Eşimin annesinin (kayınvalidemin) rahatsızlığı nedeniyle beş gün önce Eskişehir’e geldik, bir süre burada olacağımızdan yazılarımı Eskişehir’den yazmaya devam edeceğim.  
Özel nedenlerden ve seyahat amaçlı Kırşehir dışında olduğum zamanlar yazılarımı yazarken her zaman aklıma geçmişte hiç hak etmediği halde siyasetin cilvesiyle köşelerde yer tutan, makam sahibi olan, suya sabuna dokunmaktan korkan bir mızmızın, bir uyuzun, bir kendini beğenmişin çalıştığım dönmelerde arkamdan birilerine benden için “Buna dikkat edin, bu ne vakit gazetesine yazı yazıyor, ne zaman sosyal medyaya girerek paylaşımlar yapıyor, ne zaman çalışıyor bu kadar zamanı nasıl buluyor“ diyerek arkamdan konuşması geliyor.  
O mızmız, o uyuz, o kendini beğenmiş Kırşehir’den attığımız mektubun Ankara’ya yirmi günde gittiği günlerde yaşıyor herhalde. Birilerinin ona Allah’ın mızmızı, bunun akşamı var, öğle arası var, tatili var, teknoloji sayesinde Allah'ın her gününde, her saatinde, her yerinde yazılar yazılır, sosyal medyaya girilir, mesai saatlerinde çalışılır demesi gerekiyor. 
Beş gün önce çıktığım seyahatte önce Ankara’ya uğradık, sonra Eskişehir’e geldik. Maalesef diğer şehirlerde olduğu gibi buralarda da insanların tuhaf olduğunu, insan adabına, ahlaka, saygıya uygun davranışlardan uzaklaşıldığına şahit oldum. Bir başka deyişle utanmaktan utanıldığını, insanların gözlerinin kör, kulaklarının duymaz olduğunu gördüm. Konuşmalarını söylememe hiç gerek yok maşallah erkek-bayan, argolu küfürlü konuşuyorlar. 
Zaman zaman “Kırşehir Çiğdem“ Gazetesinin bu köşesinden “Ne oldu bizlere neden insanlığımızı kaybettik?“ diye sorarım. Anladığım kadarıyla bu gidişle sormaya devam edeceğim. Çünkü her geçen gün dökülüyoruz.  
Şu garipliğe bakın ki on sekiz, yirmi yaşında gençler toplu taşıma araçlarına jet hızıyla biniyor,  koltuğa oturuyor ve kendisinden sonra gelen yaşlıya, engelliye, hamile kadına yer vermemek için yüzünü ters tarafa çeviriyor, telefonla oynuyor, kitap okuyor görünüyor. Yolda yürürken küfürlü konuşmalar, ahlaka uymayan davranışlar da ayrı bir dert. Sadece gençler değil bu işin genci, orta yaşlısı, erkeği, bayanı kalmamış, her yaştan, her türden, her telden, her cinsten insanları aynı şekilde görmek mümkündür. Zira bu kişiler hiç yaşlanmayacak, hiç hastalanmayacak, hiç engelli olmayacakmış gibi hareket ediyorlar. Oysa günlerin büyük bir hızla gelip geçtiği dünyamızda gün gelecek onlarda yaşlı olacaklar, hastalanacaklar, engelli olacaklardır. İlkbaharda yemyeşil olan ağaç yapraklarının sonbaharda kuruyarak yere düştükleri gibi insanoğlu da elbet bir gün yere düşecektir. Önemli olan bu bilinçle yaşamak ve hareket etmektir.  
Ne değişti insanın mayasında bu kadar sorumsuz, duyarsız olduk bir türlü anlamış değilim. Toplu taşıma araçlarında yaşlılara, engellilere, hamile ve kucağında bebeği olan kadınlara yer versek ne kaybederiz veya neler kazanırız İyi analiz etmeliyiz. 
"İnsan öyle bir değerdedir ki karşılığı yoktur, bu nedenle; onu ne kötülüğe yönelt, ne kötü olmayı öğret, ne incitmeye çalış, ne de saygısızlık et" sözü çok sevdiğim bir sözdür ve bu sözü ilk defa yıllar önce yabancı bir yazarın kitabında okumuştum. İnsan Allah'ın yeryüzünde yarattığı en şerefli varlıktır ve karşılığı yoktur. Bu nedenle insanlara saygı göstermek ahlaki bir zorunluluktur. Ancak bizler güzel ahlakı, terbiyeyi, saygıyı bir tarafa bırakarak sınıf ayrımı içerisine girip, insanlara sahip olduğu makama, kullandığı arabaya, giydiği markalı, Modalı elbiseye göre muhatap olmaya başladık. İnsana insan olduğu için saygı duymayı, değer vermeyi unuttuk. Allah dahi kainattaki her şeyi güneşi, ayı, yıldızları, yağmuru, karı, toprağı, ağaçları, çiçekleri, sebzeleri, meyveleri, bitkileri, tahılları, hayvanları insan için yaratmışken bizim insan olarak burnumuz neden havalarda bu sorunun cevabını bulamıyorum. 
Müslüman Türk Milletinin yapısında, örf ve âdetinde insana saygı her zaman ön planda tutularak komşusu açken kendisi yatmak yoktu. Selam vermeyene adam, selam almaya yiğit denilmezdi. Menfaat çıkar gözetmeksizin birinin derdi herkesin derdiydi. 
Allah'ın dahi çok büyük değer verdiği, üstün tuttuğu, her şeyi hizmetine sunduğu insana bir şeyler oldu. Günümüz insanı insanlıktan çıktı İnsanın en büyük düşmanı kendisidir sözünde olduğu gibi kendisine ve diğer insanlara en büyük düşmanlığı, kötülüğü, saygısızlığı insan yapar oldu. 
Kırşehir'de olduğu gibi dolaştığım illerde de insanlara insan olduğu için değil çalıştığı işe, sahip olduğu makama, kazandığı paraya, kullandığı arabaya, oturduğu semte ve evine, işine geldiği gibi menfaatine göre selam vererek değer verildiğini, fakirin, dar gelirlinin,  köylünün, çiftçinin, işçinin, amelenin yüzüne bakılmadığına şahit oldum. Söylemesi yazması çok etik değil ama resmen sınıflara ayrıldık ona göre davranıyor, ona göre hareket ediyoruz. Selam alıp verirken, insanları mesleklerine, maddi durumlarına göre elit insan, elit olmayan insan, şehirli, köylü gibi kategorilere ayrıldığını gözlemledim. 
Kısaca Kırşehir’de durum neyse gezdiğim şehirlerde de durum aynı farklı bir şey yok. Yani al birini vur ötekine, yok birbirlerinden farkları. Bir gerçek ki insan yoldan da, raydan da çıkmış.  
“T.C. Devletinin Anayasasına göre tüm vatandaşların kanunlar ve hukuk önünde eşittir” denilmesine rağmen Türkiye'nin diğer illerinde ve ilimiz Kırşehir'de çocuklarımız ilkokula başlar başlamaz adaletsizlikle, eşitsizlikle karşılaşarak annelerinin, babalarının maddi durumuna ve mesleğine göre oluşturulan sınıf ayrımıyla karşılaştıklarını görmekteyiz. Sonra da bu çocuklar büyüyerek hayata atıldıklarında eşitlikten, adaletten bahsedecekler ona göre karar vererek devlet yönetecekler öyle mi? 
Allah aşkına daha ilkokulun ilk günlerinde adaletsizliği öğrenen, dışlanan, horlanan çocuklar büyüklerinde hangi adaleti ve eşitliği sağlayacaklar onu hiç düşündünüz mü?     Maalesef düşünmediğimiz gibi birde bu tarz özel sınıflar oluşturan okul müdürlerini alkışladık, pohpohladık, yalakalık yaptık. Bu konuda yazdıklarımı okullar açıldıktan sonra oluşan sınıf tabloları ve velilerin feryatlarını gördükten sonra daha iyi anlayacağız. 
Yıllar önce Almanya'da Berlin duvarının yıkılarak insanların kaynaştığını, kucaklaştığını gördüğümüz dünyamızda Müslümanlıktan bahsedip, peygamber efendimizin hoş görüsünden, Hz. Ömer’in adaletinden dem vurduğumuz ülkemizde ve Kırşehir'de bu tür ayrımlar hiç bir dine, millete, ırka ve insana yakışmadığı gibi bu ayrımı yapanların yokluk içerisinde büyüyen muhteremlerin olması da ayrı bir tezatlıktır. 
Önceden insanların gelir düzeyi düşüktü, herkes zor şartlarda geçinirdi ve içilen bir kahvenin kırk yıl hatırı sayılırdı, samimiyet, içtenlik vefa vardı. Şimdi ise hiç bir şey kalmadı. “Vefa” denilince “İstanbul vefa mı? denilmeye başlandı. 
Oysa biz İstanbul'daki vefa semtinden bahsetmiyoruz. İnsanda olması gereken vefadan bahsediyoruz. Ama günümüzde vefalı olana, doğal, samimi ve içten olana saf veya enayi denilir oldu. Şimdi herkes bencil davranarak çıkar peşinde, menfaat peşinde onun içinde insanlıkla bağdaşmayan ne kadar davranış biçimi varsa hepsini yapıyorlar, yalakalık, taklacılık, kendi amaç ve menfaatleri uğruna insanlara çamur atmalar gibi. 
Ne oldu ki Müslüman Türk Milletine bir garip hal içerisine girdik? 
Ne oldu ki İslamiyet’in yayılmasında Anadolu'nun Türkleşmesinde, Türk Dilinin gelişmesinde öncülük eden Ahi şehri, kültür şehri, Türk Dilinin Başkenti Kırşehir'de insanlar tuhaf oldular? 
Neden var olan insanlığımızı kaybettik?
Her şey araba mı?
Her şey makam mı? 
Her şey menfaat ve çıkar mı? 
Her şey para mı?
Her şey gösteriş mi?
Acaba insana insan olduğu için saygı duysak, insan olduğu için değer versek,  Müslüman Türk Milletine yakışan örf, adet ve geleneklerine uygun yaşamayı, hareket etmeyi tercih etsek ne kaybederiz diyerek kendime soruyorum ama boşuna soruyorum gördüğüm kadarıyla bu ülkede inançlısı-inançsızı, hacısı-hocası, hacı ve hoca sakallısı-top sakallısı,  açığı-kapalısı, kotlusu-şortlusu, memuru-amiri, okumuşu-okumamışı aynı. İşin içine menfaat, bencillik girdikten sonra siz bakmayın milletin çeşitli maskeler takarak değişik tiplemelerde görünmelerine bunların hepsi aynı; al birini, vur ötekine, yok birbirlerinden farkları.