ali-akdoganOlay yerine gittiğimde teröristler Karacehennem ormanlarına yaslanmış kanyonun karşı yamaçlarında kaybolmuştu. Yanmış bir kamyonun içinde ağzı var dili yok onlarca koyunun kömürleşmiş cesetlerinden ağır bir koku etrafa yayılıyordu. Bingöl-Karlıova karayolunu kesen teröristler koyun yüklü bir kamyonu ateşe verip kaçmışlardı. Olana bitene tanık olduğundan şüphe olmayan meşelerin sessizliğini kuş sesleri bozuyordu. “Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü” diyen Anadolu erenleri gibi insanlığımız da toprak olmuştu sanki. Hayvanlara yapılan barbarlık insanlık adına utanç verici idi.

Olay yerine en yakın bir kaç kilometre uzakta, olay yerine tepeden bakan bir konumda idi, köye gittim. Yaşlı genç bir kalabalık karşıladı bizleri. Olayın sıcaklığı yaz sıcağından daha çok kavuruyordu insanları. Terör eylemlerinin asıl yükünü çeken köylülerimizdi. Eylemi yapan kaçıyor, kalana hesap vermek düşüyordu. Örgüt evladını koparıp alıyor, direnemiyor, dirense baş edemiyor. Dağ başlarında devletin çeşitli nedenlerle sahipsiz, korunmasız bıraktığı köylüler. Ürkerek, korkarak her olay sonra gelenlere bakan meraklı gözler... Ne diyeceğini, nasıl söze başlayacağını bilemeyen insanlar.

Her zaman olduğu gibi ilk yakası tutulacak(?) adam muhtar ama o da her zaman olduğu gibi köyde yok. Olaya ilişkin güvenlik ve idari işlemler yapılırken kalabalığa “gelin oturalım” dedim, korunaklı bir yere iliştim. Köyün adı Hacılar, hani geçenlerde yine bir terör olayına tanıklık eden Hacılar. Her ağzını açan Allah ile, peygamber ile söze başlıyor. Yeminin bini bir para. “Görmemişem, bilmemişem, duymamışem”... Can korkusu tanrı korkusuna çoğu zaman galip gelir. Bu yüzden kimseyi kınayamam, kınamak basitlik olur. Silah ensesinde iken insanın tüm melekeleri tatile çıkar.

Bu insanlara ne diyeceğim derken babaannemin anlattığı bir öykü geldi aklıma ... “Ali’yi bilir misiniz” diye söze başladım, “Hazreti Ali’yi bilir misiniz”? Yanıt beklemeden devam ettim; “Ali savaşırken düşmanı yere yıkılmış, kılıcını kaldırmış, adamın kafasını koparacak, adam son bir gayret ile Ali’nin yüzüne tükürmüş.” Kalabalıktaki yaşlı ve genç insanların kulak kesildiğini hissetmek mümkündü. “Ali duralamış bir an. Sonra tüm gücüyle kılıcını adamın boynuna değil yanı başındaki bir kayaya vurmuş. Kaya un ufak olmuş.”

Bingöl, yüzde sekseni ormanla kaplı, güldür güldür akan suları, yalçın doğası ile ülkemizin en güzel doğal varlıklara sahip illerinden birisi. İnancım odur ki insan dokusu da bundan olabildiğince nasibini almıştır.

“İslamın adil ve güçlü insanı, Muhammed’in damadı, Hasan ile Hüseyin’in babası yüzüne tüküren düşmanının, fırsat elinde iken kellesini kesmemiş. Sonraları Ali’ye sormuşlar bu adamı neden öldürmediğini... Ali demiş ki; “eğer ben yüzüme tüküren adamı öldürmüş olsaydım, Ali kininin, kızgınlığının kurbanı oldu diyeceklerdi, düşmanım ölecekti ama ben bu lekeyle yaşamak zorunda kalacaktım...”

Okuması yazması olsa da, olmasa da Anadolu insanı Hak’tan, haklıdan, doğrudan yana olabilmeyi başarmıştır. O nedenle onca istiladan, onca zulümden, onca beceriksizlikten sonra hâlâ vardır ve var olacaktır. Hava kararmadan yola koyulmamız gerekiyordu. Yol boyunca bu güzel doğaya, bu ülkenin sağladığı tüm olanaklara karşın insanlarımızın yakasını bırakmayan “ortaçağdan kalma eşkıyalık düzeni”ni düşündüm durdum.

Hacılar köyünde bir olay oldu. İlk de değildi, son da olmayacaktı. Birileri bir kaç devlet görevlisinin yaptığı yanlış işlere kızdı. Birileri kendisini yönetsin diye seçtiklerinin yaptıklarına kızdı. Devletin ilgisine kızdı, ilgisizliğine kızdı. Birileri de bu kızgınlıkları derledi, toparladı, kinleri biriktirdi, yaraları kaşıdı, kendi çıkarları için insanlığa düşman bir yapı yarattı. Bu şeytani yapıyı içeriden dışarıdan birileri besledi, büyüttü, şimdilerde kullanıyorlar. Yarın da kullanacaklar.

“Onlar kinlerinin, kızgınlıklarının, fesatlıklarının kurbanı oldular. İyi de ekmek parasının peşindeki kamyon sahibinin, kamyon şöforunun suçu ne? Ya ağzı, dili olmayan şu koyunların. Birileri yanlış yaptı diye silah alıp dağa çıkıyorsun, pekiyi silah elinde, güç elinde iken sen neden adil, sen neden dengeli, sen neden mantıklı davranmıyorsun? Bir ana kuzusunu öldürdün yetmedi, üstüne yüz koyunu yaktın da dünya daha iyi bir dünya mı oldu? İnsanlık, işte şu aşağıda yolun kıvrım yaptığı yerde, görmedim, duymadım deseniz de bu ağaçların, bu gökyüzünün, Tanrı’nın tanıklığında, ağzı olup dili olmayan hayvanların çığlıkları arasında kaybolup gitti. Düşmanınız ölüp gitse de siz bu leke ile nasıl yaşayacak?” diye sorduğum soru yanıtsız bugün bile ortada duruyor.

Teröre, suça, yanlışa tepki olarak terör estirme kolaycılığına düşenlere bir örnek de memleketimden çıktı, geldi. Anadolu'nun “kültür başkenti” diye öğündüğümüz Kırşehir  Türkiye gündemine, çirkin olduğu kadar ürkütücü bir haber ile girdi. Gönül erenleri Ahi Evran ve Hacı Bektaşı Veli'nin isimleriyle özdeşleşmiş kentimiz üç beş kendini bilmezin dolduruşuyla sokaklara salınan kirli ellere engel olamadı. Bu utancı bizlere yaşatanları bağışlamak ve hoş görmek mümkün değildir. Öncelikle bilinmelidir ki bu kendini bilmezlerin yaktıkları üç beş dükkan değil Kırşehir’dir!

Siyasi partilerin iktidarda olsun, muhalefetette olsun şiddet ve terör olayları ile varlıklarını sürdüremeyecekleri yadsınamaz bir vakıadır. Yaşanan olaylar ayınlatılmaz ve hesap sorulmazsa Anadolu’nun en sakin ve en güvenli kenti bu ayıp ile anılmaa devam edecektir.

Çöl Pazarı ismi sanırım bugün Malya Devlet Üretme Çiftliği(kaldıysa eğer) arazisinin bulunduğu yerin “çöl” olarak alınmasından. Tam bilemiyorum. Ama dayım rahmetli Nizamettin Özkan ile ilk gidişimi hatırlıyorum. Ahşaplara sinmiş mazot ve kumaş kokusuyla bezeli rengarenk kumaş yüklü raflar ve güleç iki insan yüzü... İhsan (Beydoğan) ağabey ve İsmet (Beydoğan) ağabey çocukluk günlerimin, okumak için Kırşehir’den ayrılışıma kadar gençlik yıllarımın anıları arasında var olan insanlar.

Babam ve annem ile çeşitli vesileler ile alışverişe gittiğimiz bu güler yüzlü insanların dükkanı, Orhan Baycan ile çarşıda gezerken sohbet etmeye uğradığımız adreslerden birisi. Ölümüzde, dirimizde, iyi günümüzde, kötü günümüzde güler yüzleriyle yanıbaşımızda gördüğümüz dost insanlar. Aynı gün zarar gören diğer esnaf vatandaşlarımızı çok tanımıyorum ancak hangi nedenle olursa olsun karşılaştıkları muamele, hoşgörünün tartışılmaz adresi erenler diyarı Kırşehir için kara bir leke...

Bu siyasi iklimi yaratanlar için söyleyecek söz bulamıyorum. Zamanın başbakanı sanatçıları toplayıp “açılım süreci”ni anlattıklarında bir televizyon muhabiri rahmetli Neşet Ertaş’a düşüncelerini soruyor. Ustanın yanıtı “valla hiç bir şey anlamadım”... Anlaşılacak bir şey değildi tabii ki “terörist ile pazarlık yapmak”... Tutulan yolun yanlışlığını, ödüllendirilecek yanlış davranışların sonuçlarının ağır olacağını “bu gazetede dile getirmiştik” demek bile bana ağır geliyor. Ama alkolik bir adama her istediği içkiyi vererek tedavi ettiğini düşünen doktor pervasızlığı ile bu kronik sorunu daha da kronik duruma getirilişini izlemek durumunda kaldık...

Hepimizi üzüntüye boğan şehitlerin, yaralanan insanların vebalini ekmek parası derdindeki üç beş esnafa yıkmak, bir kamyon koyunu ülkeye özgürlük, demokrasi, barış getireceğiz diye yakanların durumuna düşmektir.

Yaşadıkları anlamsız ve giderilmesi güç olay için geçmiş olsun dileklerimle birlikte tüm hemşehrilerim adına Beydoğan ailesinden ve bu anlamsız öfke selinden zarar gören diğer vatandaşlarımızdan da özür diliyorum. Benzer olayların bir daha yaşanmaması için devlet görevlilerinin daha titiz davranmasını, bu olayda ihmali, kastı veya katkısı olanlar hakkında da gerekli işlemlerin yapılmasını, sorumluların adalet önüne çıkarılmasını bekliyorum.

Her şehit haberinde içimiz yanıyor, her yaralı haberinde canımızdan bir parça kopuyor. Yüreğimizde biriken öfkeyi ruhumuzun derinliklerine gömerek olaylara sağ duyu ile bakmaya çalışıyoruz. Terör estiren kim olursa olsun cesaret ile hukuk içinde kalarak üzerine gidilmeli, kim devletin varlığını, yasalarını, Anayasasını tanımıyorsa, yanlış veya eksik uyguluyorsa hesap sorulmalı... Birilerinin ihtiraslarına ülke, devlet, vatan kurban edilmemeli. Ancak tüm bunlar akla, mantığa, hukuka, ahlaka uygun yapılmalı.

Bu çerçevede kamu düzeni sağlanırken veya teröre olan haklı tepki gösterilirken “teröristin ekmeğine yağ sürecek” demokratik olmayan davranışlardan kaçınılmalı. Siyasi düşüncesi, inancı, kökeni, yaşam tarzı ve tercihleri ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın yaşam hakkı başta olmak üzere hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmeli. Hem devlet yetkisini kullananların ve hem de egemenliğin biricik sahibi milleti oluşturan vatandaşların öncelikli Anayasal ve yasal sorumluluklarının yaşam hakkına saygı olduğunu birileri hatırlatmalı.

Bu basiret gösterilmez ise her güç sahibi kendini güçlü hissettiği noktada “Ali kıran, baş kesen” olur. Eşeği dövmek bile doğru değil de “eşeğini dövemeyip semerini döven” durumuna düşülür.

Hz. Ali’nin can düşmanını kin ve kızgınlık ile öldürmekten kaçındığı bir inancın 1300 yıl sonraki takipçilerinin eşeğinin semerini dövmeye çalışıyor durumuna düşürülmesi düşündürücüdür. Barışın, huzurun, dostluğun, kardeşliğin düşmanları bu leke ile iki cihanda nasıl huzur bulurlar, bilinmez... İslam coğrafyasında yaşanan onca talihsiz olay ortada iken “insanı yaşat ki devlet yaşasın” denir de neden uygulanmaz?