“Suç, herkesin gözü önünde işlendi
Cumhuriyet’in kurulduğu yerde,
Yere serildi
Cumhuriyetçiler
Cumhuriyet’in görevlileri
Suçluları görmezden geldiler
“…Ve sövdüler
Cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye…”

1993’ün 2 Temmuz’u ….
Utancı yüzyılın. Anadolumuz’un utancı.
İnsanlığa ve insanlığın evrensel değerlerine karşı işlenen bağnaz suçların "kan davası” olmaz. Lakin böylesi iğrenç suçların hangi toplumlarda olursa olsun. Oluşum temellerinin kökünü kazımak insanlığın boynunun borcu.
Hacıbektaş’ı destanlaştıran, destansı anlatımlardan şiirsel olanaklar çıkaran sevgili Abdülkadir Paksoy, “Sivas Kıyını”nı “Yaralı Temmuz” diye şiirleştirilmiş. Girişteki şiirde onundu.
Ve bu şair “dünya dönüyor” deyip de engizisyon yargıçlarının eline düşen Galileo’ya atıfta bulunarak sesleniyor:

“Birazda senin yüzünden bunlar
Galileo Galileri
Biraz da senin yüzünden
Neden boyun büktün sanki
Son anda
Engizisyon yargıçlarına
Eğer boyun bükmeseydin sen
Nasıl yakardı yeşil sarıklı Katolik papazları
Beş yüz yıl sonra
Cehennem ateşini Anadolu’da…
Kaldır başını Galileo Galilei
Dünya dönüyor de
De ki dönsünler yönlerini
Dünyanın ezilen bütün çiçekleri
Dönsünler yönlerini güneşe”
“Evet hepsinden kötüsü senin boyun bükmendir
Galileo Galilei
Hala da büküyorsun
Galileo Galilei
Bil ki
Kanıyor bütün dünyanın çiçekleri”…
……...
14 ay sürdü Sivas davası 24 Aralık 1994 günü 124 sanıktan 86’ına 2 ile 15 yıl arasında hapis, 37 sanığa berat kararı, tutuklu 12 sanığa da tahliye çıktı.
Yeniden görüldü dava… 35 aydını diri diri yakan sanıkların 33’üne idam çıktı bu sefer.
1930 ‘da Menemen’de Öğretmen yedek Subay Kubilay’ın başını gövdesinden ayıran Nakşibendi bağ bıçağının işlemeye başladığını anlatıyordu şair:

“Unutulan
Kayboldu
Kırıldı sanılan
O kör bağ bıçağı
Çıkarıldı karanlığın kınından
Dayandı gırtlağımıza
Bir değil bu kez
Otuz beş can ayrıldı aramızdan”
“Beş yüz yıl sonra
Pir Sultan Abdal’ın boynunda
Hızır’ın ipi
Sürüklendi Sivas kapılarında
Zamanın iti…”

Kimi siyasetçiler sanki siyasi akrabaları bildiler, cinayet işleyip, nara atanları da “tahrik” nakaratı tutturdular ve şair cevap verdi bu “tahrik”e:

“Ey Hammurabi
Ey solon
Ey Jüstinyanus
Ey çağdaş yasa koruyucuları dünyanın
Tahrik’ten sınıfta kaldınız
Ateşi tahrik eden kavı göremediniz
Lavı tahrik eden toprağı
Çığlığı tahrik eden fısıltıyı
Arsızlığı tahrik eden Ar’ı…
Ve en önemlisi karanlığı tahrik eden ışığı
Göremediniz”

…Ve Sivas’a sesleniyor şair:

“Elsin bana artık Sivas bana el
Rüzgarının soluğunu kestiler
Kanayan bir Temmuz dolanıyor kapılarında
Yaban domuzları yaraladılar onu
Kanından fışkıran siyah laleler kapladı yollarını
Temmuz gün yüzüne çıktı diye oldu bütün bunlar
Yeraltında Persefon yerine
Yerüstünde Afrodit’i seçti diye
Çıkar Sivas çıkar Temmuz’u karanlığın içinden
Çıkar ki, dost olduğunu bileyim yeniden
Elsin Sivas artık bana el
Kaldır Pir Sultan’ı düşürüldüğü yerden
Kırık sazını kucağına ver
Dost olduğun bileyim
Çıkar boynundan yağlı ilmeği
Çıkar boynundan yakılmış madımak’ları
Ona çiçekten bir halka ver”
… Ve şair Sivas davasında 33 idam kararının ardından duygularını döküyor beş yıl sonra:
“Onlar insanı kırdılar doğru
Ama gelin sayın yargıçlar
Siz kalemlerinizi kırmayın
İdam gömleği yerine
Giydirdin birer okul önlüğü
Kalemlerinizi verin bu ‘çocuk’lara
Bir de defter yanında
Otuz beş kez ‘insan’ yazılacak
Deyin ödev olarak da”
“Elbet bir yararı yok şimdi bütün bunların
Yararı yok suyun ve rüzgarın kavrulmuş başaklara
İşte oradan oraya atıyor kendilerini çınarlar acıyla
Bin yıllık uğultular geliyor köklerden
Salkım söğütler saçlarını yoluyor
Tüm aklığını vermeye hazır pamuk tarlaları
Ötelerden herşeyi bilip gözleyen dağlar
Kollarını açmış:
‘Her mihnet kabulümüz, yeter ki bir can daha eksilmesin
Diyorlar”