YUNUS EMRE; MEZARI VE YAŞADIĞI  BÖLGE TARTIŞMALARINDA KIRŞEHİR

Tasavvuf ve Halk Şairi, Türkçe Şiirin Öncüsü:

YUNUS EMRE; MEZARI VE YAŞADIĞI 
BÖLGE TARTIŞMALARINDA KIRŞEHİR

Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başlayıp Moğol istilasının ağır zulmü altında Anadolu’da büyük-küçük Türk Beylikleri‘nin fışkırdığı 13. yüzyıl yarısından 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu’da Kırşehir’i de kapsayan “Karaman Bölgesi”nde doğdu ve yaşadı.
 Yunus Emre’nin, Babalılar zümresine mensup olduğunu açık bir dille ifade eden Abdulbaki Gölpınarlı, “Yunus Emre” adlı incelemesinde konuyu şöyle açıklar:
“Medrese öğrenimden sonra tasavvuf yoluna giren Yunus, Tabduk Emre’ye kapılanmıştır. Bir şiirinde Tabduk Emre’nin, 1307-1308’de Giylan’da öldürülen Barak Baba’nın halifesi olduğunu, onun da 1263’te, 10-12 bin göçmen Türkmen’le Dobruca’ya geçen Sarı Saltuk’un halifesi olduğunu açıklamaktadır. Elimizde mensur bir risale de Sarı Saltuk Dervişi olduğunu söyler. Bektaşı Vilayetnamesi’ne göre, Sarı Saltuk, Hacı Bektaş Halifesidir. Vilayetname, Barak Baba’yla Tabduk Baba’yı da Hacı Bektaş Halifelerinden gösterir. Hacı Bektaş’ın 1241’de, Babalılar isyanı sonucunda öldürülen Baba İshak’ın halifesi olduğu kesin olduğundan ve Yunus’da bir şiirinde Tabduk Emre’den ‘Baba Tabduk’ diye bahsettiğinden Yunus Emre’nin Babalılar zümresine mensup olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.” 
Bektaşi geleneğinde Sarı Saltuk’tan da bir şiirinde bahseden Yunus:
“İsakcâda Sarı Saltuk yatar
Varup ziyaret ettin mi turnam”
diyerek bugün hala Anadolu Alevileri içinde yaşayan pirlerin mezarlarından bahseder.
Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Yunus’un Tabduk Emre halifesi olduğunu özellikle belirterek ; “14. Asrın başlarında henüz hayatta bulunan ve 1307’den sonra vefat eden ve zamanımıza kadar şöhret ve kuvvetini muhafaza eden Tabduk Emre halifesi Yunus Emre” der.
TÜRKÇE ESER YAZMA GELENEĞİ, KARAMAN OĞULLARI COĞRAFYASINDA…
Son yıllar da yapılan araştırmalar Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu iddialarını tümüyle çürütmektedir.
Kaldı ki “Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği”; Kırşehir’in de içinde yer aldığı “Karaman Oğulları coğrafyasında” başlamıştır. Gülşehri, Aşıkpaşa, Seyit Hamza, Fakih Ahmet, Sultan Veled, Hoca Dehhani hepsi de Karaman bölgesindedir.
İbrahim Hakkı Konyalı Tabduk Emre mezarının Aksaray civarında ki Tabduk Emre Köyü’nde olduğuna dair Osmanlı arşivlerinde belgeler yayınlamıştır.
Tabduk Emre Halifesi olan Yunus Emre’nin de 13 yy sonun da Hacıbektaş, Kırşehir, Aksaray ve Niğde muhitlerinde yaşadığı tartışmalara bile kapı kapatacak bir düzey şekil almıştır.
Prof. Dr. Mikail Bayram, Yunus Emre’nin öz yurdunun bu bölge  olduğunun özellikle altını çizer
YUNUS  EMRE MEZARI VE YAŞADIĞI BÖLGE TARTIŞMALARI..
Prof.Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın “Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar” adlı yapıtında Yunus Emre’nin mezarının bulunduğu yere ilişkin olarak şöyle der:
 “Anadolu’da adettir, bazı azizlere türbe veya makam yapılmıştır. Yunus Emre’nin dört beş yerde türbesi vardır. Eskişehir’de, Sarıköy’de, Erzincan’da, Kayseri’de. Bence doğrusu Mucur ile Aksaray arasındaki Tapdık Emre köyünden birkaç saatlik bir yerde, Yunus Emre tepesindeki harap olmuş tekke ve Çilehane bitişiğindeki Yunus Emre denilen yerdedir” 
Prof. Dr. Mikail Bayram’da Yunus’un yaşadığı bölge yer tartışmalarında “Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu” iddialarına şiddetle karşı çıkar ve özetle söyle der:
 “ Tabduk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde yaşadığı sabit olduğu halde velayet-name’de onu da Sivrihisar’a nispet etmektedir.Bu da gösteriyor ki Yunus’un Sivrihisar’lı olduğu ve orada medfun bulunduğu tamamen hayal mahsülü bir haberdir.Türkçe sözlü, Türkmen şair Yunus Emre ve O’nun şeyhi Tabduk Emre  Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yarım asrında ve devrinin sosyal-siyasi ve kültürel mücadeleleri içinde yaşamıştır. O’nu da Baba İlyas, Sofi Nuruh, Ahi Evren, Hacı Bektaş, Tabduk Emre gibi Türkmen fikir adamları gibi o devirde Anadolu’da mevcut olan Türkmencilik ülküsünü sürdüren ve bunun mücadelesini veren bir kişi olarak görmek lazımdır. Bu mücadelenin en büyük siyasi hamisi o zamanlar Karaman Oğulları Beyliği idi. Yunus Emre’yi de Karaman Oğulları safında görmek isabetli olacaktır.”
Nitekim Kırşehir’e bağlı Ulupınar Kasabası sınırları içerisinde ki. Türbe, sarp kayalıklar üzerine sonradan yapılmış olup projesi bir türlü hayata geçirilemeyen. Yunus Emre Milli Parkı içinde bulunmaktadır. Türbenin hemen yakınında Yunus Emre’ye atfedilen Çilehane Binası mevcut olup;25 kilometre kuzeyinde Hacı Bektaş,10 kilometre güneyinde ’de Sarıkaraman sınırları içerisinde Tabduk vardır.
 “AHMED YESEVÎ’NİN ANADOLU’DAKİ PARALELİ”
Yine Âşık Paşa’nın Garipnamesi’ni çeviren Pr. Dr. Kemal YAVUZ; “O devirde Türkçeyi en iyi kullanan şairin Yunus Emre olduğunu, Tasavvufun derin manalarını Türkçe kelimeler yükleyerek Türk dilini açıp derinleştirdiğini. Ondaki Türkçenin, gönül dili olduğunu belirterek Aralarında yüz yıldan fazla bir zaman farkı da olsa bazı şiirlerine nazire yaptığı, Ahmed  Yesevî’ye edebî zevk ve kaynak yönü ile bağlı bulunduğunu ve hatta “Ahmed Yesevî’nin Anadolu’daki paraleli “olduğunun” altını çizer. 
Yunus, Hocası Tapduk Emre’den söz eder:
“Taptuğun tapusında kul olduk kapusında
Yunus miskin çiğ idi pişdük elhamdülillah”
Yunus’un Şiirlerinde adını zikrettiği ve kapısında piştiğini söylediği hocası Tapduk Emre’den söz ettiğine vurgu yapan Kemal Yavuz özetle; “ Bütün bunlar apaçık görülürken Yunus’un başka yerlere de bağlanması, milletimizin, bölge bölge onu ne kadar sevdiğinin, gönülden gelen sözlerindeki tesirinin ne derece kıymetli olduğunu da belirtmeliyiz. Bölgedeki kültür faaliyetlerine baktığımızda Aksaray, Kırşehir ve Nevşehir merkezleri arasındaki sahanın, özellikle Kırşehir’in ne kadar verimli bir yer olduğunu bilmek gerekir. Devrin büyüklerinden olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bu yörede olması ayrı bir delildir. Yunus, Gülşehrî ve Âşık Paşa gibi bu bölgenin şairi olmalıdır. Zaten bu bölgede mezarı da bulunmaktadır. Yunus Emre’nin asıl vatanının Kızılırmak bölgesi olduğunu belirtmek gerekir. Hacı Bektaş-ı Veli, Tapduk Emre ve Yunus Emre’nin aralarında geçen hadiseler de bu coğrafyada meydana çıkmıştır ve hepsinin kabirleri de bu bölgededir. Menkıbe de bunu göstermektedir.” der.(Bakınız: Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.. “Yunus Emre’nin Yaşadığı Zamanda Türk Edebiyatına Genel Bir Bakış Kemal Yavuz.s.26-36)
Kaldı ki “Yunusun Eskişehir’e havale edilmesi” hususu artık bilim adamlarının peyderpey gün yüzüne çıkardıkları yeni bilgi ve belgeler ışığında pek mümkün görünmemektedir.
Osmanlı öncesi Anadolu’nun dil ve edebiyat kültürünün ve daha sonraki aşamalarında da devrin tek büyük şairidir Yunus…
Yunus Emre; meşhur Babai İsyanın ve ardından Moğol istilası ve zulmünün Başladığı Selçuk Sultanlığının da Moğol istilası altında kukla duruma düştüğü dönemde 1240-1241 yıllarında doğmuş, o günün sıkıntılı Anadolu’sunda okuyup gönlünün sızısını dindirmeye çalışmış, şiirlerinde bu durumu açık saçık beyan etmiştir. Yine Prof. Dr. Kemal Yavuz’un tespit ettiği şekliyle; “Türkler için Anadolu’da bir eziyet devri olan XIII. yüzyıl ortasından XIV. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen zamanda bu zulmün dalgalarının Eskişehir bölgesine vurması da pek mümkün değildir”
Tam da burada Baki Yaşa Altınok’un Yunus’a dair bir ciddi saptamasını hatırlamakta yarar var: “Dönemin birçok Alp Ereniyle birlikte Yunus Emre’nin de asıl kimliği örtülerek, elinde asa, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak, ilahiler söyleyen miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız bir şahsiyet olarak tanıtılmıştır. Yukarıdaki şiirlerinden de görüldüğü gibi Yunus Emre, Moğol zulmü, Selçuklu idarecilerinin adaletsizliğini çekinmeden şiirlerinde dile getirmiştir.”(Yunus Emre Kitabı T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 15.“Yeni Vesikalara Göre Yunus Emre’nin Ahi Evran, Hacı Bektaş ve Şeyh Ede Balı İle İlişkisi”. Baki Yaşa ALTINOK. S.238)
Moğol ve Selçuklu idarecilerin, halka büyük zulümler yaptığı dahası görülmemiş bir kıtlıktan halkın aç ve yoksul duruma düştüğü, dirlik ve düzenin bozulduğu bir döneminde doğup büyüyen, tüm bu durumu yaşayıp gören Yunus; bir şiirinde dönemi şöyle anlatır.
“Gitti beyler mürveti, bindiği yüğrük atı
Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar
Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmuşdur”
Yunus, gündelik konuşulan Türk dili ile halktan insanların dinleyip anlayabilecekleri şiirler de yazdı. Türkiye’de bugün de anlaşılan bu şiirler, şöhretinden hiçbir şey yitirmemiştir. Türk Edebiyatında çağdaşlarının eserleri, kimi aydınlardan başkasını ilgilendirmezken, Yunus’unkiler Türkiye’nin ulusal bilincinde yaşamış, halk arasında yüzyıllardır artan bir şöhretle efsanevi bir boyut kazanmıştır. 
Yunus’un ünlü divanında Tabduk Emre’ye karşı beslediği derin ve çok samimi bağlılık duyguları içeren parçalara sık sık rastlanır. Yunus’un yaşadığı dönemdeki tasavvufi hayat Yunus’un şiirlerinde geçen Tabduk Emre’nin Kadiri değil, Babai Tarikatı’na mensup olması ihtimalini güçlendirdiği gibi, Tabduk Emre’den feyz alan Yunus da zamanın bir kısım şeriat ehlinin bazı hoş göremeyeceği bir takım hususiyetlere de rastlanır.
“Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri isteyene ver sen anı bana seni gerek seni!”
 “Tanrıdan korkma” yerine, “tanrıyı sevmeyi” öğütleyen Mutasavvıf Türkmen Şeyhlerinin genel anlayışları ile de bütünlük içindedir.  Bu yüzden birçok mesele gibi “cennet, cehennem, sırat” ve benzeri gibi kavramlar, onun şiirlerinde zekice ve “kendi olan” düşüncelerine konu olmakla kalmaz, bu ve benzer alanları kapmış derviş geçinenleri ve devlet adamlarını en acımasız şekilde eleştirir.
“Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değil.”
Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yunus Emre, insan sevgisini, aşkı ve güzel ahlâkla ilgili anlayışlarını, İslam tasavvufunu işleyerek yüceltmiştir..
Baba İshak (Ö. 1240), Barak Baba (Ö. 1318), Yunus Emre (Ö. 1321) ve nihayet Hacı Bektaş (Ö. 1337) gibi büyük Türkmen şeyhlerinin anladığı ve telkin ettiği İslamiyet Türk Şamanizmi’nin veya diğer kaynaklardan gelen ve halka kadar inen muhtelif inançların geniş tasavvufi fikirlerle kaynaşmasından meydana gelmiştir.
Anadolu gibi birçok inançların kaynaştığı sosyal bir alanda yaşayan bu Türkmen şeyhlerinin bir kısmı özellikle de ölümlerinden sonra, yalnızca kendilerine tabii yaşayış ve inaçlara bağlı Türkmenler’ ’in değil, sunni Türkler’in ve hatta Hiristiyanlar’ın bile “veli”leri haline gelmişlerdir.
Şiirleri çoğu kez başarılı yığınlarca düzmece şiirlerle de kabartılan Yunus, halk dininin ermişlerinden biri olmuş, Anadolu’da dokuz ayrı yerde mezara sahip olmanın onurunu taşımış. Osmanlı İmparatorluğunda da Ortadoks ya da hak-mezhep dışı birçok tarikatları derinden etkileyerek Cumhuriyetçi ve laik Türkiye’de övülüp yüceltilmiştir.  Ayrıca Yunus’un şiirleri Türkiye Cumhuriyetine büyük bir güç kaynağı olmuş, hangi fikir ve inançta olursa olsun her insan kendine göre bir şekilde onunla buluşmuştur.
YUNUS ÜZERİNE İNCELEMELER; ANADOLU’DA OSMANLIN SON DÖNEMİNDE, “ULUSAL UYANIŞ”LA BAŞLADI.  
Nitekim Yunus Emre üzerine olan inceleme ve yayınların, Anadolu’da “ulusal uyanışın” da ilk kıvılcımlarının görüldüğü ve Osmanlının sadece son dönemlerinde 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlaması hiç de tesadüf değildir.
“Divan-ı Aşık Yunus Emre” adı altında Yunus şiirlerinin topluca, basılması 1885, 1902, 1909 yıllarında olmuştur. Yunus Emre üzerine ilk yayınlar II. Meşrutiyet dönemine rastlar. 1918‘de Fuad Köprülü‘nün ünlü eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” eserinde ele alınmıştır ki bundan önce, 1913 yılında Rıza Tevfik “Büyük Duygu” dergisinde Yunus Emre ile ilgili kaleme aldıkları yazılara da rastlanır. Yine Sovyet ilim dünyası, ünlü doğu bilimcilerinden Vladimir Gordlevskiy 1920’lerde araştırma ve incelemeler yaptığı Türkiye’de    “çok sayıda insanın, Yunus Emre’nin sadece adını değil, aynı zamanda onun şiirlerini de bildiğini, özellikle, tarikatlara bağlı olan dervişlerin, Yunus Emre şiirlerini ezberden okuduğunu” belirtir.
Esasen Yunus, Babailerden kalanlarla sıkı bir ilişki içinde ve de onların geliştirdikleri ortamda serpilmiştir. Anadolu’da Yunus Emre’den başlayarak propaganda gayesi takip eden “Hikmet” ler, Orta Asya Hârezm Volga sahalarında 8 asırdan beri mahiyetini hiç değiştirmeyerek devam etmiş. Türk halk kitleleri üzerinde asırlarca etkili olmuş, İslami, yani sûfîyâne unsurlarla milli, yani eski Türk Halk Edebiyatı geleneğini kaynaştırmıştır.