Ben 1965-1969 yılları arasında Kırşehirimizin Boztepe ilçesine bağlı Uzunpınar köyünde çalıştım. Okul Müdürü bendim, bir bayan öğretmen arkadaşla birlikte çalıştık, okul iki derslikliydi, lojmanı vardı, öğretmen odamız vardır. Normal öğretim yapardık. O yıllarda bayan öğretmen çok azdı.

Uzunpınar’da sevilen bir bayan öğretmen varmış. Birinci sınıfta 28 öğrenci var. Öğrencilerden sadece bir tanesi okumayı örenmiş. Diğerleri okuma yazma bilmiyorlar. Öğrencileri ikinci sınıfa geçirmiş. Kendisi tayin istemiş. Yerine beni tayin ettiler. Okul başladı. İkinci sınıf öğrencilerini ben okutacağım. Çocuklar okuma yazma bilmiyorlar. Şaşırdım. Ne yapacağımı bilemiyorum.

Derken kendi kendime bir karar aldım. Bu öğrencileri karne tatiline kadar birinci sınıf okutayım. Sonra da ikini sınıf okutayım dedim. Zevkle ve heyecanla çalışmaya başladım. Öğrencilere okumayı öğrettim. Yarıyıldan sonra ikinci sınıf olarak çalıştım. Senenin sonunda başarılı şekilde öğrencileri üçüncü sınıfa geçirdim. Kendim lojmanda oturuyorum. O sene düğünüm de yapıldı.

Günler geçiyor. Yaz geldi. Okula bir bayan öğretmen daha verildi. Ne yapacağım? Okul iki dershaneli. Tayini yapılan öğretmene sınıf nasıl olacak? Ya köyün içinden bir oda bulacağım. Öğretmen bu odada çalışacak. Zaten sınıf görevi yapacak oda bulmak çok zor. Ya da ben lojmandan çıkmalıyım. Bir odayı dershane yapmalıyım.

Derken köyde Hasan Atçeken diye bir vatandaş Ankara’ya göçtü. Ahırı var. Samanlığı var. Odası var. Hasan Ağa ile konuştum. Evini kiraya istedim. Elli liraya anlaştık. Ben Hasan Atçeken’in evine taşındım. Lojmanı boşaltım. Ancak ne masamız var. Ne sıramız var. Ne yazı tahtamız var? Kırşehir’e gittim. Özbağlı bir keresteci vardı. Onun yanına vardım. Sıra, masa, yazı tahtası yapacak tahtalar satın aldım. Çivi, keser testere aldım. Köye geldim. Ben marangozluktan çok anlamam. Öyle de olsa tahtalar okulun önünde. Başladım masa -sıra yapmaya. O arada adı Abdullah diye birisi geldi. Benim çivi çakışımı beğenmiyor. Neyse keser kullanmayı bana tarif etti. Ben de lojmanın bir odasını masasını sırasını tamamladım.

Okullar başladı. Yeni gelen öğretmeni bu sınıfta çalışmaya başlattım. Üçümüz zevkle ve heyecanla görevimizi yapıyoruz. Normal öğretim yapıyoruz. Burada söylemek istediğim lojmanı boşaltmak, kiraya taşınmak olayı.

İşte bu ASIM ATABEY tarafından yapılmıştır. Neyse bu arada Uzunpınarlıların öğretmenlere verdiği saygıyı da anlatmak istiyorum. Şöyle oluyor. Mezun olan öğrencin velileri, okulun müdürünü ve öğretmenlerini yemek davetlerine çağırıyorlar. Yemeğe varıyoruz. Allah sizi inandırsın. Ev de bir kuzu kesmişler. Kürt pilavının üzerine kuzuyu olduğu gibi koyuyorlar. Döşüyorlar.

Hiçbir parçasını ayırmıyorlar. Ayrıca yemeğe oturuyoruz. Yemeğe hem evin hanımını hem de evin çocuklarını sofraya oturtmuyorlar. Onlarında sofraya oturtulmasını ısrarla istediğimiz halde, sofraya oturamıyorlar. Bir yemeğimiz yedikten sonra ailenin diğer fertlerine ayrı sofra koyuyorlar. İlk sene tam on iki aile, kuzu keserek bizi ağırladılar.

İkinci sene oldu. Okul artık kapanacak. Fakat velilerin öğretmenler kuzu keserek ağırlamalardan ben rahat edemiyorum. Öğrencileri topladım. Dedim ki bize kuzu kesmeyin. Sadece hepiniz ortak bir kuzu alın. Başka yemek istemeyiz. Öyle dediğimiz halde, ikinci sene de altı kuzu kesildi. Bize yemek yedirdiler. Ancak üçüncü sene ve dördüncü sene bu kuzu konusunu en aza indirdik.

Bunları şunun için anlattım. O yıllarda köylünün öğretmenlerine bakışını, çocuklarının okuldan mezun olmalarını ve bu mutluluklarını işte yukarıda anlattığım gibi yapıyorlardı. Sözün burasında bir olayı da anlatacağım. Kırşehir’de bir bayan doktor vardı. Ruh hastalıklarında isim yapmış bir doktordu. Kayın babam beni köyde görünce, doktora gitme isteği olurdu. Bir gün onu doktora götürdüm. Yazıhaneye vardık. Odada bir bayan yanında bir bey var. Karşıda bir yerde iki kişi daha var. İki kişi de biz vardık. Sonra bir de lise öğretmeni bayan geldi. Doktorun kâtibi de var. Hastaları yazıyor. Doktor gelince sırayla hastayı doktora gönderecek.

Oturuyoruz. Hiç ses çıkmıyor. O arada ben ortama konuşmak istiyorum. Derken yanında bayan ile oturan delikanlı hafif bir öksürdü. Gırtlak sesini aldım. Sohbet olsun diye, “Siz Uzunpınar’lı mısınız?” diye sordum Adam “Evet biz Uzunpınar’lıyız” dedi. “İyi” dedim. “Sen Asım Atabey diye bir öğretmen duydun mu?” dedim. Adam “Evet” dedi. “Asım Atabey, bizim köyde öğretmenlik yaptı Ben onu bilirim” dedi. Bu sözü söylediğinde, “Ben Uzunpınardan ayrılalı otuz sene kadar olmuştu. “Kimsin. Kimin oğlusun?” diye de sordum. Ailesini ben de biliyorum. Yanındaki bayan sordum. “Sen Asım Atabey’i tanır mısın?” Bayan da “Ben tanırım onu” dedi. “Nasıl tanırsın?” diye sordum.

Kendisi daha altı yaşındaymış. Bir anne, altı kızdan sonra, bu erkek çocuğu olmuş. Bu oğlanın annesi okula gelecek. Asım Atabey’e çocuğunu korumamı, diğer çocukların ona bir zarar vermemesini söyleyecekmiş. Bu yazıhanede beyinin yanda oturan kıza demiş ki, “Ben okula gideceğim. Sen de benim yanımda gel” demiş.

Birlikte okula gelmişler. Bana çocuğum sahip olmamı tembih etmişler. Sözü daha çok uzatmayım. Bay ve bayana dedim ki “Sizin bildiğiniz Asım Atabey benim.” Hemen kalktılar. Elimi öpmek istediler. Ben elimi öptürmedim. Onlara sarıldım. Şu anlattıklarınızla zaten benim elimi onlarca, yüzlerce öpmüş oldunuz.

Son olarak şunu da söyleyeyim. Benim öğrencim 28 taneydi. Mezun ettim. Onlardan 25 tanesi o yıl Kırşehir ve Yerköy’de okumaya gitmişler. Doktor Hacı Uzun da benim onur duyduğum öğrencimdir.