Şimdi yıkılmış olan Yenice Mahalle'deki Gazi İlkokulu'ndan 1949 yılında mezun olduktan sonra okulların yeni öğretim yılının başlamasına birkaç hafta kala babam elimden tutup yine yıkılmış olan Kale Ortaokulu'na götürerek kaydımı yaptırdı. Ortaokul müdürümüz Sabri Örüklü idi.
O yıllarda Kırşehir'de lise yoktu. En yüksek dereceli tek okul Kale Ortaokulu'ydu. Kale'de okuyanlar okula giderken parmakla gösterilirdi "Kale mektebinde okuyor" diye... Bizler de bundan gurur duyar, okula giderken böbürlenerek yürürdük âdeta...   
Kale Ortaokulu'nun öğretmenleri de saygın ve kültürlü kişilerdi. Ne yazık ki üniversitede hocalık yapacak değerde olan o öğretmenleri bugün arıyor hale geldi yeni kuşaklar... Her ne kadar yaramazlıklar yapsak da öğretmenlerimize saygıda kusur etmez, yolda uzaktan geldiğini görünce durup yola dönerek önümüzü ilikler, hazır ol vaziyetine geçer, öğretmenimiz önümüzden geçerken başımızı saygıyla eğip kaldırmak, ya da o zaman giyilmesi zorunlu olan ay-yıldız kokartlı şapkamızın siperine sağ elimizi dokundurmak suretiyle selâmlar, o da selâmımıza mutlaka karşılık verirdi. 
Ortaokulda yaşanan arkadaşlıklar da ömür boyu unutulmayacak kadar güzel anılarla doluydu. Birbirimizle asla kavga etmediğimiz, küsmediğimiz gibi elimizden geldiğince yardımlaşmaya çalışırdık. Özellikle köylerden gelen arkadaşlarımıza özel bir yakınlık duyar, her konuda onlara yardımcı olmaya çalışırdık. 
Sözü fazla uzatmadan bir bayan öğretmenimizle hâtıra resmi çektirmiş arkadaşlarımızı tanıtmak istiyorum. Hemen belirteyim ki 1949-1952 arasındaki bir yılda çekilmiş resimde her nedense ben yer almamışım. Arkadaşlarımızın kıyafetlerine dikkat ediniz. Hepsinin ceket düğmeleri iliklidir ve bu öğretmenlerimize duyduğumuz saygının bir ifadesidir. Resmin acı bir hâtıra taşıyacak olan bir başka özelliği ise hâtıra resmi çektirmiş kız arkadaşlarımızdan birinin yıllar sonra çalıştığı Ankara Ulus'taki banka şubesine düşen uçağın enkazı arasında yanarak can verecek olmasıdır. 1 Şubat o kız arkadaşımızın aramızdan ayrılışının yıldönümüdür. Bu acı yıldönümünde arkadaşımızı dünyadan koparan fecî kazanın hikâyesini de anlatarak onu rahmetle anıyorum. 
RESİMDE YER ALAN ARKADAŞLARIM
(Soldan sağa) Ayaktakiler: Yılmaz Saydam (Kanada'da yaşıyor), Rifat Hatunoğlu, Aydın Köker, Fuat Alpaslan, Nermin Kökan (Hasan Hangül'le evlendi), coğrafya öğretmenimiz Meliha Güven, Gürbüz Berk (en arkada), Zehra Kurutlu, Lokman Kabadayı (Kaymakamlık yaptı, Kırşehir'de avukat iken yolda kalp krizi geçirerek vefat etti), Sabahi Sülükçü (Gazi İlkokulu'nda da arkadaşımdı. Yerleştiği İzmir'de trafik kazası sonucu vefat etti).
Oturanlar: Mustafa Çavumirza (Karahıdırlı), Erol Güngör (Profesör oldu, Selçuk Üniversitesi'nin kurucu rektörü. 1983 yılında İstanbul'da kalp krizinden vefat etti), Gürbüz Ünsal (İzmir'de vefat etti), Halil Yurdugüzel, yarı eğilmiş olan Tuncer Baktır, Orhan Yalçın (İnşaat yüksek mühendisi oldu. Eski Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürü Dr. Tevfik Özenbaş'ın kızı Bilge ile evlendi), Ahmet Vehbi Yastıman (Zeynep halamın oğlu, saatçı Mehmet Yastıman ve Cemal Yastıman'ın kardeşleri. O da 1960 yılında İstanbul'da beyin ameliyatı olurken vefat etti).
Önde oturan kız öğrenciler: Solda Yurdagül Başar (Kızlık soyadını hatırlayamadım. Yaşar Başar'la evlendi), ortada Selçuk Gürses. Diğer kız arkadaşımızın adını hatırlayamadım. Sonradan soyadını Karafakıoğlu olarak değiştiren Selçuk Gürses'in ailesi Kayabaşı Mahallesi, Buçuklu Camii yanındaki iki katlı konakta oturuyordu. Selçuk bundan tam 58 yıl önce 1 Şubat 1963 Cuma günü Ankara üzerinde çarpışan iki uçağın Ulus'a düşmesiyle çıkan yangın sonucu çalıştığı banka şubesinde alevlere teslim oldu.
1963'TE ANKARA ÜZERİNDE ÇARPIŞARAK ULUS'A DÜŞEN  
UÇAKLARDAN BİRİ SELÇUK GÜRSES'İ HAYATTAN KOPARDI

1 Şubat 1963 Cuma, Ramazan ayının ilk günü... Her şey olağan biçimde ilerliyordu. Fakat göklerde bir şeyler olacaktı sanki... Lübnan Orta Doğu Havayolları'na ait Vickers 754-D tipi yolcu uçağı 15 yolcusuyla Ankara Esenboğa Havalimanı'na inişe hazırlanıyordu. Aynı anda Etimesgut'tan eğitim uçuşu için havalanan Çubuk-28 askerî uçak da eğitim uçuşunu tamamlayıp üsse dönmeye başlamıştı. Tüm bunlar saat 16.00 civarında cereyan ediyordu ve şiddetli bir patlama tüm Ankara'yı sardığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Gürültünün kaynağı Altındağ sırtları üzerinde çarpışan bu iki uçaktı.  Yolcu uçağı Esenboğa'da kuleyle temasa geçip son olarak şunları söylemişti: “Normal uçuyoruz, Ankara üzerine temas ettik ve alçalıyoruz.” 
Bir sonraki iletişim ise mümkün olmadı. Yolcu uçağı Viscount tamamen tesadüf eseri o bölgede eğitim uçuşu yapan Çubuk-28 ile saat 16.12’de çarpışarak Ulus'un göbeğine düşmeye başlamıştı.  Görgü tanıkları o an gökyüzünün kırmızı ve siyah karışımı bir dumana büründüğünü anlatıyordu. Yolcu uçağının parçaları ve yolcular Ulus’ta Anafartalar Caddesi civarına düşmüştü. Eğitim uçuşu yapan askerî uçak ise Bentderesi üzerinde bir binaya çakılmıştı. Paraşütle atlamaya çalışanlar olmasına rağmen her iki uçaktan da kimse kurtulamamıştı. Ramazan alışverişi yapan, ayın ilk günü maaş çekmek için bankada sıra bekleyen halk saçılan uçak parçalarının hedefi olmuştu.
UÇAĞIN DÜŞTÜĞÜ YERDE 87 KİŞİ YANARAK ÖLDÜ
Uçaktan dökülen jet yakıtı bir alev topu haline dönüşmüş, oradan geçmekte olan herkes için dehşet saçmaya başlamıştı. Olayın gerçekleştiği Hükûmet Caddesi ve Bentderesi Caddesi'nde uçaktaki ve düştüğü yerdeki 87 kişi yanarak yaşamlarını yitirmişti. İki katlı Oğultürk Hanı’nın altındaki iki katta hizmet veren İstanbul Bankası'nda bulunan müşteriler ve çalışanlar demir kafesli pencerelerden dışarıya çıkamamışlar, yanarak ve boğularak ölmüşlerdi. Çünkü Lübnan uçağı bankanın tam giriş kapısı önüne düşmüş, yangın merdiveni bulunmadığından bankadan çıkış mümkün olmamıştı. Yanan banka çalışanları arasında Kale Ortaokulu'nda okurken arkadaşlarıyla çekilmiş yukarıdaki resimde gördüğünüz 26 yaşındaki Selçuk Gürses de bulunuyordu. Kazayı takip eden günlerde hastanelerde tedavi altında bulunanların da ölmesiyle ölenlerin sayısı 120'ye çıkmıştı. Bölgedeki hastaneler alârm vermesine rağmen kaosun önüne geçilememişti.
Olaya tanık olan bir avukatın anlattıkları aslında dehşeti özetliyordu:
"Alev topu yoldan geçenleri, önünde kaçan yayaları, ayakkabı boyacılarını yakalayıp yutmuştu. Yükselen kara duman tüm Ankara’dan görülüyordu. Kaza sonrasında çarpma ve infilâkin etkisiyle gaz boruları da patlayarak alev almış, sağa sola saçılanlar yanmış, pembeleşmiş ve kömürleşmiş, tanınmaz haldeki insan cesetlerinden etrafa yayılan ağır et kokusuyla manzaranın boyutları dehşet verici bir hal almıştı." 
Şans eseri yolcu uçağı o anda ikindi namazı kılınan Zincirli Camii’nin üstüne değil de yakınlarına düştüğü için can kaybı 120 ile sınırlı kalmıştı. Bu sayı bile felâketti aslında.
Kazadan sonra Ankara'da yas ilân edilmiş, bütün eğlence yerleri, sinemalar ve tiyatrolar günlerce kapalı tutulmuştu.
Olay sonrası açılan tazminat dâvaları, kaza raporları ve kule kayıtları incelenmiş, dâva yıllarca sürmüştü. Açıklanan kesin raporda Çubuk-28 uçağı % 20, Lübnan yolcu uçağı Viscount ise % 80 kusurlu bulunmuştu.