BUNDAN 36 yıl önce yaşanan o karanlık günleri unutmak mümkün mü? 12 Eylül 1980’de yaşanan Kenan Evren darbesinin üzerinden tam 36 yıl geçti. 1980 darbesini bir gazeteci olarak yakından takip etmiştim.

BUNDAN 36 yıl önce yaşanan o karanlık günleri unutmak mümkün mü?
12 Eylül 1980’de yaşanan Kenan Evren darbesinin üzerinden tam 36 yıl geçti.
1980 darbesini bir gazeteci olarak yakından takip etmiştim.
1960 darbesini ise hayal meyal hatırlıyorum. O zaman büyüklerimizin ağladığını görmüştüm.
27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya kadar geçen 56 yılda 2 darbe, 3 darbe girişimi, 2 post modern darbeye tanıklık ettim.
Hiç birisinde yurt dışındaki bir sivil iradeden talimat alınmadı.
Hiç birisinde korsan bildiri okunmadı.
Hiç birisinde bu kadar şehit verilmedi.
Hiç birisinde bu kadar kan akmadı.
Hiç birisinde tepki olarak camilerde salâ verilmedi, namazlar kılınmadı.
Hiç birisinde darbeci subaylar yurt dışına, hem de devletin askeri uçağıyla kaçıp sığınmadı.
Hiç birisinde asker bu kadar itibarsızlaştırılmadı.
Hiç birisinde halk milli iradeye ve demokrasiye bu kadar çok sahip çıkmadı.
Hiç birisinde halk Cumhurbaşkanına, Hükümete bağlılığını göstermek için sokaklara dökülmedi.
Hiç birisinde TBMM’de temsil edilen partiler ortak bildiri yayınlamadı.
Ve hiçbirisinde darbeciler bu kadar vicdansız olmadı, milletinin üzerine tankları sürmedi, kurşun yağdırmadı, uçaklarla Atatürk’ün açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalamadı.
Gerçekten 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimi çok haince, çok alçakça, çok kalleşçe plânlanmış.
Püskürtülen 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tutuklamaların, ordudan ve yargıdan ihraçların sürdüğü bugünlerde son 56 yılda yaşanan darbe ve darbe girişimlerine bir göz atalım.
27 Mayıs 1960 ihtilalını bir çocuk, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post modern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve son olarak da 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bir gazeteci olarak yaşadım, yaşananların tümüne tanıklık ettim.
27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri, dönemin genelkurmay başkanını by-pass ederek Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında emir komuta zinciri içinde yönetime el koymuştu.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş, Anayasa değiştirilmiş, Cemal Gürsel devlet başkanı olmuştu. Böylece Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu döneme kadar hep asker kökenli ya da askerin önerdiği isimlerin cumhurbaşkanı seçildiği veya seçtirildiği bir dönem de başlatılmıştı aslında.
Yine 22 Şubat 1962 ve 21 Mart 1963 tarihlerinde Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan’ın darbe teşebbüsünde bulunduğunu biliyoruz. TBMM’ye el koyan Talat Aydemir ve Fethi Gürcan bu kanunsuz girişimden vazgeçmeleri karşılığı serbest bırakılmışlar ancak ikinci darbe teşebbüsleri sonrası idam edilmişlerdi. O dönemde Kara Harp Okulu öğrencilerinin silahlı kuvvetlerle ilişikleri de bu vesileyle kesilmişti.
12 Eylül 1980’de ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları emir komuta zinciri içinde yönetime el koymuştu. Türkiye bir kez daha darbe ile karşılaşırken yıllarca süren travmalara ve tartışmalara neden olan birçok karara da imza atılmıştı. Bugün çok tartışılan, değiştirilmesi için siyasi partilerin bir türlü uzlaşamadığı 1982 Anayasası halkın büyük çoğunluğunun “evet” oyu ile kabul edilmişti.
Yıllar sonra da olsa Kenan Evren başta olmak üzere darbeci komutanların hayatta olanları yakın bir zaman önce yargılandılar.
Askerin kışlasında kalarak güya demokrasinin kurumsallaşması amacıyla yaptırılan 28 Şubat 1997 müdahalesi “post modern darbe”, 27 Nisan 2007 müdahalesi ise “e-muhtıra” olarak anıldı, tarihe geçti.
Ve 15 Temmuz 2016 tarihinde bölücü, hain FETÖ’cü bazı taşeron general ve subayların darbe girişimi.
Bu alçakça teşebbüs, polis teşkilatının, demokrasiye bağlı askerlerin ve en önemlisi de Türk halkının, “milli irade ve demokrasi”ye sahip çıkmasıyla amacına ulaşamadı.
“Yurtta Sulh Konseyi” adına devletin televizyonunda TRT spikerine silâh dayatılarak zorla okutturulan “korsan darbe bildirisi”, bize 56 yıl önce 27 Mayıs 1960 sabahı Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in Bayrak radyosunda davudi sesi ile okuduğu, “Sevgili vatandaşlar! Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye’de Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır” açıklamasını ve 12 Eylül 1980’in öğle saatlerinde Orgeneral Kenan Evren’in, “Yüce Türk Milleti” diye başlayan “Silahlı Kuvvetler Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır” cümleleriyle biten konuşmasını anımsattı.
Teknolojinin geliştiği, iletişim kanallarının yaygınlaştığı günümüzde, tüm özel televizyon kanalları canlı yayın yaparken, her türlü bilgi internette anında paylaşılırken darbecilerin düştüğü duruma bakar mısınız? Topuna lânet olsun.
Ağustos ayı başında yapılacak Askeri Şura’da tasfiye edilecek komutanların organize ettiği ifade edilen 15 Temmuz darbe girişiminin sonucunun böyle olacağı belli idi.
Asker ile polisi karşı karşıya getiren, askeri itibarsızlaştıran darbe girişimini yapmaya soyunanlar bu kez “milli irade ve demokrasi” kayasına çarptı.
Halkın desteklemediği, halkın sahiplenmediği bir “darbe”, dünyanın hiçbir yerinde başarıya ulaşmadı ki Türkiye’de ulaşsın. Ve öyle de oldu.
Darbenin başı henüz bilinmezken, darbeci komutanlar ortalıkta görülmezken ne olduğundan haberi olmayan, kışlasından tatbikat bahanesiyle çıkartılmış askerlerle darbe yapacağını sanan hainler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve büyük Türk Milleti’ne tosladılar.
Öyle ki televizyon kanallarında yayınlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Herkes sokağa çıksın, ben de aranızda olacağım” mesajıyla halk meydanlara toplandı.
Başbakan Binali Yıldırım’ın sağına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı, soluna İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ı alarak yaptığı “Demokrasi, Milli İrade, Birlik ve Beraberlik” çağrısı tüm televizyon kanallarından canlı olarak yayınlandı.
Darbeciler panik içinde kaçacak delik ararken bombaladıkları TBMM olağanüstü toplanmış, hazırladıkları “demokrasiye, milli iradeye bağlılık” metnini imzalıyordu.
Darbeci general, amiral, subay ve astsubaylar polis tarafından gözaltına alınırken halk sokaklarda “demokrasi ve milli iradeye” bağlılık yemini ediyordu.
Gurur duydum demokrasiye sahip çıkan asil Türk halkından.
Darbe girişiminin sonucunda darbeci komutanlar ve Fethullah Gülen terör örgütü kaybetti.
Demokrasi ve milli irade ile birlikte Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetimiz kazandı.
Ben de devletimizin yanında olarak demokrasi ve milli iradeyi destekliyorum.
Burada bir şeyin altını çizmek istiyorum. Sapla samanı karıştırmayalım. FETÖ’cülerin aksine devletine bağlı kamu görevlileri başta olmak üzere tüm vatanseverler korunmalı ve mağdur edilmemelidir. Verilecek bir hatalı karar, devletin yanında olan bazı insanların geleceğiyle, istikbaliyle oynanmasına yol açabileceğinden konuya hassasiyetle yaklaşılmalıdır.
Düşünebiliyor musunuz, devletimizin en tepesindeki Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Genelkurmay Başkanımızın yaverlerinin bile FETÖ denen bölücü örgütün elemanları olduğu ortaya çıkıyor.
Bu inanılacak gibi değil.
Bu örgüt, 40 yıldır devletin tüm organlarına sızmış ve hakim olmuşlar.
Kahrolsunlar, lanet olsun tümüne, hainlikleri asla unutulmayacak.
27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya…
Türkiye tüm darbe ve teşebbüslerinden çok zarar gördü, çok dersler çıkardı.
15 Temmuz darbe girişimi amacına ulaşamadı.
Türk milleti dünyaya demokrasi dersi verdi, milli iradeye karşı darbe girişiminde bulunanlara ise büyük bir şamar vurdu.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen siyasi partiler ve milletvekillerinin, darbe girişimine karşı çıkarak örnek bir birliktelik sergilemeleri ise doğrusu takdire şayandı.
Şimdi ülkemizde olağanüstü hal ilân edildi. Kırşehir Valisi Necati Şentürk, bu kararın ardından ilk toplantısını yaparken darbeyi şu sözlerle değerlendirdi:
“Ben 4 darbe gördüm. 1 Mayıs 1961 ihtilalında ilkokul talebesiydim. Bizi topladılar ve marşlar öğrettiler. O darbeyi talebe olarak görmüştüm. 12 Mart Muhtırası vardı. O tarihte de Siyasal Bilgilerde üniversite talebesiydim. 12 Eylül 1980 darbesinde de kaymakamdım, o darbeyi fiilen biliyorum. Görev yaptım. Hatta kaymakamlıkla birlikte belediye başkanlığı da yaptık. 28 Şubat post modern denilen darbeyi de biliyoruz. O darbenin de mağduruyum. Bu darbe girişimi ise, hür demokratik düzeni ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketi ki bunun kadar alçakça, bunun kadar müptezel, bunun kadar rezil, bunun kadar halkına karşı bir şey görmedim ve duymadım. 60 ihtilalında 246 şehidimiz yok, olmamıştır. Menderes ile iki arkadaşı idam edilmişlerdi ve onun bile yaraları hala sarılmış değil. O yara bugün bile kanıyor. Ama görüyoruz ki dünkü rakamlar itibarıyla 246 tane vatandaşımız şehit olmuş, 2 bin 285 kişi yaralanmış. Milletin üzerine tanklar süren, milletine tanklarla, toplarla ateş eden, tankın paletleri arasında masum insanları, asil Türk milletinin evlatlarını ezen ve komutanlarına karşı bu kadar saygısızca, müptezelce ve disiplinsiz tarzda yaklaşan, insan hak ve özgürlüklerini bu ölçüde rencide eden, ortadan kaldırmaya çalışan ben bir darbe görmedim. Paletlerin altında insanlarımız ezildiler. Arabaların üzerinde dağa tırmanır gibi, hiçbir zaman bombalar atılmamıştı. Uçaklardan Türk halkına bombalar atıldı, kurşunlar yağdırdılar. Bu bakımdan dünya tarihinde görülmüş en şerefsizce darbelerden birisi olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu darbe teşebbüslerinden birisi olduğunu düşünüyorum.”
Özetle, 15 Temmuz darbe girişimi ülkemize büyük zararlar verirken, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne de büyük bir darbe vurdu.
FETÖ terör örgütü, mazisi şan ve şereflerle dolu Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin içine sızarak amaçlarına ulaşabileceklerini sandılar ama şerefli ordumuzun başındaki vatansever komutanlar buna engel oldu.
Bu anlamda Türk Silahlı Kuvvetlerimiz hepimizin göz bebeğidir. Bizim şerefli ordumuzdur, Peygamber Ocağı’dır. Bu ihanet, asla Türk Ordusuna mal edilmemeli. Bu sebeple Ordumuza da sahip çıkalım.
Onların içerisinden bir kısım çürük elmalar çıkması hepsini aynı kefeye koymamıza neden olmamalı. Aynı şekilde adalet mekanizması içindeki çeşitli alanlarda görev yapanlar ile bürokrasideki idareciler içerisinden de çürük elmaların çıkması geneli bağlamaz.
Evet, ülkemiz bir badirenin eşiğinden döndü. Bu badireden çıkmanın tek yolu, birlikte hareket etmektir.
Şimdi, bizim birlik olmamız lâzım. Biz birlik olduktan sonra kimse bileğimizi bükemez.
Yaşasın demokrasi, yaşasın milli irade!