Yıl 1970 Kasım ayı idi. Kırşehir’de herkes gibi bende vatani vazifemi yapmak üzere Askerlik şubesinden evraklarımı ve sülüsümü aldım.

Yıl 1970 Kasım ayı idi.
Kırşehir’de herkes gibi bende vatani vazifemi yapmak üzere Askerlik şubesinden evraklarımı ve sülüsümü aldım.
Deli poyraz çok acı esiyordu.Dışarıda fırtınalar kopuyor sisten ve dumandan göz gözü görmüyordu.Sırtımda öğrencilik zamanında yatılı okulun verdiği eski bir ceket,bir naylon gömlek,bacağımda da dizleri yıpranmış bir pantolon vardı.Yedek ayakkabım olmadığı için aynı ayakkabıyı giye giye eskitmiştim.Onunla yola koyuldum.Ankara'ya kadar kendi biletimizle gittik.Ankara Tren garında 3 arkadaş bir kara trene bindik.
Çuf! çuf ! çuf ! Eskişehir'e kadar sefil bir şekilde gittik.Hani elimizde sülüs vardı ya ! Kimse değer vermiyordu.
Eskişehir'de tren aktarma yaptı.Birden Afyon istikametine giden trene bindik.Güzel kompardumanı vardı.Oraya üşüştük.Birde tren görevlisi gelerek kalkın oradan orası paralı deyince hepimiz yutkunduk.Fark bir Yolcu otobüsü fiyatından pahalı idi.Ancak Ankara'ya kadar çektiğimiz sefaleti görünce cebimizdeki harçlığımızı vermeyi hiç düşünmedim bile.
Sabaha karşı kara trenle Afyon'a vardık.
Dediler ki “Doğu Ekspresi gelecek bekleyin.”
Akşam 21.00'e kadar bekledik.O saatte gelen bir tren dolusu adam herkes hücum etti.Yer yok.Tüm askere giden gençler.Ortalarda sürünmeye başladılar.Biz fark verdiğimiz için 4 kişilik yerde rahat gidiyorduk.
Uşak iline vardığımız da belki inanmazsınız tren çekmemeye başladı. Arkadan gelen bir lokomotifin itmesi ile o yokuşları aştık.3. günü askerlik yapacağımız Manisa'ya vardık. Ama iki günlük para harcadık trende.
İşte o zaman kara treni görmüştüm.Şimdi dıeselle çalışan trenler var. Bir de hızlı trenler. Biz Ankara'dan Manisa'ya 3 günde varırken, şimdi Ankara'dan İstanbul'a 3-5 saatte varılıyor.
Türkiye’de pek çok il hızlı trene kavuştu. Darısı Kırşehirimizin de başına.
Nereden nereye geldik. Zurnayı biz çaldık. Parsayı başkaları topladı
Geçen seçim önce Kırşehir’e de hızlı tren geleceği vaadinde bulunan siyasilerimizin bu vaadlerini gerçekleştirmelerini bütün Kırşehirliler gibi ben de bekliyorum.
Bugünkü yazımda bir ayak oyunu hikâyesini anlatacağım.
Çok acı çekmiş, bağrı yanık adam ilerisinin ne olacağını düşünmeden süslü, kokana bir bayanla evlenmişti.
Gittiği yerlere omzuna heybesini alır, yalpa yaparak yürür giderdi. Tarım işlerini yapmakta oldukça toydu.
Kırsal kesimde kavga eksik olmaz, hunhar kana susamış insanlar, çalışmasına fırsat vermezler, fırsatını bulduklarında atının ayağındaki ayakkabısını dahi sökerlerdi.
Şerir insanlardan korunmak için çevresinde azgın ve kavgacı insanları çıkarı uğruna arpalardı.
Kadın, eşinin acıktığını bilerek hayvanın kalın bağırsağından bunbar yemeği hazırladı. Adam yemeğin vaktini geçirdi mi bilinmez, gözleri yuvalarından dışarı çıkmış kapısının önünde eşiniyordu. Sanki azgın boğalara dönmüştü.
Kadın pişirdiği bunbar yemeğini acele ile yer sofrasına koydu. Bağdaş kurarak oturan adam, sanki kıtlıktan çıkmış gibi yemeye daldı. Hiç nefes almadan avurtlarını şişiriyordu.
Yedi… Yedi… Gözlerinin önü açılmıştı.
Ha! Böyle olacak işte diye, anlaşılmaz sözlerle homurdanıyordu. Kadın yıllardır süslü gezmişti. Adam dili uzun kadın karşısında sürekli sünepe bir şekilde duruyordu. Kendisini korumak maksadıyla arpaladığı adamlardan bir tanesi, artık kuyruğu dik tutmalısın diyerek, züğürt tesellisi yapıyordu.
Tarım işlerinde ne kadar toy olsa da, bu yıl şansı yaver gitmiş bol miktarda mahsul kaldırmıştı. Paraları cebellezi etti. Kokana kadın bıngıl bıngıl et bağlamıştı. Her ne kadar süslü gezip müsrif göründü ise de, yuvayı dişi kuş yapıyordu.
Arpaladığı arkadaşı, sürekli olarak gammaz veriyordu. Her oturdukları yerde adama eşini kesiyor, kadını aşağısıyordu. Nihayet acı çekmesine rağmen o da bir insandı. Arkadaşının amanına dayanamadı. Artık eşini aşağısıyor, her yanına yaklaşmasında kadını küçük düşürücü sözler söyleyerek tahrik ediyordu.
Adam kadına karşı ağır ve fena sözler söyleyerek, ağız dağıtmaya başladı. Ne yaptığını, yapamayacağını bilmez hale gelmiş, başında yeller esiyordu. Akıl düzeninde zayıflık meydana gelmişti.
Adam artık herkesin gözü önünde kadını tahrik ediyordu. Maksadı kadını azgın sözlerle kaçırıp, yeniden mi evlenmekti acaba? Evdeki yiyeceklerden biraz çöplendi. Kartlaşıp, anaçlaşmış arkadaşını yanına davet etti. Artık kadının kusurunu, fazla süslü olmasını, gürültü ile yayarak tefe koyuyordu. Duramıyordu. Kalın bağırsaklarında bir buruntu meydana gelmişti. Kendi kendine, bu düztaban uğursuz kadın nereden başıma tebelleş oldu diyerek arkadaşına çekiştiriyordu.
İki ön ayağını nallatıp,kayar ettirdiği eşeğine binerek dışarı atılmış hayvan fışkılarının üzerinden geçti. Arkadaşı ile giderken hâlâ eşini çekiştiriyordu.
Fena oyun bilen düzenbaz arkadaşının sözüne nereden kanmıştı? Eşeği kan emici bir böcek olan büğelek ısırdıkça hayvan can acısı ile koşmaya çalışıyordu. Hayvana çırpıştırmaya gerek yoktu. Böceğin ısırması ile duyduğu acı yetiyordu.
Uzun bir yol giderek ilçeye vardılar. Üzeri toprakla örtülü bir evin üzerinde aşırı oynak, sürekli kırıtkanlık yapan fingirdek bir kadın, uzun saplı gelberi aleti ile yeni çekilmiş bulguru karıştırıyordu.
Adam eşeğe çüş dedi. Hayvan dahi orada neden durduklarına bir anlam veremedi.
Hovardalıkta uzmanlaşmış olan arkadaşı işmar etmişti. Fingirdeyen kadını görünce ağzını şapırdattı. Deyyus adam daha önceleri kadının bulunduğu yerde dolaşmış olmalı ki kadını adama karşı sürekli peh pehliyordu. Önemsiz bir kadın olan fingirdek kadını büyük göstererek adamı üzerine bırakıyordu.
Zamanında ayağında donu olmayacak kadar düşkün ve yoksul olan adam, eline birkaç kuruş geçince evindeki süslü eşini unutmuş, artık başkalarının tarlalarına otlamaya gidiyordu.
Adamı orada yalnız bırakan arkadaşı çoktan sırra kadem basmıştı. Gittiği yerde arkadaşının aleyhinde oynayarak adamı kovalatmak istiyordu.
Eşeğini otların üzerine bırakan adam, evin etrafında elleri arkasında volta atmaya başladı. Kadının komşularından, davranışları düzensiz üç tane zırtapoz genç, eşini şişirerek evinin etrafında bir kişinin düzensiz bir şekilde dolaşarak kadına tebelleş olduğunu söylediler.
Aslında adamın eşinin döner deliliği vardı. Aklı gelip gidiyordu. Her geçene gülümser, kadının huyunu bilmeyen kişiler ahlakı uygun olmayan kadın sanarlardı.
Adam elleri arkasında gaydalı bir ıslık çalıp gezerken, kocaman vücutlu pala bıyıklı ensesi pek kalın bir adam zırpadan dışarı çıktı. Adamın yüzünde eskiden kalma firengi yarası vardı. Firenginin en son rahatsızlığı olan akıl rahatsızlığına yakalanarak bir süre tedavi görmüştü. Aldığı ilaçlardan ve düzensiz yemeden dolayı ense boyun bağlamış azman bir hal almıştı. Evinin etrafında volta atan adamın yakasından tuttuğu gibi yukarı kaldırdı. Neden buralarda dolaştığını soruyor, adama göz patlatıyordu. Hovardalık yapma hevesinde olan adam, zırvalamaya ve saçma sapan sözler söylemeye başladı.
O adamında zamanla ihtiyaç duyulur diyerek arpaladığı adamları vardı. Baş ağrıtıcı bir gürültü ile koşuşan adamlar, daha soru sormadan hovardalığa hevesli adamın üzerine çullandılar. Sürekli boş böğrüne vuruyorlardı. Adamların tuturağı tutmuş, aksilikleri depreşmişti. Adam ne kadar kıtır attı ise de, bu delişmen, zırzop adamların elinden kurtulamadı.
Yumrukları yedikçe dokuz doğuran adam dolaba uğradığını anladı. Ancak aldığı sert yumruklar yüzünden sürekli öğürerek kusuyordu. Adamı öldüresiye tepelediler.
Adamın üzerindeki bütün elbiseleri alarak zemheri zürafasına döndürdüler. Ayakları yeni nallanıp, kayar edilen eşeğine bir iple sararak, eşeğe iki tekme vurdular. Hayvan can acısı ile attan hızlı gidiyordu. Adam arkadaşının uydurulan yalanına kanarak dolmayı yutmuştu.
Eşek geldiği yeri bildiğinden üzerinde sarılı sahibi ile köyüne dönüyordu. Hava oldukça bulutlu, gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu. İple sarılı olan adam kıpırdayabilse eşeği döndürecek, bir kuytu yerde yağmurun geçmesini bekleyecekti.
Yağmur şiddetini artırdı. Boğanak halinde yağıyordu. Eşek kulaklarını kısmış, yerleri eşerek beklemeye başladı. Adam yediği dayaktan nasibini iyice almış, sadece korktuğu olay yıldırım düşmesi idi. Daha önceleri birkaç hayvanın üzerine yıldırım düşmüş, o olay aklının bir köşesinde kalmıştı.
Bu hayvanın üzerinden nasıl kurtulacağına dair fikir yoruyordu. Boynu kalının zırtapoz adamları, gayrimünasip işlerde yakalamışlar, fena halde hırpalayarak fiyakasını bozmuşlardı.
Adam evdeki süslü eşini bırakarak evlenme hevesine kapılmış, fena durumlara düşerek ateşlere yanmıştı. Her işte talihi iyi gitmeye başlayan adamın bu işte talihi uygun gitmemiş, çamdalı gibi iri yarı adamların elinde orta oğlanına dönerek her tarafı ezilmişti.
O an kendisine dulda olacak kimse yoktu. Arpaladığı adamlar izini kaybettirmiş çağırdığı yerlere gelmemişlerdi. Ateşlere yanan adam eşeğin üzerinde bağırıp, inleyip, bozularak ağlıyordu. Uzun kemiklerinden hasar görmeyen kalmamıştı.
Yağmur üzerinden geçen eşek, sırtındaki adamı alarak, köye doğru yaklaşmıştı. Yağmur dinmişti. Kiremitlerin kırılması ile evlerine su giren arkadaşı evlerinin üzerine çıkmış kiremitleri değiştiriyordu.
Eşeğin üzerinde gelen adamı tanımakta gecikmeyen adam, belinde sokulu bulunan dilli düdüğünü çıkardı. Mahyaların üzerine oturdu. Hazin bir türkü çalıyordu. “Yandım yandım kar mı verdi...”
Kendisine göre felek ona iyi şeyler vermemişti. Acılar çektiği günleri çabuk unuttu. Eline biraz para geçtiğinde evindeki eşini ve çocuklarını unutarak, iyi görünüp aslında kötü düşünceli adamların arkasına takıldı. Karışıklıktan yararlanıp gürültüye getiren insanlar kalın kafalı adamı yediği dayaktan ötürü çatal gördürüyorlardı.
Kendisini ayak oyununa getiren adam, kiremit üzerinde düdük çalıyor. Arkadaşını çok gülünç durumlara düşürerek eşekten düşmüşe döndürüyordu. Çanak yalayıcı arkadaşı içerisindeki saklı oyun ve hainlikle kendisini çekememiş çam yarması gibi adamların elinde bir ton dayak yemesine sebep olmuştu.
Horoz akıllı, beyinsiz adam kötülük yapmak için bir araya gelmiş fesat cemiyetinin içerisine düşmüştü. Adam vücut bölgelerine dokunuldukça sinir tepkisi ile gıdıklanarak gülüyordu.
Evde günlerce yaralarını sardılar. Süslü, kokana diyerek beğenmediği eşi katır yılanı sokmuş gibi olan eşini, kepaze ve gülünç duruma düşmesinden dolayı hiç küçümsemedi. Gizli bir şekilde kumpas hazırlayan arkadaşının yüzü utanmazlıktan davul derisine dönmüştü.
Eşi yine bir hata yapacağını düşünerek sürekli göz baskısına alıyordu. Bütün acıları unutmuştu. Arkadaşının yaptığı hile ve gizli oyun çok onuruna dokundu. Sıraca illetinin en korkuncu olan domuz başı hastalığına yakalandı. Öyle an geldi ki kemikleri çıkarak hırtlanbaya döndü.
Dalkavukluk edip, hep alkışlayan şakşakçı arkadaşı tumba döşek üzerine yan devrilmiş piposunu tüttürüyordu. Rahatsızlığı gittikçe arttı. Uyandıkça uyku sersemliği ile her şeyi çatal ve ikiz görüyordu. Sıraca illeti gittikçe etkisini göstermeye başladı. Yere yuvarlanıp arka üstü yatarak iki tarafa çabalıyor, sürekli debeleniyordu. Yüksek ve coşkun ses çıkararak hüngürdeyip ağlamaya başladı.
Uyudukça ecel donu giydiğini görüyor, gözlerini kapadıkça sıçrayarak kalkıyordu. Yaşamaktan bıkmış, canından bezer olmuştu.
Bir gün çok sıkı bir şekilde terledi. İçi daraldı. Sinirleri oynadı. Sebepsiz korkulara kapıldı. Yanmış ciğerlerin kebabı oldu. Evinde beğenmediği ve kokana dediği eşi dururken hatalı yerlere giden adam, beklenmedik bir şekilde meydana gelen bu durum karşısında süslü eşi çocuklarına sessiz olarak kaş göz işareti yapıyor, babalarının durumu için onları uyarıyordu.
Adam buram buram terledi. Gözleri perdelendi. Burnu yukarı dikildi. Hezeyan içerisinde neler söylediğini bilmiyordu. Bülbül çanağı gibi küçük kase ile su verdiler. Kadın sürekli gözlerini kaçırıyordu. Adam kafasını doğrulttu. Derin bir nefes aldı ve boynu yan tarafa düştü. Artık kalıbı dinlendirmeye gidiyordu. Arkadaşı kıh kıh gülüyor, süslü eşi kaderine yanıyordu.