var. Var. İnsan varsa yazılacak mevzuda var demektir. Yazının dili, kelamın sözü tükenmedikçe, gezegen bir tufanla yok olsa da; kıyıda, köşede, kuytuluklarda, mağaralarda kalan bir kişi de olsa yazılacak.

Hadi yaz. Ne kaldıysa diyen sabırsız ve bir o kadar da umutsuz sesinizi duyar gibiyim. Kâğıt tükense yerine buluruz, kalem kırılsa kırık parçası bize yeter. Sözcükler kederlense de coşkuya sürükleriz. Üstelik hiçbir yazımın ısmarlamasına yönelmeden, kendimizden, kendimizi yazarız.

Zamanın geleceğine geçmişin yenilgilerini taşırsanız karamsarlık çöker üstünüze. Her yaşananın bir anlamı ve dersi olmalı ki, edebiyatın; tadı, büyüsü ve ruhlara sirayeti geleceğe taşınsın. Kolun kanadın kırılsa da, kaleme yapışmaktan parmakların sızlansa da… Kalbinde taşıyorsan o isteği yenilgi senden uzak olur. Olursa da bir sonra gelen kişi geleceğinin zamanına taşır. Korkulardan uzak, sükunetle, sabırla, ilmek ilmek örmeye devam edildikçe zamana teslim olmadan ilerlersin.

Zamanın geçmiş odasındaki defterlerde bir hayatın, birçok hayatın harfleri, sözcükleri var. Arada bir başını kaldırıp kıpırdıyorlar. Acıları, aşkları hatırlatıyorlar. Sesler ve yazılanlar dışında her şey, herkes suskunluk veriyor bana. Gürültüden uzak, derin bir suskunluk. Çığlıklar ve haykırışlar umutsuzca geride kalıp derin bir suskunluğa bürünüyorlar. Bazen ıstırap verse de, acı çektirse de o suskunluğun huzurunu geçmiş zamanın acılarını unutturduğu için seviyorum. Üzerime çöken, beni ele geçiren bu suskunluktan kurtulmak için zamana; ne olur çabucak yitip gitme, yardım et bana, bir süreliğine de olsa benimle kal diye yalvarmanın anlamsızlığını da bilmekle birlikte yine de umutsuzca da olsa ardından baka kalıyorum.

Oyuna katıl diyor zaman. Beni ele geçirmeyi, bana yön vermeyi düşünme. Ben kendi kurallarımla oynar, tükenmeden sizleri tüketip sonrakilere miras olarak kalırım diyor. Durduramadığın gibi hüküm etme şansın da yok. Kendini zorlama. Çığlıkların, haykırışların, acıların, ıstırapların geride kaldı. Suskunluğa bürün. İçinde bulunduğun anı tanı ve yaşa diyor. Oyun basit; çok dertlenme, çok sızlanma, çok kederlenme, çok çırpınma, sana sunulan bedenin ve ruhun kıymetini bil.

Herkesin yazdıklarından farklı olmalıydı yazdıklarım. Zamanla yarışa girmekten kaynaklı bir yazma arzusu değildi benimki. Yarışım ve mücadelem onunla değil, kendimle. O ışıltılı, o bulanık, o sisli, o puslu anlarından hangisine denk gelirim kaygısıyla yazdığımda üzerime çöken ruh halinin yansımasına dönüşüyor yazdıklarım. İlk satırların coşkusuna karışan bitirememenin korkusu ele geçirmeye başlıyor. Tedirginliğim artıyor; ya yazamazsam, ya bitiremezsem diye. Zamanı ele geçirmeyeceğime göre en iyi şekilde kullanmak, boşa akıp gitmesinin kuşkusu benliğimin bir taraflarını ele geçirmeye başlıyor. Işıltılı bir sabahın ardından gecenin karanlığının suskunluğu ve yalnızlığıyla baş başa kalmanın huzurunun coşkusuyla yazmaya devam ediyorum.

Zamanın geçmişinden günümüze iyi edebi eserler yarışmaları düzenleniyor birçok alanda; şiir, öykü, roman ve başka dallarda. Ölçüleri kim nasıl belirliyor, bilmiyorum. Çokta önemsemiyorum. Düzenleyicilerin öznelliği olduğunu düşünüyorum. Zamanın geleceğine sadece ödül alanların kalacağı yanılgısında değilim. Yazdıklarım ve yazacaklarım ödüllensin diye de yazmıyorum. Ancak yazılanlardan farklı yazmanın derdindeyim, zamanın geleceğine.

Aslında iyiler dışında kötü edebi eserler yarışması düzenlense diye öneriyorum. Bu durumda belki de birçok kişi yazmaktan vaz geçer. Ortada kazanç sağlama derdi olanlar dışında gerçekten edebiyatın o tat veren, ilham oluşturan, zamanın geleceğine miras olacaklar kalır.